Roma'da Bir Cinayet
Eskiden Gırgır
diye bir mizah dergimiz vardı. Oğuz Aral yönetiminde çıkan dergi mizah
tarihimize önemli iz bıraktı ve bugün o izlerin izdüşümlerini görmeye devam
ediyoruz. Kapak ve kapak iç sayfa dışında fazla siyasi olmayan balon ve
eğlenceli mizah yarattı. Orta sayfa öyküsü, kurgusu ile okurken gülümseten kısa
sürede tüketildiği için ertesi hafta çıkacak öykünün komik hallerini bekler
olurduk. Siyasi mizah dergisi Marko Paşa ve arkasından çıkan dergilerin
yarattığı politik duruş yerine, daha fazla eğlence, daha fazla komedi, daha
fazla popüler olanı seçerek kendi okuyucusunu yarattı Gırgır. Bu sayede Gırgır
siyasi yelpazenin neresinde durduğu sorusu sorulduğunda tam ortasında
denilebilirdi, Gırgır dergisinden ayrılanların sağa, sola savrulması tesadüfi değildir,
çünkü orada nasıl mizah yapıldığı ve gülmece öne çıkarılırken içerik ve sol
duruş kapak ve iç kapak sayfasını aşamadığı için o kadar espri içinde
kaybolmasına sebep olmuştu. Gırgır mizah dergisi her ne kadar ortada durmaya
çalışsa da cezalardan kendi üzerine düşen nasibini aldı… Sistem ile kavga
etmek yerine sistemin aparatı olan lider ve liderin komik halleri ile
okuyucusunun önüne çıktı… Elbette zaman zaman çok ince dokunmalarda yapıyordu
ama genel içinde o kadar öne çıkmıyordu… Muhalefet yanında duran ama iktidardaki
lider ve siyasi partilerin liderlerin günlük tepkilerini rahatlıkla tiye
alıyordu, ülkemizde demokrasi bu ti karşısında liderin hoşgörüsü olarak
algılanıyordu…
Gırgır
dergisinin okulundan çıkan bir mizah anlayışı bugün de oradan beslenen
sanatçıların eserlerinde görmek mümkündür… Bu kadar zamanın kırıldığı,
belirsizliğin hakim olduğu, karanlığı ve baskının altında ezilmiş, açlık ile
sınanan bir halkın sığınabileceği mizah ne yazı ki gerçek anlamda istikrarlı
bir şekilde kendisini gösteremezken, balon ve anlık gülmelere sebep olan ince
zeka ürünü esprilerin anlık oluşturduğu dalgaya maruz kalınabiliyor… Cem Yılmaz
bu ekolün en önemli temsilcisidir. Gerek filmleri, gerek stand up’ları Gırgır
dergisinin etkisinin sürmesine katkı sunmaya devam ediyor…
Elbette Cem
Yılmaz’ın etkilediği ve komedi alanında ürün veren sanatçıların olması
kaçınılmazdır… Onların eserlerini gerek sinema, gerek stand up, gerekse tiyatro
eserlerinde ve oyunlarında görmek mümkündür… Roma’da bir Cinayet oyunu o
kategori içine alabileceğim bir çalışma…
Evlenmek için
İtalya’nın Roma kentinde yer alan Türk Konsolosluğuna giden gençler ve onların
anne ve babasının oluşturmuş olduğu tek mekan, değişik bölümlerden oluşan öykü
sarmalı içinde tiyatro salonunu anlık gülmelere hazırlayan ve bunu başaran bir
oyun ile karşı karışayız… Benzer öyküleri farklı alanlar içinde görmüş olmanız
ya da çağrışım yapması doğaldır... içinde bulunduğumuz zamanın kadının üzerine
oluşan baskı bu oyunda ana konusu değildir, sadece üzerinden hafif geçilirken iyi
zaman geçirebileceğimiz, kahkaha ile oyuna katılabileceğimiz bir öykünün
canlandırılması ile karşılaştık.
Magazin dünyasında
Türk konsolosluğunda evlenen birçok bireye, ünlü ünsüz karşılaştık. Değişik
gazete sayfaların ve ekranların magazin bölümüne konu oldular.
Ülke dışında
Roma’da evlenmek!
Oyun içinde bol
bol vurgulanan “cinayet” ile ne kastedildiği ancak oyunun son sahnesinde
anlıyoruz. Konsoloslukta bir cinayet işlenecektir! “Katil her zaman cinayet
işlendiği alana gelecektir”…
Oyun kurgusunda
hemen kafanızın içinde oluşan uşak yok!
İki genç insan.
(Tevfik ve Melis /eski ismi Kezban) Kızın annesi, oğlanın babası nikah günü
nikaha hazırlık odasında yaşadıkları… Kızın annesi (Bendegül) boşanmış, oğlanın
babası da (Avukat Hakkı Eroğlu) boşanmış ve sonra hiç evlenmemiş bir boşanma
davalarına bakan ünlü bir avukat. İki bekar ebeveyn, evlenmek isteyen kadın ve
erkeğin oluşturduğu duygusal geçişlerin olduğu sahneler…
Öykü kurgusu
sahneye uyarlandığında seyirciyi sahneye doğru ilgisini hiç eksiltmeden devam
ettirmesini sağlayan diyaloglar öyle ince ince işlenmiş ki, ister istemez
zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sahneye oyuncuların girişi, çıkış,
diyalogları o kadar hızlı ve tempolu ki bir an dahi gözünüzü ve ilginizi
sahneden alamıyorsunuz… Oyunda hem anlatıcı hem de baba rolünü oynayan Kubilay
Penbeklioğlu bir anlamda oyunun akışına ve oluşacak olan aksaklıkların üstünü
örtecek kadar oyuna hakim ve yönlendiren konumdadır. Mimikleri, oyunun akışına
uygun duygusal geçişler, zaman zaman temponun hızlanmasına uygun çevik
hareketleri ile sahneyi dolduruyor.
