Antifaşist
mücadele!
Türkiye solu
tarihi bir çok açıdan aslında çok iyi araştırılmış ve üzerinde tartışılmış
değildir, genel doğrular vardır ve o doğruları doğru olarak kabul ederiz… Biraz
ayrıntıya girdiğimizde ise bir çok bilinmez ile karşılaşırız.
12 Eylül
öncesi ve 12 Mart sonrası Türkiye solu nasıl oldu da örgütlülük yapısının
üstünde kitleye ulaştı ve onları yönlendirdi? Sorunu bugün dahi sormaktayız,
çünkü sol bir daha o gücüne kavuşmadığı içinde bu soruya verilecek yanıt
önemini koruyacaktır.
Her kişinin
durduğu yere göre elbette doğruları ve tezleri olacaktır, duruş noktası homojen
olmayan tarihi kendi doğrularını doğuracaktır. Öncelikle benim durduğum noktayı
tarif ederek bu olaya nereden baktığımı kısaca anımsatmakta fayda görüyorum,
çünkü sübjektif yanıtlar her daim tartışmaya açık olacaktır ve doğrunun bir
tarafını tarif etmiş olacağız.
Yenilmiş bir
solun, henüz üzerinden travmasını atamamış, dağınık ve örgütlü duruş yerine
örgütlüymüş gibi davranan ortak geçmiş ve doğrularımızın olduğu yerden
bakıyorum. Her birimizin tarihte rol aldığımız yerin bir aidiyet duygusu
vardır, o duygu bugün birbirimize yakına ama o kadar da uzak tutmaktadır. Çünkü
yaşadığımız günlük olaylara bakışımız ve tepkimizin zaman içinde farklılaştığı
ve bu farklılığın yaratmış olduğu güvensizlik bizim bugün ki sorunlarımızın
temelindedir.
Sol
tarihimizin en kitlesel halini 71 muhtırasından ve sol liderlerin
öldürülmesinden sonra yaptı. Peki, bu kitleselleşme nasıl oldu da örgütlü gücü
aşan boyutta oldu?
71 askeri
darbesi 60 darbesinden bağımsız değildir, her olayın bir önceliği vardır, o
öncelik bizim nasıl bir çizgi izleyeceğimizi de belirler.
60 darbesi ve
öncesi yaşanan antikomünist süreç içinde bir çok birbirinden değerleri
komünistin üzerine suç atılarak olayların üstünün örtülmesi ile doludur ve
bu yiğit insanların acıları ve yaşam öyküleri ile doludur. Rejim, her
sıkıştığından ‘kuzeyden gelecek’ düşman ve ‘sıcak Akdeniz’ suları edebiyatını
yapmıştır.
18
Şubat 1952 yılında resmi olarak NATO üyesi olduğumuz günden beri ülkenin
kader çizgisi de Amerikan ve NATO çıkarları ile uyumlu hale getirilmiştir. NATO
kendi varlığını korumak adına üye olan her ülkede üye olduktan sonra hemen ülke
içinde yeraltı örgütü olan Gladio örgütlenmesini yapmış ve ülkemizin ilk askeri
darbesi bu örgütün bir anlamda sınanmasıdır.
Gladio ve daha
sonra Kontrgerilla olarak bileceğimiz yapının varlık nedeni olarak ‘ülke her
hangi bir işgal durumunda, o işgalin ortadan kaldırılması için yer altında
örgütlenmiş ve silahları ülkenin değişik yerlerine gömülmüş olan sivil gücün
adıdır. Ve bu güç gerilla savaşı taktiği
ile düşmana karşı ülkeyi savunmaktır.’ Bir işgal olduğunda uykuya yatılmış
yetiştirilmiş savaş gücü olan sivil bir gücün savaşmasının öteki adıdır.
Kontrgerilla
her ne kadar ülkeyi korumak adı altında kurulmuş olsa da başka hedefleri ve
cinayetleri tarih çizgimiz içinde yaşadığımız olaylar ile ortaya çıkacaktır.
Her ne kadar gizli ve örtülü ödenek ile devletin icracı kurumu olan hükümetten
de gizlenen bu yapı zaman içinde ortaya çıkacaktır. İlk defa bu kurumun adını
ağzına alan Savcı Doğan Öz ve bunu haber yapma konumuna gelen Abdi İpekçi’nin
cinayetinin bugüne kadar tam aydınlatılmamasının arkasında ki güç olduğunu
artık genel kabul gören bir gerçektir. Ülkenin o dönemin başbakanı bir suikast
ile bu kurumun varlığından artık somut olarak haberdardır.
60 darbesi
içinde yer alan daha sonra siyasi parti başkanı olacak Türkeş ismi bu kurum ile
eş güdümlü anılması da onun yaşamına bakınca ne anlama geldiğini kendisinin 12
Eylül savunmasında söylediği sözlere bakarak daha bir anlam verebilirsiniz.
