Savaş gerisi…
Savaş gerisinde (cephe gerisi) kalan halklar her zaman erk
sahibini destekleyenlerin gözünde potansiyel düşmandır ve savaş durumunda gelip
hançeri sırtından saplayacağı inancı yaygındır. Bu inancı her dönem erk sahibi olan
iktidardakiler sistematik ve düzenli bir şekilde gündemde kalmasını sağlamış ve
düşman gördüklerine karşı her dönem örgütlü olarak saldırmış, onları provoke
etmiştir.
Osmanlı döneminde düşman Yahudiler ve Hıristiyanlardı. Ulus devleti
şeklinde oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde ise azınlık ve dışında
kalan ‘diğer/öteki’ olarak kabul edilen her kültür, inanç, halk düşman olarak
görülmüştür. Ve devlet eline geçen her fırsatta düşman olarak gördüklerini
cezalandırmıştır. Ölen her daim ötekilerden olmasına rağmen suçlu da yine
ötekilerden bulunmuştur. Gerek işbirlikçi, gerek dönekler yanında yasalar ile
suçlu her dönemde öteki olarak kabul edilendir.
Osmanlı çökme dönemi ve Türkiye cumhuriyeti kuruluş ve
yapılandırma döneminde bir çok toplu kanlı olay olmuş ve resmi tarih hepsinin
üstünü ya örtmüş ya da devlet, istemeyen bazı odaklara karşı savaşmış olarak
gösterilmiştir. Gerek gördüğüne İngiliz ajanı, gerek gördüğüne Amerikan Mandası
isteyen, gerek gördüğünde suç bulamamış olmasına rağmen dava dosyaları yok edilen
ama İstiklal Mahkemesi /devamı olan mahkemeler (olağan üstü, devlet güvenlik…) tarafından
verilmiş idam cezaları tarihin karanlık dehlizlerinde bulunmaya devam
etmektedir. Türkiye, Osmanlının devamdır, düşman kavramını da oradan miras
almıştır. Abdülhamit ve İttihatçı paşalar tarafından uygulana cephe gerisini
temizleme operasyonları bugün dahi canlılığını korumakta ve savaşa göre cephe
gerisinde yer alan öteki kabul edilenlerin üstünden düşük yoğunluklu savaş
baskısı ortadan kalkmamıştır. Barış dönemi gibi gözüken dönemlerde asimilasyon politikalar
acımasızca uygulanmış, yatılı okullar/ devlet okulları ve askerlik zor ile
devletin dilini, dinini ve mezhebini kabul ettirilemeye zorlanmıştır. Bu suç
sistemlidir, düzenlidir ve hukuka uygun şekilde milyonlarca insanın gözü önünde
ama çoğunluğa hissedilmeden yaptırılmaktadır. Devlet erkini kim eline geçirirse
geçirsin bu devlet politikası aksaksız ve düzenli bir şekilde yapılmaya devam
etmektedir.
Bölgemiz Ortadoğu kirli oyunlarının olduğu bir bölgede yer
almaktadır ve bu bölgenin enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne ev sahipliği
yaptığından hala paylaşım ve çıkar çatışmalarının merkezindedir. Emperyalist devletlerin
çatıştığı alanda orada yaşayan halklar ne için, kim için ve neden
savaştıklarını bilmeden iç savaş ve bölgesel savaşların hiç bitmeyen kıskacı
içinde yaşamaya ve çevresinde savaşı yaymaya devam etmektedir. Ortadoğu ülkesi
konumuna düşen Osmanlının devamı olan ülkede bu savaşlardan elbette nasibini
almaya ve ekonomik / teknolojik anlamda her dönem bağımlılık ilişkisinde
yaşamaya ve ayakta kalmaya çalışmaktadır.
Türkiye kuruluşu her ne kadar resmi tarihe göre Kurtuluş
savaşı sonucunda bağımsızlığını kavuştu denilse de politika ve tarih bilgisini
karşılaştırmalı inceleyenler için bu yalanın pek değeri yoktur. Türkiye zamanın
koşullarına uygun olarak tampon bir ülke olarak kurulmuş ve zaman içinde NATO’ya
üyelik ile artık Sovyet bloğunun sınırında duvar olma özelliğini benimsemiştir.
