Mazlumun yanından bakmak!
Toplumun dönüşümünde her ilerici adım mazlumun yanından
olmak ve oradan bakmak ile olduğunu tarih sayfalarını biraz kurcalarsanız
farkına varırsınız. Eğer duruşunuzu iktidarda yer alan tarafından koyuyorsanız
iktidarın sizin için düşündüğü iyiliğine katlanmak zorundasınız, çünkü hiçbir
iktidar başkası için iyilik düşünmez, kendi iktidarını daha uzun sürdürebilmek
için çıkar ilişkisi çerçevesinden bakar ve ona göre adımını atar. İktidarda
olanlar her daim tutucudur ve var olanın değişmesini istemez. Popüler söylem
ile istikrar bozulsun istemez.
İktidar da kim olursa olsun baskıyı temsil eder. Çünkü var
olanı korumak ve değişimin önünde durabilmek için baskı aracını devlet eli ile
kullanmak zorundadır.
İktidar mücadelesini kişisel mücadeleye döndürenler, olayı
kişiselleştirip kişilerin yaptığı davranışlar üzerinden siyaset ve politika
belirleyenler aslında var olan hakim düşüncenin ve ekonomi politikanın
değişmesini istemeyenlerin yapmış olduğu mücadele yöntemidir. “Aslında politika
iyi ama yönetenin kişisel hırsları bu iyi olanı kötü yapıyor ve tüm sorunlar bu
kişinin ego sorunundan kaynaklanmaktadır” anlayışını temsil eder. Bugün iktidar
mücadelesi yapan tüm siyasi partiler kişi üzerinden karşısındakine saldırıyorsa
aslında sorunların üstünü örtmek ve devletin çıkarını koruyan bir duruşları
olduğunu söylemek sanırım abartı olmaması gerek. Devlet politikası her şeyin
üstünde gören ve devletin çıkarına göre duruşunu belirleyenler, iktidar
mücadelesini kişiler üzerinden yaptıkları sürece var olan iktidarın değişimin
imkansız kıldıklarını ve her seçimin birer referandum gibi algılanarak var olan
dengelerin üç aşağı beş yukarı korunması anlamındadır. Kişiselleştirilen her
siyasi iktidar mücadelesi öteki anlamında “ben halimden memnunum ve elimde olan
ile idare etmesi beni rahatsız etmemektedir.” Muhalefet yapılar kendi iç
iktidar mücadelesini acımasızca yaparken iç mücadele biçimi de kişiler
üzerinden olmasına özen göstermektedir ve moda değimi ile bizim partinin
geleneğinde ve ahlakında liderinin dışında konuşması ve liderin konuşması
üzerine başkasının konuşması olmaz lafı dillendirilir. Lider her şeyi bilendir
ve onun önsezileri / sözleri doktrin gibi anlaşılır, tartışılmaz. Liderin
belirlediği teşkilat yöneticileri, liderinin daha rahat politika yapması ve
kamuoyunda daha fazla ilgi bulması için ‘PR’ (Public Relations = Halkla
İlişkiler) çalışması yapar. Liderin seçtiği teşkilat ise demokrasi gereği
kongrelerde liderlerini seçer. Liderin
seçtiği milletvekilleri ve belediye başkanları ise yine kongrelerde liderlerini
destekler ve gelecek seçimlerde bir daha seçilme şansları olsun diye. Demokrasi
öyle bir sarmaldır ki, lider etrafında yapılmış örgütlenme içinde örülmüş bir
çıkarlar ilişkisi bütündür. Bu ilişki ile bürünmüş siyasi yaşam elbette kişiler
üzerinden olaylar yorumlanacak ve politika ve projeler her zaman geri planda
kalacaktır. Geri planda kalan projeler de elbette uygulanan projelerden ve
planlardan pek farkı olmadığı programlara bakarak görülebilir. Ülkemizin
planlarının üzerinde her zaman ABD damgasını görebilir, güvenlik projelerinde
ise NATO damgası sürekli yerini korumaktadır. NATO bilgisi ile kurulan
Kontrgerilla faaliyetleri sonucu kaç insanımızın kanı toprağa düştüğünü kimse
net olarak söyleyemeyecek konumdadır.