Evet, Amerika’daki ve Almanya eğitimin yapıldığı yerler Gladio’nun örgütlenmesi
için ordu içinde başarılı öğrencilerin seçildiği noktalardır. Orada eğitilenler kendi
ülkelerinde gitmişler ve ülke tarihi içinde verilen rollerini en iyi şekilde
uygulamışlardır.
Türkiye’deki
solun tarihi bu örgütten bağımsız düşünülemez. Elbette bu örgüt solu
örgütlememiştir ama solun üzerine solun taşıyamadığı yükü bindirmiştir. Sol, 60
darbesinden sonra yaratılan göreceli özgürlük ortamında ilk kitlesel çıkışını
yapmış ve sınıf içinde kendisini ifade etmeye başlamıştır. TİP ilk defa
mecliste koltuk sahip olurken, buna karşı iktidar ve onun desteklediği kurumlar
solun bir daha mecliste yer almaması için önlemler almasını da beraberinde
getirmiştir. Gladio yaptığı darbenin sonucunun istenmeyen sonucu karşısında
yeni stratejiler çizmiş ve kitle içinde açık alanda örgütlenmeyi de kendisinin
önüne koymuştur. MHP bu stratejik değişikliği sonucunda ortaya çıkmış ve Türkeş
bu partinin değişmeyen tek lideri olmuştur. MHP ve gençlik örgütlenmesi bir iki
defa isim değiştirmesine rağmen her daim her olay içinde kendisini ifade etmiş
ve kendisine rakip gördüğü Milli Selamet Partisi gençlik örgütlenmesi ile
çatışmadan da geri durmamıştır. Aslında her ikisi de aynı ilklere sadık ama
vurgu farkı olan örgütlenmelerdir. Birinde İslam vurgusu üstteyken, diğerinde
ırk kavramını öne çıkarılır…
Ülke 12 Mart
öncesi yaşanan süreçte her iki gücün zaman zaman meydanlarda sol avına
çıktığına şahitlik ederiz. En masum gösterilere bile damga vurarak
saldırmışlardır. Sol bütün bu saldırlar altında kendisine özgü ve tartışmalar
içinde yeni yollar aramaktadır. Sol içinde gençlik örgütlenmesi olarak görülen
ayrılma bugün bir çok sol içinde ana damarın da ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. THKP-C, THKO ve TKP-ML bu süreç içinde örgütlenmiş ve çok küçük bir
etki alan içinde kalmış olmalarına rağmen liderlerinin öldürülmesi için yapılanlar
abartılmış ve sürek avı yapabilmek için ortam yaratılmış ve bu ortam içinde sol
içinde yer alan bilinen kişilerin hangi olaya ne tepki vereceği üzerine büyük
olasılıkla çalışma yapılmıştır… Olaylar lider kadronun ölüme giden yolu açmış
ve onların kavgayı orantısız koşullar içinde karşılamaları sağlanmıştır.
Liderlerin kişisel tercihleri ‘kavga varsa, kavgada yerimizi alırız!’
şeklindedir ve orantısız güç koşullarında girişilen kavgada lider kadronun yenileceğini
ve öleceğini bilerek hazırlanmıştır. Liderler bu sonucu etkileyecek ne yazık ki
güçleri örgütsel yapıları yoktur. Fakat onların gösterdiği cesaret ve bir
liderin nasıl olması gerektiği gerçeği o günün ruhunu en iyi şekilde
yansıtmaktadır.
Gladio
Amerikan / NATO çıkarları
yönünde algı operasyonları yapmakta ve ülkenin yeni çizgisini belirleyen Amerikan
doktrinlerine uygun adımlar atmaktadır.
12 Mart solu
tamamı ile ortadan kaldıramamış ve sol tarihsel çizgisine devam etmiştir.
Sol tarihinde
en önemli kitlesel güce eriştiği yıllar lider kadronun ortadan kaldırılması
sonrasına rastlar. Liderlerin ve örgütlerin yerine gelen devamcısı olanlar yeni
sürece sihirli bir değnek ile dokunmadılar ama o güne kadar solun
düşünemeyeceği kadar kitlesel konumuna kısa sürede erişmiştir.
Bu kitlesel
konum tecrübe eksikliği olan sol yapıların her yere yetişememesi ve olaylara
homojen şekilde müdahale etmeyi olanaksız kılmıştır. Gladio denetiminde olan sağ her yerde
ulus devleti yaratmak ve oturtmak adına öteki olarak gördükleri Alevilere,
Kürtlere ve diğer azınlıklara planlı ve sistemli olarak saldırmış ve onları
potansiyel tehlike kategorisine sokarak, bir anlamda Alevileri ve Kürtleri
Türkiye soluna doğru iteklemiştir.
