Saçmalığın ortasında piknik.
Soyut olarak yaratılmış bir savaşta, nöbet kulübesinde canı
sıkılan bir askerin (Zapo) günlerden bir gün kendisini tekrarlayan monoton
geçen günü değişecektir, çünkü ziyarete ailesi gelecektir. Annesi ve babası bir
pazar günü piknik sepeti ile oğullarını görmek için motorlarına atlayıp
gelmiştir.
Onlar gelirken yolda kimse çevirmemiştir, hatta bir yerde
kendi anlatımlarına göre trajik -komik tankların yaratmış olduğu trafikteki
kaosu yaşamışlardır.
Anne ve babasını karşısında gören asker Zapo, şaşkınlıktan
ne yapacağını bilemez, hatta o bulunduğu nöbet noktasına gelen herhangi birine
karşıda ne yapacağını bilecek konuda değildir.
Şaşkınlık sevince dönerken…
Seyirciyi akla yakın olmayan bu durumu şaşkınlıkla izlemektedir,
savaşın ortasında cephede piknik!
Aile piknik sepetini nöbetçi kulübesindeki zemine dağıtırken
şaşkınlık yerini sevince bırakmıştır.
Ataerkil ilişkide kadının dominant olması ile aile yapısına
doğru keskin bir gönderme yapılır. Baba her şeye hakimmiş gibi bir ses tonu ile
anlatırken, annenin otoriter tavrı o sesin yerini uzlaşmacı, hatta
teslimiyetine döner. Bu arada Madam Tepan çocukluğunda yaşadığı savaşı
anımsar, orada düşman kıyafeti, ile kendi askerlerinin kıyafetini karıştırır,
çünkü düşman kıyafetinin mavi olduğunu iddia eder ve Mösyö Tapan tartışmaya
girmektense “tamam haklısın” diyerek geçiştirir. Madem Tepan savaşın ne olduğu,
düşmanın ne olduğunu hiçbir şekilde kafasında çözememiştir, çocukluğunda ki
savaşta düşman askerin kazanmasını bilinçsizce istemiştir, çünkü balkondan
seyrederken onlara karşı bir empati kurmuş ve kendisine yakın hissetmiştir.
Savaş konusunda savaşı algılayışı hem kahramanlar boyutu ile
hem de seyirciler boyutu ile tartışmaya açar…
Savaşın bir anlamda anlamsızlığı bu piknik ile daha da
ortaya serilecektir, çünkü bir gün “savaş açtık, hadi savaşın!”, “senin asker
olmaya yaşın tutuyor ve savaşacaksın” diyerek gençleri günlük hayatlarından
koparıp cepheye gönderip, gençlerin tanımadığı düşmanın üzerine kurşun atması
istenir…
Savaş bir oyun değildir, fakat masaların üzerinde bir oyun
haline getirilir. Oyun haline getirenler savaşın nişanını/ ganimetini alırken,
cepheye sürülenler hayatlarıyla öderler…
Henüz piknik için şarap şişesi açılıp bardaklara
boşaltılırken düşman cephesinden bir asker gelir. Silahını duvarın dibine
bırakarak “teslim” olur, çünkü piknik ve aile sıcaklığı onu etkilemiştir.
Bundan sonra savaş kavramı her iki cepheden incelenir. Her
iki tarafta da savaş sürecinde aynı şeyleri yaşamışlardır, bu kadar benzerlik
şaşırtıcıdır. Komutanları benzer ve aynı cümleler ile askerleri
yüreklendirmişler. Her şey aynıdır, sadece üniforma rengi farklıdır, konuşulan
dil, amaç hepsi eşittir… Aynı şekilde cepheye çağrılmışlar, aynı şekilde
sevdikleri vardır, aynı şekilde bu savaş öncesi savaşa karışmış babalara
sahiptir, bir anlamda aynada yansımasıdır…
Oyun, gerçek ve akla yakın olanla gerçek dışı ve mantıksız
olanı bir araya getirir.
Absürt tiyatronun tüm özelliğini bu oyunda görebiliriz,
konular arasında bir bağlantı aramak yerine oyunun akışına bağlı olarak
değişimleri, oyunun kahramanlarının tepkisini görmekteyiz.
Abartılı davranışlar, abartılı duygusal geçişler, bir ip
bağlamayı dahi beceremeyen bir askerin, bir insanı öldürmesi, onun teslim
alması da mümkün değildir.
