Galata Gazete


19 Ekim 2024 Cumartesi

Saçmalığın ortasında piknik.

Saçmalığın ortasında piknik.

Soyut olarak yaratılmış bir savaşta, nöbet kulübesinde canı sıkılan bir askerin (Zapo) günlerden bir gün kendisini tekrarlayan monoton geçen günü değişecektir, çünkü ziyarete ailesi gelecektir. Annesi ve babası bir pazar günü piknik sepeti ile oğullarını görmek için motorlarına atlayıp gelmiştir.

Onlar gelirken yolda kimse çevirmemiştir, hatta bir yerde kendi anlatımlarına göre trajik -komik tankların yaratmış olduğu trafikteki kaosu yaşamışlardır.

Anne ve babasını karşısında gören asker Zapo, şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez, hatta o bulunduğu nöbet noktasına gelen herhangi birine karşıda ne yapacağını bilecek konuda değildir.

Şaşkınlık sevince dönerken…

Seyirciyi akla yakın olmayan bu durumu şaşkınlıkla izlemektedir, savaşın ortasında cephede piknik!

Aile piknik sepetini nöbetçi kulübesindeki zemine dağıtırken şaşkınlık yerini sevince bırakmıştır.

Ataerkil ilişkide kadının dominant olması ile aile yapısına doğru keskin bir gönderme yapılır. Baba her şeye hakimmiş gibi bir ses tonu ile anlatırken, annenin otoriter tavrı o sesin yerini uzlaşmacı, hatta teslimiyetine döner.  Bu arada Madam Tepan çocukluğunda yaşadığı savaşı anımsar, orada düşman kıyafeti, ile kendi askerlerinin kıyafetini karıştırır, çünkü düşman kıyafetinin mavi olduğunu iddia eder ve Mösyö Tapan tartışmaya girmektense “tamam haklısın” diyerek geçiştirir. Madem Tepan savaşın ne olduğu, düşmanın ne olduğunu hiçbir şekilde kafasında çözememiştir, çocukluğunda ki savaşta düşman askerin kazanmasını bilinçsizce istemiştir, çünkü balkondan seyrederken onlara karşı bir empati kurmuş ve kendisine yakın hissetmiştir.

Savaş konusunda savaşı algılayışı hem kahramanlar boyutu ile hem de seyirciler boyutu ile tartışmaya açar…

Savaşın bir anlamda anlamsızlığı bu piknik ile daha da ortaya serilecektir, çünkü bir gün “savaş açtık, hadi savaşın!”, “senin asker olmaya yaşın tutuyor ve savaşacaksın” diyerek gençleri günlük hayatlarından koparıp cepheye gönderip, gençlerin tanımadığı düşmanın üzerine kurşun atması istenir…

Savaş bir oyun değildir, fakat masaların üzerinde bir oyun haline getirilir. Oyun haline getirenler savaşın nişanını/ ganimetini alırken, cepheye sürülenler hayatlarıyla öderler…

Henüz piknik için şarap şişesi açılıp bardaklara boşaltılırken düşman cephesinden bir asker gelir. Silahını duvarın dibine bırakarak “teslim” olur, çünkü piknik ve aile sıcaklığı onu etkilemiştir.

Bundan sonra savaş kavramı her iki cepheden incelenir. Her iki tarafta da savaş sürecinde aynı şeyleri yaşamışlardır, bu kadar benzerlik şaşırtıcıdır. Komutanları benzer ve aynı cümleler ile askerleri yüreklendirmişler. Her şey aynıdır, sadece üniforma rengi farklıdır, konuşulan dil, amaç hepsi eşittir… Aynı şekilde cepheye çağrılmışlar, aynı şekilde sevdikleri vardır, aynı şekilde bu savaş öncesi savaşa karışmış babalara sahiptir, bir anlamda aynada yansımasıdır…

Oyun, gerçek ve akla yakın olanla gerçek dışı ve mantıksız olanı bir araya getirir. 

Absürt tiyatronun tüm özelliğini bu oyunda görebiliriz, konular arasında bir bağlantı aramak yerine oyunun akışına bağlı olarak değişimleri, oyunun kahramanlarının tepkisini görmekteyiz.

Abartılı davranışlar, abartılı duygusal geçişler, bir ip bağlamayı dahi beceremeyen bir askerin, bir insanı öldürmesi, onun teslim alması da mümkün değildir.