Türkiye’yi kuran anlayış ulus devletinin tanımına uygun olarak devletini
biçimlendirirken sermayesini uluslaştırma adına azınlıkların elinde bulunan
sermayeyi zor ile Türkleştirmiş ve yeni zenginler yaratmıştır.
Türkleşen sermeye ama Osmanlıdan kalan ama istenmeyen Kürt
ve Alevi nüfusun nasıl eritileceği konusu her dönem için cevaplandırılması
gereken bir sorun olarak kalmıştır. Açık saldırı yanında asimilasyon politikaları
özellikle bunlar üzerine yoğunlaştırılırken, daha az nüfuslu Hemşin, Laz,
Pontus’dan kalan Rumlar, Çerkezler, Arnavutlar, Makedonlar… ve diğer halklar ve
kültürler de bu politikalardan etkilenmişlerdir.
Türkiye yeni bir Ortadoğu savaş girdabının içine hızlı bir
şekilde çekilmektedir. Çünkü son 20 yıllık ülkeyi yöneten anlayış, bağımlılık
ilişkisini daha da güçlendirmiş ve kendi çıkarını öne alarak özelleştirmeyi halk
adına ama yandaş lehine yapmıştır. Devlet küçülürken elde ettiği gelirler
dolaylı vergilere doğru kaymış ve bütçe açığını kapatamayacak, tüketime dayalı
bir kültürün yerleşmesine de sebep olmuştur. Sürekli ekonomik kriz ve onun
dolaylı etkisi olan siyasi kriz ülkenin iç işleri kadar dış işlerini de
etkilemiş ve bütçe açığını bir koyup üç alma telaşı ile komşu ülkelerin iç
işlerine ve Ortadoğu savaş ortamına doğru cüretkar hamleler yapılmasına neden
olmuştur.
Özal’ın liberal savurganlığını bugün ki dört eğilimi temsil
ettiğini söyleyen de parti de daha açıktan yapmaktadır. Irak savaşı ve sonrası
yaşanan kaotik ortam mezhep savaşına doğru eğimlendiği bir ortamda cephe gerisi
düşman tanımına göre Aleviler hakkında olur olmaz fetvalar verilmekte, düşman
olarak gösterilerek cephe gerisinin boşaltmak için hamleler (katliam
girişimleri) olma olasılığı artmıştır. Zaten düşük yoğunluklu savaş ile Kürtler
açıktan katliamlara uğramakta ve köyleri, ilçeleri boşaltılmaya devam
etmektedir.
Ermenilere yapılan ‘tehcir’ yerine başka bir uygulama bugün
devletin gizli odalarında senaryolaştırılmakta ve ona göre ortam
yaratılmaktadır.
İran ve Suudi Arabistan gerginliği elbette basit ve sıradan
bir olay değildir. Ortadoğu bataklığında mezhep savaşı demektir. Suudiler
dünyada İslam adına terör yapan her oluşumun içinde maddi olarak yer alırken
(Hibrit Savaş kuralına göre) şimdi kendisi bir maşa konumuna düşmektedir.
Saddam Hüseyin’e verilen rol bu sefer Suudilerin tanınmayan prenslerine ve
kralına verilmektedir.
Mezhep savaşı Osmanlı’nın en çok sevdiği savaştı, şimdi onun
devamcısı devlet mezhep savaşı yapmak için hızlı adımlar ile çöl kumlarına
doğru sürüklenmektedir. Elbette bu mezhep savaşının galibi olmaz, ama çöl
kumları kana doyacaktır. Çöl kumunda kırmızı güller kan ile sulanarak
açacaktır. IŞİD mezhep savaşının en açık
Hibrit savaş aracıdır. IŞİD’i kuran ve besleyenlerin birlikteliği artık
saklanamayacak konumundadır.
Cephe gerisi senaryosu bugünlerde bir yerlerde
biçimlendiriliyor. Bu savaşta cephe gerisinde kalacak halklar bir arada bir
birini desteklediği sürece devletin yönetenlerin macerasına uymayacak ve kendi
ayakları üzerinde kendi kaderlerini çizecektir. Mezhep savaşları bizim
savaşımız değildir, savaşa katılmayacağız!
Cephe gerisinde yer alan halklara kalkacak her el
kırılmalıdır, aksi halde kim, ne için, kimler için savaştığını bilmeden bir
birini boğazlayacaktır…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.