Kötü kötüdür!
Ülkemiz uzun süre yaşadığı kırılmalarına yeni bir halka
eklemekte ve sürekli kırılma yaşamaktadır, kısaca kaos ve krizden kurtulamadan
yeni kaos ve krizlerin kucağına oturmakta ve çözüm yolu bulamadan olayların
etkisi ve sarsıntısı eşliğinde savrulmaya devam etmektedir. Çöl fırtınası
içinde kalmış kervan gibi günlük ihtiyacını yolda gidermeye çalışmaktadır ve
çöl fırtınasının yaratmış olduğu tahrişten kervan içinde kalan her toplumsal
katman etkilenmektedir.
Ülkemizin en önemli krizi ekonomiktir, liberal ekonomi karma
ekonominin yaratmış olduğu çürük alt yapıyı iğleştirememiş aksine var olan
çürük da olsa geri kalmış teknolojisinin üstüne yeni bir şey koyamadan ‘özelleştirme’
adına satarak ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Uluslar üstü sermaye kendi
çıkarına uygun olarak evrensel planlarını katı şekilde uygularken, değişik
coğrafyalarda montaj sanayisini geliştirerek, her koşulda ulusların bu montaj
teknolojisine bağlı kalarak kapitalist sisteme daha uzun bağlanmasını sağlamak
için alt yapı oluşturmaktadır. Her hangi bir coğrafyada ‘devrim’ ile sistemden
kopma olduğunda montaj sanayisinin teknolojisini elinde bulunduranlar için
doğal olarak devrim ile kopanlar sisteme her hangi bir tehdit
oluşturmayacaktır.
Devrim ile sistemden çıkanlar teknolojileri elinden
alındığında ve sistemin dışına düştüğünde daha ağır kaos ve kriz ortamında
kalmasına neden olacak ve ışıklar içinde camekanlı sokakların yerini karanlık
hakim olacağı varsayılmaktadır. Bu karanlığa hiçbir yeni toplum dayanamayacak
ve Sovyetler gibi geri dönecektir! Montaj sanayisinin değişik coğrafyalara
yayılmasının en büyük nedeni uluslara üstü sermayenin bu öngörüsü yatmakta ve
korkusunu bu şekilde önlemeye çalışmaktadır.
Uluslar üstü henüz kapitalist sistemin yasaları kağıt
üzerinde oluşmamış olmasına rağmen fiili olarak hayatın içindedir ve her firma
belirli coğrafyaya bağlı olarak kalmadan paranın sürekli hareket olduğu bir
alanda hayatta kalma yarışı vermektedir. Tröstleşme tehlikesine karşı sistem
önlem alamadığı için devler arasında mücadele bir çok ülke ekonomisinin
çökmesine kriz ortamında çırpınmasına sebep olmaktadır.
Kapitalist sistem ‘by by Lenin’ ve onun yarattığı sistem
derken yenisini oluşturamamış, ulus devleti belki de olması gerektiği zamandan
önce tarihin çöplüğüne bırakmaya çabalamış ama hiçbir yasası ve öngörüsü
olmadan esen rüzgarın eşliğinde! Bu ‘Yeni Dünya Düzeni’ verilen dönemde
ulusların ve uluslaşma sürecini henüz tamamlamamış toplumlarda sermaye birikimi
komik bir görünüm almış ve her sermaye sahibi aslında var olan sistemin sadece
taşeronu ve taşerona verilen kırpıntılar ile ayakta durmaya çalışan konumuna
dönmüştür. Teknoloji üretmeyen her ülkenin sermayesi başka sermaye için sadece
montaj ürün yapan bir yedek değnek konumundadır ve istenildiğinde hemen vazgeçilebilecek
konumundadır.
Bizim gibi geri kalmış ülkelerin sermayesinin el
değiştirmesi sadece dış güç olan uluslar üstü sermeyenin ihtiyacına göre
olmaktadır. Yeni sermeye grubu ve işverenler dernekleri ancak hizmet sektörünün
temsilcilerinden oluşmakta ve her an ortadan kalkacak gücü temsil etmekteler.
Kısaca çöl fırtınası içinde çöl kumlarının hareketli olduğu yerde hiçbir zaman
istikrar olamayacak ve istikrarsızlık sürekli krizin ana nedeni olacaktır.
Ülkemiz ‘Ortadoğu’ ülkesi olmasını tercih edenler buna uygun
siyasi figürleri toplumun üzerine asmış ve onların kaprisleri ve öngörüsüz
maceraperest ruhlarına uygun hava vererek tüketim toplumunun her türlü
ihtiyacına uygun olarak tüketici, eğitimsiz ve sadece tüketmeye güdülenmiş bir
toplumsal düzen inşaat etmiştir. Bu tercihe elbette sadece ekonomiyi ve
toplumsal katmanları etkilemedi, toplumsal kademeler arasında ilişkileri de
etkilemiştir. Geçmişte belirli bir ideali savunanlar bu dönemde ideal olanın
daha fazla para kazanmak ve parası olanın gölgesinde söz söylemek olduğu
keşfetmiş ve her türlü hareketin ‘geçmişte kalacağı’ ve ‘sorgulanamayacağı
duygusu’ hakim olmuştur. Bu elbette ahlakı ortadan kaldırmıştı. Kendi
bacağından asılan koyun gibi kasabını bekleyen birer kurbanlığa dönüştüğünü
farkına bile varmayan kişilikler ve bireyler ortaya çıkmıştır. Geçmişin
hesabını vermeyen ve gününü gün eden bireyler. Elbette bu işte de gözü açıklar
ve saflar olacaktır, ama ‘Yeni Dünya Düzeni’ saflar için kapılarını çoktan
kapatmış, onlar olsa olsa kapı kulu olacaktır.