Bu koşullar
içinde sol; karşılıksız, beklentisiz olarak mücadele alanına girmiş ve savunma
çizgisini örgütlemeye çalışmıştır. Sol, kendisine doğru iteklenenlerin düşmanı
olan sivil faşist güçlere karşı mücadeleye girişmiş ve savunma konumunda
kalarak örgütlenmiştir.
Bu mücadele
antifaşist mücadele şeklinde örgütlenmesi için ortam yaratılmış ve devlete
karşı sol örgütlenememiştir.
Ortanın solu
söylemi ile ‘Karaoğlan’ efsanesi ile CHP seçmenini belirlemiş (AP ve diğer sağ
partilerin seçmeni dışında kalan) sahip çıkmış ve öteki olarak görülen Kürtler
ve Aleviler CHP’nin potansiyel ve sürekli seçmeni konumuna gelmiştir. Sağ iktidarlar tarafından hep
iteklenenler bir anlamda CHP ve solun kucağına iteklenmiştir. Bu sayede ülkenin
ve demokrasinin sağlıklı işlemesi için batıda ki gibi sağ ve sol yaratılmıştır.
Ve sağ içinde
örgütlenen Gladio bu ayrışmayı Amerikan ve NATO çıkarları için değerlendirmiş
ve örgütlenmesini ve Gladio için seçilen militanların eğitimi var olan düşmana
saldırarak gerçekleştirilmiştir. Bu saldırlar sonucunda bazı militanlar Gladio
için devşirilmiş ve uluslararası cinayetler içinde kullanılmıştır.
Maraş Katliamı
bir anlamda Alevilere ve Kürtlere karşı bir gözdağıdır, öteki taraftan da
Gladio için devşirilenlerin bir anlamda imtihanıdır. Bir taş ile iki kuş vurmak
bu katliam ile ortaya çıkmış ve daha sonra bir çok cinayette bu strateji
izlenecektir. Tetikçi olarak kullanılanlar medya içinde popüler dahi yapılacaktır.
Tarih gerekli
görüldüğünde taklit edilir ve bilinçaltına işlemiş korkuların yeniden
canlanmasına olanak verilir. Maraş katliamı öte yandan 1917 yılında ki ‘Tehcir’
olayına bir göndermedir.
Demokrat kesim
bu katliamdan sonra daha ciddi bir şekilde korkuya karşı örgütlenmiş ve savunma
konumunda yaşam hakkı için mücadele eder konumuna gelmiştir. Sol bu örgütlenme
içinde üstüne düşen görevi kabul etmiş ve örgütlülük boyutunu çok kısa sürede
aşan konumuna gelmiştir. 1 Mayıs ‘77 katliamı işçi sınıfına verilen mesaj, bir
yıl sonra halka ve daha geniş kesime ulaşan mesaja dönüşmüştür.
Sağ saldırmış,
sol mücadelesini savunmada kalarak kitlesel boyuta ulaşmıştır. Eğer sağ bu
kadar saldırgan bir çizgi izlememiş olsaydı solun birden bu kadar büyük
kitlesel konuma erişmesi kolay olmayacaktı, savunma çizgisinde kalarak büyümesi
de sol örgütlerin örgütsel boyutunu aşmış ve kontrol edemeyecek kadar büyük
kitlenin içinde üstüne düşen görevi en iyi şekilde yapmıştır.
Sol,
antifaşist mücadele içinde yaşanan gelişmeleri tahmin edebiliyor ama örgüt
psikolojisi içinde örgüt çıkarlarını öne alarak tavır almaktadır. Sol geniş
coğrafya içinde yaratılmış olan kurtarılmış bölgelerin oluşması ile birlikte
rekabet koşulları içinde gelişmiş ve birbiri ile incir çekirdeğini doldurmayan
meseleler yüzünden bile örgütler çatışır konumuna dönüşmüş ve var olan örgütler
kasaba bazında bile ayrışmalar içine girmiştir.
Sol, ülke
sathında her tarafta örgütlenmiş gibi gözükmektedir.
12 Eylül
öncesi duvar gazetesi olan duvar yazılar, hangi örgütün hangi sokakta söz
sahibi olduğunu gösterir imajlar olduğu gerçeği ile karşı karşıya kaldık…
12 Eylül
geleceğini sağır sultan duyar da sol duymaz mı, elbette duymuş ama rekabet
koşulları ve yaşanan günlük çatışmalar yüzünden bu gelene karşı önlem alamamış
ve hatta göreceli olarak büyük fraksiyonlar arasında birlik görüşmeleri
yapılması gerekirken aksine bu son süreç içinde silahlı çatışmalar bile
olmuştur.
