Sağ - sol yok,
çıkar çatışması var!
Ülkemiz tarihinde
her daim sağ sol çatışması varmış gibi hava yaratılır ve insanlar bu yaratılan
sağ ve sol içinde yer alan cemaat, fraksiyon gibi şeylerin içinde kendilerini
ifade etmeye çalışırlar ve bu cepheleşme ve çatışma durumunda da başarılı
olunmuştur. 12 Eylül öncesi sürekli vurguladığımız bir cümle vardı, “sağ – sol
çatışması yok, faşist katliam var ve ona karşı direnen devrimciler!”
Türkiye devleti
kurulmadan önce, Osmanlı son dönemlerinde de devlet yapımız ve insana bakışımız
kul, köle ve efendi ilişkisi içinde Almanya’dan gelen o dönemde henüz adı
konmamış olan ‘toplum mühendisleri’ tarafından biçimlendirilmiş ve devlet
hiyerarşik yapısı modern batı dünyasına uydurulmuştur. Yeni kurulan
cumhuriyet, Osmanlıdan aldığı devlet geleneğini ve anlayışını devam ettirmiş,
padişah yerine cumhurbaşkanı oturtmuştur. O devrin zamanın ruhuna uygun devlet
adamı ve devlet anlayışı hakim olarak kabul edilmiş ve ulus devleti bakış açısı
içinde homojen toplum yaratmak için devlet adına baskı araçları kurmuş ve
yönlendirmiştir. ‘Padişah’ adı yerine ‘Türk Milleti’ adına kararlar verilmiş ve
padişahın keyfiyeti yerini alan yeni mekanizma aynı keyfilikte devletin çıkarı
için önüne geleni ezmiş, yok etmek için her türlü aracı kullanmıştır.
Fransız devrimi
sonrası feodal yapının tasfiyesi ve yeni rejimin oluşması sürecinde eğitimin
önemi anlaşılmış ve homojen toplum için en gerekli şey ‘eğitim birliği’, ‘dil
birliği’, olduğu anlaşılmıştır. Bu sayede ulus devleti içinde yer alan
diğer kültürler ve halklar asimilasyona uğratılmış ve onların yok olma süreci
hızlandırılmıştır. Kapitalist sistemin doğuşu için sermaye birikimi
ve feodal yapının iktidara güçlü şekilde gelmesini engelleyecek tek modelin
homojen toplum yapısından geçtiği düşünülmüş ve uygulanmıştır. Sermeye
birikimi, ulus devleti içinde yeteri kadar sağlandıktan sonra yeni sınıf ve
iktidar sahipleri, geçmişten aldıkları miras olan emperyalizmi bu sefer kendi
çıkarları için kullanacak ve geliştireceklerdir.
Osmanlı bu
emperyalist bakış içinde o dönem için sonsuz gibi gözüken ve fabrikalar için
gerekli olan enerji kaynakları neden ile paylaşılması gereken topraklar olarak
görülmüştür. Az gelişmiş ve ortaçağ teknolojisi ile 21. Yüzyılı yakalamaya
çalışan Osmanlı, karşısında olan güç karşısında sürekli geri adım atan
konumdadır. Ve reform yapabilecek ne gücü vardır ne de sermaye birikimi.
Sermaye birikimi o dönemin ruhu içinde ulus devleti olmazsa olmazıdır. Homojen
toplumlar kendi ırk temelinde kapitalistler ile sermaye birikimi sağlayacağı
fikri yaygındır ve ilk kriz ile birlikte faşizmin temeli bu ulus devleti
anlayışı içinde doğacaktır. Her şeyin üstünde gören (… über alles) ırkçı bakış
açısı elbette Mussolini ve Hitler’i yaratacaktır…
Cumhuriyet,
Osmanlıdan aldığı mirası sorgulamamış, olduğu gibi kabul etmiştir. Kurumları
bugün dahi yaşamaktadır. Devletçi olarak kurulan cumhuriyet, yanı başında yer
alan Sovyet ve ittifak içinde olduğu batı dünyası arasında bir tampon ülke
olarak kurulmuş, bu sayede Sovyetlerin Akdeniz’e inmesi için bir duvar görevi
görmüştür. Cumhuriyet rejimi ilan edilmeden, devletin biçimi ve tercihi
İzmir’de toplanan iktisat kongresinde batıya ilan edilmiştir. Bu yeni rota
sayesinde Lozan anlaşmasında yetkili devlet temsilcisi olarak kabul edilmesi
sağlanmıştır.