Boşanmalardan
para kazanan, kısaca evlilik olmazsa para kazanamaz, çünkü evlilik demek
boşanma anlamına gelir. Bir yandan evliliği teşvik ederken, diğer yandan
boşanma üzerine kurmuştur kariyerini ve geçimini. Bunu en fazla çevresi ve eski
eşi üzerine uygulamaktadır, çünkü eski eşi Füruzan çok fazla evlilik yaşamış ve
hepsi boşanma ile sonlanmıştır.
Bendegül
rolünde ise Çiçek Dilligil görmekteyiz. O kadar rahat, o kadar içtendir ki, hem
oynuyor hem yaşıyor gibidir. Kız isteme gününden nikah gününe kadar damadın
babasına ilgi duymaktadır. O oyun içinde pek vurgulanmayan ama son sahnede
ortaya çıkan bir kurgunun içinde başrol oynamaktadır. Çiçek Dilligil oyunun
akışında o kadar önemli rol oynar ki, seyirciyi yumuşak sesi, gerektiğinde
hırçınlaşan ve yükselen sesi ile seyirciyi sahneye yönlendirir, bir an dahi
seyirci oyunun dışına düşmez…
Dilara
Mücaviroğlu, Burak Uyanık ise oyunun başından itibaren oyunun temelinde yer
almış iki ayrı role hayat verirler. Bir evlenmek zorunda olan kız ve o rolün
kurbanı ama aşkından her türlü zorbalık karşısında boyun eğmiş bir damat! Bir
anlamda babasının ve annesinin evliliklerinden ders almış ve uzun soluklu
birlikteliği düşünen ve o yüzden boyun eğ rahat et mantığı içinde eşini ya da
sevgilisinin her isteğini yerine getirecek kadar imkansız koşullarını babasının
maddi yardımı ile aşmaya çalışan konumdadır… Zaman içinde kız arkadaşının gerçekliği
ile yüzleşir… Burak Uyanık bu role öyle doğalmış gibi hayat verir ki, seyirci
içinde ona karşı bir sempati duyulurken öte yandan acıma duygusu uyandırdığı
için rolüne hakkını vermiş diyoruz… Baskın kadın rolü ile seyircinin karşısına
geçen Dilara Mücaviroğlu ise gerek hırçınlıkları, gerek şımarık ama muhtaç
kadın rolüne hayat verirken seyirci olarak şaşkınlık içinde baktım, çünkü o
kadar uçlarda geçişleri o kadar rahat ve doğalmış gibi geçişler yapıyor ki,
bravo demeden kendimi alamıyorum…
Melek Şahin
(Füruzan) oyunun son bölümünde sahnede yerini alıyor, gerek peruk, gereksiz
peruksuz hali ile sonradan katıldığı bu kadar hızlı tempoya kısa sürede uyum
sağlıyor, çünkü sonradan oyuna dahil olmak ve bir parçası gibi algılanmak kolay
bir iş değildir… Oyuncular kendileri o kadar oyunun içinde verişlerdir ki,
onlar bir anlamda yaşarken sonradan gelen birinin davranışı, algısı, kattığı
yeni atmosfer ile sahnede bir soğumaya neden olabilir, çünkü maraton koşusunda
bayrağı alan yeni bir ritim yaratacaktır… Sahneye sahne önündeki merdivenlerden
dahil olur, bir anlamda seyircinin içinden çıkan biridir… Büyük bir planın
parçasıdır ve o planı kimler ile yaptığı gizemlidir… Başarılı oyuncu başarısını
bu oyunda da devam ettirir…
Oyuna sessizce
katılan müzik, dekor, kostümler oyuna öyle bir katkı sunar ki, tempoya katkı
sunarken, engel de çıkarmaz… Gerçi oyunun Türk konsolosluğunda geçtiğini ilk
etapta düşünmüyoruz ama diyaloglardan anlıyoruz… Tül perdelerin yere doğru
uzanması, sahne yan duvarında uygulanan perdeler aynı zamanda bölümler arası
geçişte kapı ve duvar görevi görmektedir…
Bu kadar ağır koşulları
yaşadığımız bu günlerde biraz olsun kafanız dağılmasını istiyor ve dışarıdaki
yaşamdan kopmak için bu oyuna gidin, hem eğleneceksiniz hem de bu ülkenin
dışına çıkıp hayatın komik taraflarını da göreceksiniz…
İsmail Cem
Özkan
Yazan: Elçin
Gürler
Yöneten:
Kubilay Penbeklioğlu
Oyuncular:
Çiçek Dilligil, Kubilay Penbeklioğlu, Melek Şahin, Dilara Mücaviroğlu, Burak
Uyanık
Müzik Tasarım:
Orhan Enes Kuzu
Dekor Tasarım:
Selin Ölçen
Dekor Uygulama:
Selçuk Yılmaz
Işık Tasarım:
Kaan Eman
Afiş Tasarım:
Galip Aksular
Afiş Fotoğraf:
Bahadırhan Erkoç
Proje Asistanı:
Damla Özovalı
Yapım: Mi
Entertainment & amp; Nova Oyun Yapım
Genel Sanat
Yönetmeni: Mutlu İgdi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.