Galata Gazete


4 Ocak 2016 Pazartesi

Savaş gerisi…

Savaş gerisi…

Savaş gerisinde (cephe gerisi) kalan halklar her zaman erk sahibini destekleyenlerin gözünde potansiyel düşmandır ve savaş durumunda gelip hançeri sırtından saplayacağı inancı yaygındır.  Bu inancı her dönem erk sahibi olan iktidardakiler sistematik ve düzenli bir şekilde gündemde kalmasını sağlamış ve düşman gördüklerine karşı her dönem örgütlü olarak saldırmış, onları provoke etmiştir.
Osmanlı döneminde düşman Yahudiler ve Hıristiyanlardı. Ulus devleti şeklinde oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde ise azınlık ve dışında kalan ‘diğer/öteki’ olarak kabul edilen her kültür, inanç, halk düşman olarak görülmüştür. Ve devlet eline geçen her fırsatta düşman olarak gördüklerini cezalandırmıştır. Ölen her daim ötekilerden olmasına rağmen suçlu da yine ötekilerden bulunmuştur. Gerek işbirlikçi, gerek dönekler yanında yasalar ile suçlu her dönemde öteki olarak kabul edilendir.
Osmanlı çökme dönemi ve Türkiye cumhuriyeti kuruluş ve yapılandırma döneminde bir çok toplu kanlı olay olmuş ve resmi tarih hepsinin üstünü ya örtmüş ya da devlet, istemeyen bazı odaklara karşı savaşmış olarak gösterilmiştir. Gerek gördüğüne İngiliz ajanı, gerek gördüğüne Amerikan Mandası isteyen, gerek gördüğünde suç bulamamış olmasına rağmen dava dosyaları yok edilen ama İstiklal Mahkemesi /devamı olan mahkemeler (olağan üstü, devlet güvenlik…) tarafından verilmiş idam cezaları tarihin karanlık dehlizlerinde bulunmaya devam etmektedir. Türkiye, Osmanlının devamdır, düşman kavramını da oradan miras almıştır. Abdülhamit ve İttihatçı paşalar tarafından uygulana cephe gerisini temizleme operasyonları bugün dahi canlılığını korumakta ve savaşa göre cephe gerisinde yer alan öteki kabul edilenlerin üstünden düşük yoğunluklu savaş baskısı ortadan kalkmamıştır. Barış dönemi gibi gözüken dönemlerde asimilasyon politikalar acımasızca uygulanmış, yatılı okullar/ devlet okulları ve askerlik zor ile devletin dilini, dinini ve mezhebini kabul ettirilemeye zorlanmıştır. Bu suç sistemlidir, düzenlidir ve hukuka uygun şekilde milyonlarca insanın gözü önünde ama çoğunluğa hissedilmeden yaptırılmaktadır. Devlet erkini kim eline geçirirse geçirsin bu devlet politikası aksaksız ve düzenli bir şekilde yapılmaya devam etmektedir.
Bölgemiz Ortadoğu kirli oyunlarının olduğu bir bölgede yer almaktadır ve bu bölgenin enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne ev sahipliği yaptığından hala paylaşım ve çıkar çatışmalarının merkezindedir. Emperyalist devletlerin çatıştığı alanda orada yaşayan halklar ne için, kim için ve neden savaştıklarını bilmeden iç savaş ve bölgesel savaşların hiç bitmeyen kıskacı içinde yaşamaya ve çevresinde savaşı yaymaya devam etmektedir. Ortadoğu ülkesi konumuna düşen Osmanlının devamı olan ülkede bu savaşlardan elbette nasibini almaya ve ekonomik / teknolojik anlamda her dönem bağımlılık ilişkisinde yaşamaya ve ayakta kalmaya çalışmaktadır.
Türkiye kuruluşu her ne kadar resmi tarihe göre Kurtuluş savaşı sonucunda bağımsızlığını kavuştu denilse de politika ve tarih bilgisini karşılaştırmalı inceleyenler için bu yalanın pek değeri yoktur. Türkiye zamanın koşullarına uygun olarak tampon bir ülke olarak kurulmuş ve zaman içinde NATO’ya üyelik ile artık Sovyet bloğunun sınırında duvar olma özelliğini benimsemiştir. Türkiye’yi kuran anlayış ulus devletinin tanımına uygun olarak devletini biçimlendirirken sermayesini uluslaştırma adına azınlıkların elinde bulunan sermayeyi zor ile Türkleştirmiş ve yeni zenginler yaratmıştır.