Cepheye bombalar havadan gelir, uçakların bıraktığı bombalar ile cephede hareketli saatler yaşanır ve ölümler olur. Tırsan, saklanan askerler yanında ebeveynler savaşı ve bombaları önemsemez, Madam Tepan bir anlamda çocukluğuna dönmüştür. Dans etmeye başlarlar, ölüm yeryüzüne hakimken onlar yaşamı, yaşam sevincini, geçmişe özlemi dansları ile ortaya koyar. Yıllar sonra geçince her kötü durum, romantik bir özlem olarak ortaya çıkar.

Bombalar bittiğinde yaşam ölümün yerini almıştır, sevinç, umut havası eserken sahneye gelen hemşire ile olay birden terse döner…

Savaşın rüzgarı ölüm nöbetçi kulübesini sarmıştır.

Ölüleri/yaralıları arayan hemşire oraya geldiği andan itibaren ölüm sıradanlaşmıştır… ceset savaşın olmazsa olmazdır ve hemşire küçük esnaf ağzı ile bir ölüyü alıp taşırsa ya da yaralı bir askeri çalıştığı hizmet alanına götürse çok mutlu olacaktır, çünkü o orada olmanın yanında görevini ve yaptığını da göstermek istemektedir. Hemşirenin diğer arkadaşları yanında boynu büküktür, henüz “bir siftah” dahi yapmamış beceriksiz gibi algılanmıştır!

Ceset bulamayan hemşire gidince, savaşın saçmalığı ortaya çıkmıştır, Mösyö Tepan her iki tarafın yetkililerine artık savaşı durdurmanın zamanı geldiği ve bu saçmalığın sona ermesi gerektiği fikrini ortaya atar ve onu gerçekleştirmek için aralarında bir ortak anlayış geliştirirler. Bu sırada düşman hattından kurşun yağar ve piknik yapan tüm bireyler ölür. Ölüm hakim gelmiştir, saçmalık kazanmıştır…

Normal ile anormal değerler alt üst edilmiştir, seyirci bu kara mizahın hakim olduğu oyunda kahkaha atamaz, sessizce izler, bu sonun saçmalığı rahatsız edicidir ve gülünecek bir durum söz konusu değildir.

Sahne küçük bir alanda, bir nöbetçi yeri olarak belirlenmiştir. Kum torbaları, dikenli teller ile düşmana karşı bir savunma söz konusudur. Bohem bir hava vardır, gerçi oyun sırasında sis uygulanmaz, fakat o sis düşüncenin içinde canlanır.

Kostüm iki cephede askerlerin aynıdır tek farkı renklerdir. Baba ve annenin kostümlerin seçimi renkleri geçmişe çağrışım yapan askılı pantolon iyi düşünülmüş...

Işık tasarımı da çok beğendim, oyunun izlenmesini ve oyunda vurguların ortaya çıkarılmasına büyük destek vermektedir. Müzik seçimi, koreografi absürt tiyatronun absürt tarafını daha da ortaya çıkarak güçtedir…

Oyunculara gelirsek, her biri birbirini besleyen ve ortak bir oyunda olduklarını ortaya koyuyorlar, mimikleri, hareketleri, dar alanda o muhteşem dansları ile hem sahneyi doldurdular, hem de seyirciye absürt bir tiyatroda olduklarını hissettirdiler... Öne çıkan bana göre hemşire rolü ile Öykü Kaya olduğunu düşünüyorum, hem ses, hem vücut dilini ve mimiklerini kullanması açısından… Yıldırım Beyazıt ise rolünü can verirken bizden biri, bizim insanımızın o burun çekmesi, nefes alması, abartılı hareketleri ile buranın insanı olduğunu hissettirmektedir, yani oyunun yazıldığı coğrafyada değil de olay sanki ülkemizde geçmektedir…

Öğretici bir 55 dakika geçirdik, zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamadık…

Savaş rüzgarının estiği bir atmosferde umarım “savaşa hayır” diyenler çoğalır ve savaşın saçmalığını hepimiz içimizden hisseder ve hissettiklerimizi eyleme dönüştürürüz…

İsmail Cem Özkan

 

 

Cephede Piknik

Yazan: Fernando Arrabal

Çeviren: Sadun Altuna

Yöneten: Ergin Özdemir

Oyuncular: Volkan Özman, Elif Şeker, Yıldırım Bayazıt, H. Gökhan Olcay, Öykü Kaya

Dekor Tasarımı: Ruken Bakır

Kostüm Tasarımı: Ceren Karahan

Işık Tasarımı: Mehmet Mertal

Müzik Düzeni: Fırat Aktav

Koreografi: Fatma Asena Melikoğlu

Yönetmen Yardımcıları: Öykü Kaya, Sinem Lökbaş

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.