12 Eylül bizim ülkemizin rotasının değiştiği en önemli
kırılma tarihidir, o tarih ile liberal ekonomi ve onun ürünü olan liberal
düşünce ülkemize sola küfretme ile kendisini tanımlamış ve geçmişin tüm sol
değerlerini piyasa koşullarında alınıp satılan ve geçmişin anılarının
pazarlandığı ortama dönüştürerek elde viski, piyano sesi eşliğinde yağmalanmış
boğaz görüntüsünde ‘günlük’ yaşayan ve geçmişin tüm değerlerini paraya döndüren
ve geleceğin de parası olanın parası kadar yaşayacağı bir düzen olduğunu
öngörüsüne göre parası olanın yanında ya kapı kulu ya da sözcüsü olarak
varlığını konumlandırmıştır.
Sol liberal adı verilen ve bireylerin öne çıktığı bu süreç
ile ülkemiz içinde ‘yaşanan’ adı konulmamış ‘savaşın’ sonuçları kısa sürede
kendisini göstermiş, homojen gibi görünen toplumun aslında homojen olmadığı ve
gözlerimizden kaçırılan bir çok ayaklanmanın ve katliamın yaşandığı geçmişi
olan kapalı bir cumhuriyete sahip olduğumuz gerçeğini toplumun tüm katmanları
anlamıştır. Resmi tarih ile eğitilenler bu yeni sürecin sert rüzgarından ‘savrulmuş’
uç noktalarda görüşlerini savunurken ve karşılıklı cepheleşmeye gitmiştir. ‘Vesayetten
kurutulacağız’ diyerek yeni ‘vesayetler’ yaratılmış ve bu yeni yaratılan ile de
çıkarlar çatışmasına göre bireyler farklı konumlarda kendilerini tanımlama
ihtiyacı duymuştur.
Sol liberal, geçmişin hesabını her daim kapatan ve bugünü
konuşandır. Geçmişin hiçbir zaman hesabını vermemiş ve vermek içinde onu
zorlayacak hiçbir yapı olmamıştır. O yüzden sol liberaller buna güvenerek
sürekli saf değiştirmiş ve yeni konumuna vicdanı rahat şekilde uyum
sağlamıştır. Bir gün küfürler ettiği bir sermeye sahibine, ertesi gün danışman
olarak işe girmesi her hangi bir soru oluşturamamış, düzenin şartları bu
denilip geçiştirilmiştir. Ahlak ortadan kalkığı için geçmişte yaşanmışlıkları
yeri geldiğinde kullanmaktan çekinmemiş, geçmişin liderlerinin anılarının
pazarlandığı ortamlar yaratmaktan da çekinmemiştir.
Sol liberaller ahlaksız ve ilkesizdir.
Yeri gelir kolunun arasına dosya alır arabulucu olur, yeri
gelir kürsüye çıkar sözcü olur, yeri gelir rakip olarak gösterdiği bir sermeye
ve liderin parası ile ona karşıymış gibi yapıp algılar ile oynar, yeri gelir ‘eşinin’
üstüne kendi biriktirdiği kendi bokunu atar ve bunu dahilik belirtisi olarak
pazarlar. Yeri gelir yeni keşfettiği aidatlar ve ırklarının temsilcisi olduğunu
vurgular ve kendisine gelecek her türlü eleştiriyi o ırka ve etnik yapıya
yapıldığı vurgusunun arkasına saklanır.
Yuvarlak kurulan her cümle ile algı kargaşası yaratılır ve
her ortamda kürsüye çıkıp konuşur. Liberalsiz ‘artık’ hiçbir medya ve toplantı
olmaz. Liberallerin belirlediği entelektüel hava toplumun daha da çürümesine
yol açmakta ve olması olasılık olan demokratik kitle örgütlenmenin önünde en
büyük engel olarak çıkarlar, çünkü çürümüşlüklerini ve ahlaksızlıklarını her
yere saçmaya devam ederler.
Ülkenin lider kadrosunun yaratmış olduğu kan denizinden hem
sorumlu hem de sorumsuz gibi davranırlar. Liderlerden nemalandıkları sürece
kandan beslendiklerini liderlerinden saklamazlar ama halka masum ve temiz olduklarını
gösterirler. Ama çıkar çatışmasına girdiklerini ise savundukları ve gölgesine
saklandıkları liderleri mezara koymak için her türlü yolu mubah görürler ve
hatta zamanı gelince ‘kandırıldık’ diyerek de günah çıkarma merasimine
katılırlar.
Sonuç, sol liberaller kötüdür ve kötüden iyi çıkmaz. Kötü
kötüdür. Geçmişin hesabını vermeyen ve geçmiş ile yüzleşmeyen her kötü kötülük
yapmaya devam edecektir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.