Sermeye birikimi
yapacak özel girişimcinin olmadığı ulus devleti sınırları içinde karma ekonomi çözüm
yolu olarak bulunmuş ve bu sayede devlet eli ile kapitalist yaratma sürecine
girişmiştir. Heterojen olan ve Osmanlıdan aldığı mirasını olabildiğince hızlı
bir şekilde homojen yaratma sürecine girişmiştir. Elbette bu girişim cumhuriyet
ile olmamış, ilk adımlarını Abdülhamit, Hamidiye Alayları ile Anadolu - Mezopotamya
topraklarında Hristiyan’sız bir ümmet birliği kurma girişimi ile atmış ama bunda
başarılı olamamış, onun düşüncesinin başka boyutu ve daha ırkçı şeklini İttihat
ve Terakki Partisi eli ile yapılacaktır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu
politika devam ettirilmiş ve Mübadele ile ülkede Hristiyan azınlık daha azınlık
konumuna getirilerek ülke yönetiminde etkili olmaları şansını dahi ortadan
kaldırmıştır. Azınlıkların ticarette başarılı olmaları (ki bu zorunlu bir
şekilde olmuştur, Osmanlı rejimi altında Hristiyanların, Yahudilerin
ve diğerlerin toprak sahibi olmaları engellenmiş, onların yaşam alanı olarak
ticaret yapmaları teşvik edilmiştir.) onların ulus devleti anlayışı içinde
kaderlerini çizmiştir. Kaderlerinde; sürgün, aşağılanma ve katliam vardır.
Yeni devlet ulus devleti
yolunu seçecek ve sermaye birikimi ile yeni sınıfı devlet eli yaratılacak ve bu
süreç devlet korumalı sınıf 24 Ocak 1980 yılına kadar sürecektir. Ve
o dönemden sonra uluslar üstü kapitalistlerin ‘Liberal Ekonomi’ adı altında
bütün devlet korumasının kalktığı ve yaratılan sosyal devletin yerine parası
olanın parası kadar hizmet alma sürecini başlatmıştır. Devlet birikimi ile
yaratılan tüm işletmeler ulusal ve ulus üstü firmalara ‘zarar ediyor’ gerekçesi
ile devredilmiş ve devlet eli kapitalist sistemin yeni ihtiyacına göre ortadan
kaldırılma süreci devam etmektedir.
12 Eylül sonrasında
devlet yapımız yeniden yapılandırılmış ve dış etkilerin etkisi ile tipik
Ortadoğu ülkesi refleksi gösteren liderlerin hakim olduğu ideolojisi, uzun vadeli
hedefi olmayan parti görünümlü yapıların meclis içinde Karagöz - Hacivat gölge
oyunu oynar gibi bir senaryonun parçası oluvermişlerdir.
12 Eylül öncesi
gibi sonrasında da sağ - sol çatışması yoktur. Bu dönemde tipik Ortadoğu
liderleri gibi bölge lideri olduğuna inanan, ‘bir koyup üç alma’ peşinde olan kendi
kasasını ve çevresindekilerin kasasını öncelikle doldurma peşinde olan, devlet
olanakları ile yaratılan rantın paylaşımının yarattığı göreceli zenginlik
içinde olanların oluşturmuş olduğu kaos vardır. Bu kaosun yaramış olduğu kriz
girdabından bugün dahi çıkamadık. Gün be gün geçmişin tüm birikimleri yok
edilmekte ve din bu süreç içinde erozyona uğratılarak liderler elinde maşa
konumuna gelecektir.
Din, yükselen değer
olarak tüm ülkelerin gündeminde yer alamsı bu “Liberal Ekonominin” uygulanası
için birer araca ve bir şeylerin üstünü örtülme aracı olarak ortaya çıkacaktır.
Savaş, kapitalist sistem için krizden çıkış kapısı olarak kullanılması yeni bir
durum değildir. Son krizden kurutulamayan kapitalist sistem, din kullanarak
güçsüz ve kontrol altında bir düşman yaratmış ve resmi ilan edilmeyen savaşlar
içinde kapitalist sistem kuzey ülkelerin yıkılan devlet yapısını göreceli refah
sayesinde ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Kapitalist devletler
içinde hoşgörü devlet yapısı içinde oldu mu sorusu aklınıza gelebilir. Homojen toplum
arzulayan ülkelerde hoşgörü göreceli olarak varlığından söz edilmesine rağmen,
aslında yoktur. Bizim ülkemiz öznelinden diyebilir ki, hiç bir zaman hoş görü
olmadı. Kısa tarihimiz içinde sürekli baskı ve iktidarın gücünü kullanan bir
Sünni devlet yapısından söz edebilirim. Her dönem içinde ulus devlet bakışını
özümsemiş ırkçı, mezhepçi ve batı karşısında aşağılık kompleksi olanların hakim
olduğu sistem içinde masumlar, mazlumlar ve öteki olarak gördüklerinin üstüne
her türlü baskı unsurunu kullanarak gitmiş bir devlet biçimi varlığını
korumuştur ve korumaktadır…
Bu ülkede hiç bir
zaman özgürlük olmadı.
Her daim bir baskı
yapan vardır ve suç işleyenler masumları her daim cezalandırmış ve ölenler
suçlu, katiller masum olarak ya da kader kurbanı olarak anılmıştır.