Sokak, darbe
koşulları içinde panzer seslerini duyulmakta ama müdahil olmadan izleyici
konumdadır. Asker sıkıyönetim içinde gelecek günlerin provasını fütursuzca
yaparken; meclis, seçim ile uğraşmakta ve yaşananları bir anlamda görmezden
gelmektedir. Buna rağmen Gladio örgütlenmesi içinde yer alan siyasi partinin
Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak İngiliz hükümetinden “şemsiyeniz altına
girmek istiyoruz” talebinde bulunmuş ve İngiltere bu öneriyi ret emiş. (http://www.cnnturk.com/2010/dunya/12/23/gun.sazak.ingiltere.ile.gizli.iliski.istemis/600533.0/
) Gelmekte olan darbenin rengini anlayamayan MHP bu darbe karşısında açıkta
kalmamak için her türlü istihbarat alanını kullanmış olmasına rağmen rengini
öğrenmeyecektir.
Gelen darbe
aslında ülkenin kaderi ile oynayacak ve Büyük Ortadoğu Projesinin bir stratejik
ortağı yapacak ve bu değişen tarih çizgisi ile Avrupa’ya yaklaşmaya çalışan
ülkenin artık zemini Ortadoğu çöllerinin kumu olacaktır.
NATO ve
Amerika ülke içinde kendi çıkarını canı pahasına savunmak ile yükümlü olana
rağmen darbe planlayacak ve uygulayacaktır. 12 Eylül bildirisi radyolarda
okunurken Amerika’da Pentagon’da “Bizim çocuklar başardı!” denilerek kadehler
havaya kalkacaktır.
12 Eylül
öncesi yaşanan sol kitlesel olmuş ama iktidar hedefinden uzakta, antifaşist
mücadele yaparak bir anlamda hazırlıksız yakalanmış ve çok kısa sürede panzer
altında kalacaktır. O günden bugüne sol hiçbir zaman iktidara gelememiş ve
hatta kendisini gerçek anlamda örgütleyememiştir.
Sol,
antifaşist mücadele ile kitleselleşmiş ve bu kitleselleşme iktidar hedefini
ortaya çıkaracak örgütlenmeyi yaratamamıştır. Örgütsel boyutunun üstünde
kitleyi savunmuş ve elinden geldiğince onu yönlendirmiş ama onu faşist mücadele
koşulları içinde nasıl davranması gerektiği ve savunma birimlerini
oluşturamamıştır. O güne kadar sadece antifaşist örgütlenmede kalarak gerçek
gücü gözden kaçırmasına sebep olmuş ve bugün dahi yenilmiş solun bireyleri hala
dayak yedikleri, panzer altında bırakan devletin çıkarını savunmakta ve
devletsiz bizler hiç bir şeyiz anlamına gelen cümleler kurmaya devam
etmektedir.
Bir anlamda
devleti savunan taraflar (sağ - sol) bir
birleri ile mücadele ederken ve kurtarılmış bölgeler yaratırken, öte yandan
başka bir güç başka hesaplar içinde ve bir sabah marşlar eşliğinde amacını ilan
etmiştir.
Ortadoğu
ülkesine ‘Rabıta’ eşliğinde marşlar ile yol aldık ve bugüne geldik!
Toplumsal
olaylarda yönlendirme ve algılar ile oynama yeni bir durum değildir. Gladio
İrlanda iç savaşında İngiltere merkez hükümeti tarafından ilk defa uygulanmış
ve orada kazanılan başarı NATO içinde hayata geçirilmiştir. Bugün dahi bir çok
NATO ülkesinde bu örgütün yapmış olduğu cinayetler ve siyasi müdahaleler ortaya
çıkarılamamış ve yüzleşilememiştir. Her ne kadar Gladio cinayetleri genelde
karanlıkta ve kuşku içinde kalacak olsa da bugün artık sonuçlara bakarak hangi
olayların kim tarafından işlendiği tahmini yapabiliyoruz. Fakat son 40 yıldır
ülkemizde yapılan ‘Düşük Yoğunluklu Savaş’ ya da başka söylem ile ‘Kirli Savaş’
bu iç içe geçmiş cinayetleri ayırmamız için olanakları ortadan kaldırmış
konumda…
Antifaşist
mücadele devletin varlığı ve çıkarını değiştirmemiş, ülkenin kader çizgisini
değiştiren 12 Eylül için sadece bir neden olarak karşımızda durmaktadır. 12
Eylül mahkemelerinde savunma yapanların “bizler suç işlemdik, halkımız ile
birlikte halkımız için mücadele ettik” derken ne kadar haklı oldukları bugün
daha çıplak olarak görmekteyiz.
Halk için
halka birlikte mücadele edenler onurumuzdur, onlar bir dönemin içinde olduğu
gibi değerlendirmek ve onların emeğinin küçümsenmemesi gerektiği bir kere daha
vurgulamak istiyorum.
Marx’ın değimi
ile başka "tarihte ne olduysa öyle olması
gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur."
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.