Türkleşen sermeye ama Osmanlıdan kalan ama istenmeyen Kürt ve Alevi nüfusun nasıl eritileceği konusu her dönem için cevaplandırılması gereken bir sorun olarak kalmıştır. Açık saldırı yanında asimilasyon politikaları özellikle bunlar üzerine yoğunlaştırılırken, daha az nüfuslu Hemşin, Laz, Pontus’dan kalan Rumlar, Çerkezler, Arnavutlar, Makedonlar… ve diğer halklar ve kültürler de bu politikalardan etkilenmişlerdir.
Türkiye yeni bir Ortadoğu savaş girdabının içine hızlı bir şekilde çekilmektedir. Çünkü son 20 yıllık ülkeyi yöneten anlayış, bağımlılık ilişkisini daha da güçlendirmiş ve kendi çıkarını öne alarak özelleştirmeyi halk adına ama yandaş lehine yapmıştır. Devlet küçülürken elde ettiği gelirler dolaylı vergilere doğru kaymış ve bütçe açığını kapatamayacak, tüketime dayalı bir kültürün yerleşmesine de sebep olmuştur. Sürekli ekonomik kriz ve onun dolaylı etkisi olan siyasi kriz ülkenin iç işleri kadar dış işlerini de etkilemiş ve bütçe açığını bir koyup üç alma telaşı ile komşu ülkelerin iç işlerine ve Ortadoğu savaş ortamına doğru cüretkar hamleler yapılmasına neden olmuştur.
Özal’ın liberal savurganlığını bugün ki dört eğilimi temsil ettiğini söyleyen de parti de daha açıktan yapmaktadır. Irak savaşı ve sonrası yaşanan kaotik ortam mezhep savaşına doğru eğimlendiği bir ortamda cephe gerisi düşman tanımına göre Aleviler hakkında olur olmaz fetvalar verilmekte, düşman olarak gösterilerek cephe gerisinin boşaltmak için hamleler (katliam girişimleri) olma olasılığı artmıştır. Zaten düşük yoğunluklu savaş ile Kürtler açıktan katliamlara uğramakta ve köyleri, ilçeleri boşaltılmaya devam etmektedir.
Ermenilere yapılan ‘tehcir’ yerine başka bir uygulama bugün devletin gizli odalarında senaryolaştırılmakta ve ona göre ortam yaratılmaktadır.
İran ve Suudi Arabistan gerginliği elbette basit ve sıradan bir olay değildir. Ortadoğu bataklığında mezhep savaşı demektir. Suudiler dünyada İslam adına terör yapan her oluşumun içinde maddi olarak yer alırken (Hibrit Savaş kuralına göre) şimdi kendisi bir maşa konumuna düşmektedir. Saddam Hüseyin’e verilen rol bu sefer Suudilerin tanınmayan prenslerine ve kralına verilmektedir.
Mezhep savaşı Osmanlı’nın en çok sevdiği savaştı, şimdi onun devamcısı devlet mezhep savaşı yapmak için hızlı adımlar ile çöl kumlarına doğru sürüklenmektedir. Elbette bu mezhep savaşının galibi olmaz, ama çöl kumları kana doyacaktır. Çöl kumunda kırmızı güller kan ile sulanarak açacaktır.  IŞİD mezhep savaşının en açık Hibrit savaş aracıdır. IŞİD’i kuran ve besleyenlerin birlikteliği artık saklanamayacak konumundadır.
Cephe gerisi senaryosu bugünlerde bir yerlerde biçimlendiriliyor. Bu savaşta cephe gerisinde kalacak halklar bir arada bir birini desteklediği sürece devletin yönetenlerin macerasına uymayacak ve kendi ayakları üzerinde kendi kaderlerini çizecektir. Mezhep savaşları bizim savaşımız değildir, savaşa katılmayacağız!
Cephe gerisinde yer alan halklara kalkacak her el kırılmalıdır, aksi halde kim, ne için, kimler için savaştığını bilmeden bir birini boğazlayacaktır…

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.