Cepheye bombalar havadan gelir, uçakların bıraktığı bombalar
ile cephede hareketli saatler yaşanır ve ölümler olur. Tırsan, saklanan
askerler yanında ebeveynler savaşı ve bombaları önemsemez, Madam Tepan bir
anlamda çocukluğuna dönmüştür. Dans etmeye başlarlar, ölüm yeryüzüne hakimken
onlar yaşamı, yaşam sevincini, geçmişe özlemi dansları ile ortaya koyar. Yıllar
sonra geçince her kötü durum, romantik bir özlem olarak ortaya çıkar.
Bombalar bittiğinde yaşam ölümün yerini almıştır, sevinç,
umut havası eserken sahneye gelen hemşire ile olay birden terse döner…
Savaşın rüzgarı ölüm nöbetçi kulübesini sarmıştır.
Ölüleri/yaralıları arayan hemşire oraya geldiği andan
itibaren ölüm sıradanlaşmıştır… ceset savaşın olmazsa olmazdır ve hemşire küçük
esnaf ağzı ile bir ölüyü alıp taşırsa ya da yaralı bir askeri çalıştığı hizmet
alanına götürse çok mutlu olacaktır, çünkü o orada olmanın yanında görevini ve
yaptığını da göstermek istemektedir. Hemşirenin diğer arkadaşları yanında boynu
büküktür, henüz “bir siftah” dahi yapmamış beceriksiz gibi algılanmıştır!
Ceset bulamayan hemşire gidince, savaşın saçmalığı ortaya
çıkmıştır, Mösyö Tepan her iki tarafın yetkililerine artık savaşı durdurmanın
zamanı geldiği ve bu saçmalığın sona ermesi gerektiği fikrini ortaya atar ve
onu gerçekleştirmek için aralarında bir ortak anlayış geliştirirler. Bu sırada
düşman hattından kurşun yağar ve piknik yapan tüm bireyler ölür. Ölüm hakim
gelmiştir, saçmalık kazanmıştır…
Normal ile anormal değerler alt üst edilmiştir, seyirci bu
kara mizahın hakim olduğu oyunda kahkaha atamaz, sessizce izler, bu sonun
saçmalığı rahatsız edicidir ve gülünecek bir durum söz konusu değildir.
Sahne küçük bir alanda, bir nöbetçi yeri olarak
belirlenmiştir. Kum torbaları, dikenli teller ile düşmana karşı bir savunma söz
konusudur. Bohem bir hava vardır, gerçi oyun sırasında sis uygulanmaz, fakat o
sis düşüncenin içinde canlanır.
Kostüm iki cephede askerlerin aynıdır tek farkı renklerdir.
Baba ve annenin kostümlerin seçimi renkleri geçmişe çağrışım yapan askılı
pantolon iyi düşünülmüş...
Işık tasarımı da çok beğendim, oyunun izlenmesini ve oyunda
vurguların ortaya çıkarılmasına büyük destek vermektedir. Müzik seçimi,
koreografi absürt tiyatronun absürt tarafını daha da ortaya çıkarak güçtedir…
Oyunculara gelirsek, her biri birbirini besleyen ve ortak
bir oyunda olduklarını ortaya koyuyorlar, mimikleri, hareketleri, dar alanda o
muhteşem dansları ile hem sahneyi doldurdular, hem de seyirciye absürt bir
tiyatroda olduklarını hissettirdiler... Öne çıkan bana göre hemşire rolü ile
Öykü Kaya olduğunu düşünüyorum, hem ses, hem vücut dilini ve mimiklerini
kullanması açısından… Yıldırım Beyazıt ise rolünü can verirken bizden biri,
bizim insanımızın o burun çekmesi, nefes alması, abartılı hareketleri ile
buranın insanı olduğunu hissettirmektedir, yani oyunun yazıldığı coğrafyada
değil de olay sanki ülkemizde geçmektedir…
Öğretici bir 55 dakika geçirdik, zamanın nasıl geçtiğini
bile anlayamadık…
Savaş rüzgarının estiği bir atmosferde umarım “savaşa hayır”
diyenler çoğalır ve savaşın saçmalığını hepimiz içimizden hisseder ve
hissettiklerimizi eyleme dönüştürürüz…
İsmail Cem Özkan
Cephede Piknik
Yazan: Fernando Arrabal
Çeviren: Sadun Altuna
Yöneten: Ergin Özdemir
Oyuncular: Volkan Özman, Elif Şeker, Yıldırım Bayazıt, H.
Gökhan Olcay, Öykü Kaya
Dekor Tasarımı: Ruken Bakır
Kostüm Tasarımı: Ceren Karahan
Işık Tasarımı: Mehmet Mertal
Müzik Düzeni: Fırat Aktav
Koreografi: Fatma Asena Melikoğlu
Yönetmen Yardımcıları: Öykü Kaya, Sinem Lökbaş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.