İktidar yanından ya da onun belirlediği noktadan olaya
bakınca değişimin ne kadar imkansız olduğunun farkına varmak kısaca anlattığım
perspektif ile de ortaya çıkmaktadır. Değişim isteyenler, toplumu ileriye
taşımak isteyenler her zaman çoğunluğun ve iktidarın penceresinden değil
mazlumun ve azınlığın penceresinden bakmak zorundadır. Tüm toplumsal dönüşümler
mazlumların iktidar ile girdiği mücadele sonucunda ileriye taşınmıştır, iktidar
ise bu ilerici adımları zor ile bastırmış toprağın kan ile sulanmasını sağlamaktan
başka şey yapmamıştır. Eğer bir ülkede her hangi bir azınlığın hakkı yok
sayılır ise o ülke çağdaş, demokrat ve insan haklarına saygılı bir toplum
değildir. ( Bu tanımın içinde Fransa ve benzerleri de yer almaktadır ve Fransa
bana göre en barbar ülkelerden biridir, çünkü orada Bask ve diğer halklar yok
sayılmaktadır. ) Azınlık hakları ve ona gösterilen saygı/ olanak toplumun
hoşgörülü olup olmadığının da resmidir. Çoğunluk hakları her toplumda zaten
korunur ama azınlıklar en ufak ekonomik dar boğazda ya da siyasi kaos içinde
hedef olabilmekte ve toplumun nefret söylemleri ve linç kültürü onlar üzerine
doğru dönmektedir.
Ülkemiz demokrat, çağdaş, ileri ve azınlıklara karşı
hoşgörülü bir devlet yapısından çok uzaktadır. Devlet anlayışımız içinde hoşgörü
kelimesi sadece havada sallanan bir balondan farksızdır, uygulamamız ve hukuk
anlayışımız zor kavramı içinde yerini bulur. İktidara göre ve çıkarına uygun
şekilde devlet olanakları değişim göstermekte ve kararları iktidarın o anki
çıkarına uygun şekilde değişime uğramaktadır. Yasalarca hakimlere verilen
kişisel tolerans hakkı iktidarın çıkarına uygun olarak kullanılmaktadır.
Mağdurluk her toplum için söz konusudur, önemli olan mağdur
olanın bir daha aynı şekilde mağdur olmaması için o koşulları ortadan kaldıran
düzenlemelerin yapılmasıdır. İlerleme ancak bu şekilde olması gerekirken, bizde
bir birine benzer mağdurların çok olması ve gün geçtikçe de ortaya çıkması
aslında biz yaşananlardan ders almadığımızı ve çoğunluğun haklarının
korunduğunu idrak etmemize yol açmaktadır.
Yakın tarihimiz içinde birçok olay yaşadık. Bir biri ile
bağlantısı olmayan ama bir biri ile iç içe geçmiş birçok cinayet, katliam
yaşadık. Dink cinayeti, Trabzon’da öldürülen papaz cinayetinin devamı gibidir,
Malatya’da işlenen misyoner cinayeti de onun devamı konumundadır. Katilleri
farklıdır ama işleniş biçimi ile hedef seçimi aynı mantığın ürünü olarak
karşımıza çıkmaktadır. Mağdurluk ortadadır ama onu ortadan kaldıracak hiçbir
düzenleme olmadığı gibi yeni cinayetlerin oluşmasını sağlayan siyasi ortam her
zaman mevcudiyetini korumaktadır. Bu olaylardan ders alıp nasıl bu cinayetleri
önleyebiliriz konusunda yasal/idari hiçbir düzenleme olmamıştır.
Halk olarak bizler, bir Ermeni öldürüldü “hepimiz Ermeniyiz”
diyerek mağdurun arkasında ve yanında olduğumuzu ilan ettik…
Ben kişi olarak mazlumdan yanayım ve mazlum Kürt olmuş,
Süryani olmuş, Laz olmuş, Ermeni olmuş, Gürcü olmuş… diye bakmam, onun yanında
durur, ezilmemesi için, yaşaması için, birlikte yaşayabilmek için onun yanında
dururum, tıpkı Hrant'ın yanında durduğum gibi…
Mazlumların hakları verilirse hayat daha güzel ve yaşadığım
yerler daha renkli olur. Azınlıkların hakları olduğu sürece özgürlüklerden,
hoşgörüden bahsedilir, yoksa hakları; orada ne özgürlük olur ne de hoşgörü. O
yüzden her gün ölen her Kürt ile ölüyorum, her acı çeken ile kanıyorum, her göz
yaşına ortak oluyorum…
Artık yeter!
Bu kadar acı çektirmeyin bize, birlikte yaşayalım!
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.