Bir dönem kapanırken…
Bir dönem kapanırken elbette başka bir süreç başladığı anlamına gelir.
Kimse başlayanın nasıl bir son hazırlayacağını bilemez, yaşayarak öğrenir. 12
Eylül’den bugüne sürekli değişim yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Tipik
Ortadoğu ülkesi konumuna geldik, ülkenin siyasi lideri bile tipik Ortadoğu
liderleri gibi hukuk tanımaz, kanunları işlediği suçu ortadan kaldıracak
şekilde düzenleyen biri oldu. Her yaptığını yasalara uydurmadı, yasaları
yaptığına uydurdu.
Keyfi suçlamalar, keyfi emirler. Paranoyak düzeyde insanları cezalandırdı.
Homojen, emir dinleyen kullar yaratma girişiminde bulundu. Gerçekleri değil,
kendi gereğini kabul eden, o gerçek üzerinden kararlar alınmasını arzuladı.
Yaratılan sanal gerçeklik, soyut hedeflerin peşinden her türlü eleştiriyi yok
sayan, hoşgörüsüz, tek doğruyu bilen olarak emirler saldı sağa sola. Gizli
kapaklı işler, örtülü ödeneklerin verdiği rahatlıkla kendi ülkesi dışında
ülkelere ayar vermeye çalıştı. Binlerce insanın göç yollarına düşmesinden,
katliam uğramasından, iç savaş koşullarının oluşmasından katkısını her daim
gizli övünmeler ile kabul etti. Çıkarı ve hedefi için ülkeyi savaş çizgisi
üzerinde tutmaktan, Osmanlı idealinin yeniden yaratacağı ve şanlı savaşlar ile kahraman
olacağı düşlerini gerçek sanan, oturuşu, yürüyüşünü Kasımpaşalı delikanlı
olmaktan çıkarıp, dünyayı Kasımpaşa görüp onun ağası olmaya heveslenen bir
savurganlığın tipik bireyi ortaya savruldu. Savrulan sadece kişiliği değildi
elbette, kendisi ile birlikte artıklarından nemalanan bir önemli çevre de bu
savrulmanın ürünü olarak ortaya çıktı.
Her dönemin bir sermaye grubu vardır, o sermaye grubu palazlanırken,
çıktığı kültürü küçük gören, varoşlarda yaşadığını unutan, onları daha da ezen
konuma döndü. Din ile her şeyin ağzını örteceğini, kurandan kopardığı ayetler
ile suçların üstüne sayfalar atarak yok edeceğini, hac’a gidip imajını
değiştireceğini ve de hiç hesap sorulamayacağını düşündü, inandı. Arkadaşlarının
suçlarının ortaklığa savrulması karşısında ve ilişkilerin deşifre olmasından
rahatsızlık duyup onlara şemsiye olmayı seçmesi elbette gelmekte olan sonun
ertelenmesi için yapılan hamlelerdi... Her türlü muhalefet hareketi kendisine
karşı yapılan darbe olarak gören bir paranoyak tutum, ister istemez kişilik
parçalanmasına şizofreni tanımının ağızdan ağıza yayılmasını ortaya çıkardı.
Dinci bir rejimin bir ülke için ne kadar tehlikeli olabileceğini ve laiklik
denen kurumun neden ortaya çıktığını pratikte kanıtladı. Din ve siyaset yan
yana geldiğinde karanlıklar zifiri karanlıklara dönebileceği, hesapsız, ayarsız
tepkilerin din adına yapıldığında hesap sorulamayacağı, aile yaşamın,
alışkanlıkların, geçmişin tüm birikimlerin bir balyoz altında ezildiğini
yaşayarak gördük. Dinci yapıların çıkar etrafında nasıl birleştiği ve yine
çıkar çatışması içinde nasıl bir birlerin boğazına sarıldığına şahitlik ettik.
Din adına insanların birer bombaya döndüğü, kafalarda soru sormayı ortadan
kaldırdığı, her şeyi açıklayan bir liderin olduğu yerde önce biat etmek
gerektiği ve verilen emri yerine getir denildiği bir süreci yaşadık. Dinci
siyasetin işe yaradığını gören ezilen, horlanan dini gruplarında nasıl siyasete
girdiği ve o örnek aldıkları dinci yapıların birer kötü kopyası olduğunu da
yaşayarak gördük. Dincilerin olduğu yerler kirlenmeye ve saf duyguları nasıl
Hassan Sabbah gibi silaha dönderdiğine şahitlik ettik.
Her türlü dini söylem yapan ve dinden güç alanların ne kadar kirli
olduklarını ve çevrelerini nasıl ve hızlı bir şekilde kirlettiklerini yaşayarak
gördük. Dincinin Hristiyan'ı, Alevi’si, Şii’si, Sunni’si olmadığını aslında her
biri birbirinin kötü kopyasını olduğunu gördük. Dincileri ortak noktada
buluşturan kirli hesaplarıdır. Çıkarları için her şeyi yapan ve her şeye
bükülenler, hedefleri için girmeyecekleri renk ve ortam yoktur. Elbette bu
sadece yaşadığımız son döneme ait gözlem değildir, Alevi inancın siyasi
temsilcileri 12 Eylül öncesinde nasıl koalisyon hükümetleri içinde koltuk
yarışı içinde, devletin (!) çıkarı için idama giden gençlerin oylamasından
kaçıp ortada gözükmemeyi seçtikleri bilinen gerçeklerdir. Dinciler ortak
refleksleri vardır, güçlü olduklarında tartışılmaz doğrulara biat eden cemaat
isterler… Zayıf olduklarında ise mağdurluklarını nasıl ekonomik güce
dönüştürüp, o gücü kendi kişisel çıkarları yönünde harcadıkları ve
savurduklarını kısa tarihimiz içinde binlerce örneğini bulabilirsiniz.
Sonuç olarak ve sözü fazla uzatmadan, dincileri siyasi hayatımız içinden
uzaklaştırdığımız an çağdaş dünyayı kucaklayabilir, onların yarattığı kirlik
ortamından çıkabiliriz. Din insanın içinde yaşaması gereken özel bir alan
olarak sınırlandırıldığın da, devlet ile din kurumların ilişkileri kesin
çizgiler ile belirlendiğinde hayat daha da güzel olacaktır. Boğaz kesmeler,
insan katletmeler, bir otele koyup yakmalar, dine küfretti diyerek mizah
dergilerini basmalar tarih olacaktır. Dinciler karanlığı zifiri karanlığa
dönderir, ırkçılar karanlığı kan gölüne dönderir. İnsanlık kendi elleri ile
yarattığı karanlık ortamdan çıkmak zorundadır. Bunun için öncelikle gerçek
anlamda laik sistem yaratılmalı, ırk politikasının temeli olan ulus devlet
anlayışından uzaklaşılmalıdır…
Bir dönem bir bomba patlaması ile kapanıyor…
Karanlıkta yaşamak istemiyorsak çevremizde yer alan karanlık dincileri
gerçek yüzlerini ortaya sermek ve onları çevremizden uzaklaştırmamız
gereklidir...
Dini kendi kişisel çıkar hedeflerine alet edenler dincidir, inandığı için
dinci değildir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.