Sürekli olarak
devlet dilinde yer alan ve propaganda aracı olarak kullanılan ülkemiz için sağ
ve sol kavramları aslında aynı şey olduğunu ve ayrım olmadığını bugünden
bakarak rahatlıkla söyleyebilirim.
Günlük siyasi parti
isimlerini kullanarak söyleyebilirim ki, AKP ile MHP, CHP ve de HDP (yarın
başka partiler olabilir, parti isimleri çok hızlı bir şekilde tüketilmekte ve
yenileri çıkmaktadır.) arasında büyük fark yoktur. Kök olarak her
biri aynı düşünceden gelen ve kendi hakimiyetini ve gücünü sürekli tutmaya
çalışan bir birliktelikten bahsedebilirim. Bunlara ne sağ diyebilirim ne de
sol. Çünkü sağ ve sol düşünce devlete bakışı ve devletin konumlandırmasında
görüş farkı vardır, bunların o konuda yani devlete bakışları bile sağlam
değildir, çıkarı için her şeyi yapabilecek konumda ve zihniyetteler… O yüzden
bugün iktidarda olan AKP, sağ parti değildir. Mezhepçi ve ırkçı çıkar birliği
etrafında toplanan güruh özelliğini göstermektedir. Çıkar ortadan kalktığında
ANAP gibi dağılma potansiyeli taşımaktadır. İdeolojisi ve çizgisi yoktur. Hedef
diye koydukları ideal bir gelecek projeleri bile yoktur. Olanlar ise var olan
çıkar birlikteliklerin kısa vadeli hedefleridir, rant yarattığı sürece birlik
sorunsuz devam etmektedir. Muhalefet partilerinde alternatif düşünceleri
yoktur, o yüzden iktidar ne zaman sorun ile karşılaşsa, zor konuma düşse
mecliste olan bir parti onun yedek değneği olmuş ve sorundan kurtulması için
canla başla çalıştığına şahitlik edebilirsiniz. .
AKP - cemaat
ayrışması işte bu çıkar kavgasının sonucunda ortaya çıkmış ve arlarında hiç bir
uygulama ve çıkarı için her şeyi yama anlayışı arasında fark yoktur. AKP cemaattir,
cemaat AKP’dir. Tek sorun liderlik sorunudur. Her ikisi de dincidir ve dini
kullanan açgözlüler birliğidir. Gerçek anlamda dine inanmış olsalardı bu kadar
yalanı arka arkaya her iki tarafta kullanamaz, vicdan hesaplaşmasına girmeleri
gerekirdi.
Devlet adına
işlenen tüm cinayetler, devletin çıkarını korumaktan daha çok iktidarın
çıkarını ve iktidar ile işbirliği içinde olan sermaye birikimi içinde olanları
çıkarı doğrultusunda olmuştur. Kayıp silahların başka ülkeye birileri
tarafından ihraç edilmiş olması, onlara rakip olan işadamların bir bahane ile
vurulması veya korkutulması arkasında kontrgerillanın kuruluş amacından çok
uzakta çıkar çatışmasının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Homojen toplum,
homojen ırk, dil, mezhep ve din yaratma süreci insanlık tarihinin son
yüzyılında ortaya çıkmış ve kan göllerini kan okyanuslarına döndüren süreçtir.
Bu süreçten ne yazık ki ülkemiz nasibini almış ve almaya da devam etmektedir.
Ulus devlet savunmak bir anlamda öteki gördüğünü yok edip, onun birikimini
sermaye birikiminde kullanmak anlamındadır. Devlet adına işlenen tüm
cinayetlerin arkasında bu sermaye hareketlerin olduğu gerçeği çatışmaların sağ
– sol ve başka bir adla anılmasını doğurmaz, sadece üstü örtülmek için
kullanılan cümlelerdir.
Son cümleye doğru geleyim, hoşgörü bu topraklara en yabancı olan şeydir. Eğitim diye verilen kafa yıkama yeri olan okullarda hoş görü yerine çocuklar at yarışında yarışan atlar gibi görülüp belirli hedeflere koşan ve koştuğunda ödül alan bireyler olur… Yarışan insanlarda hoş görü olmaz, rekabet vardır. Rekabet ise ister istemez cepheleşmeyi yaratır. Çatışma ile beslenen AKP ve diğerleri meclis içinde varlıklarını korur, ortak çıkarları için hep birlikte el kaldırırlar… Bütün vekillerin ortak çıkarı maaşlardır, vekiller için sunulan olanaklardır…
Bu ülkede keşke sol yaşama alanı bulabilmiş ve kendisini geliştirme şansı bulsaydı, insanlar daha özgür ibadet eder, daha özgür kendisini tanımlayabilirdi... Bu mecliste olanların ortak düşmanı özgürlüktür... Özgürlüğü sahiplenenler ise soldur, geleneklere sahip çıkarak hoşgörü kültürünü savunanlar da sağdır...
Sonuçta hoşgörü ve
özgürlük bu ülkede yoktur, sağ sol ayrımı da yoktur...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.