Nefret söylemi bitmez!
Savaş bir yerde biterken öte yerde yeniden başlar. Ölenler
değişir ama öldürenler ve kar edenler hep aynı kalmaya devam eder. Nefret
söylemleri coğrafya değiştirse de, kullanılan dil ve kültür değişse de hep
aynıdır. Toplumları parçalamak ve bir biri ile savaşmasını sağlayacak düşmanlık
tohumu ekmektir. Düşmanlık tohumu çabuk
ekilen ve kök salan zararlı bir canlı varlıktır. Bu varlık tüm toplumu
kucaklamaya başladı mı o toplum boğulur ve üzerine bu işten kar sağlayanlar
toprak serper.
Nefret söylemi dilde ırkçılık konusu bilince çıkarılmadığı
sürece sürekli yeni ekilen tohumların uzayan kolları arasında boğulmaya
mahkumuz. Nefret günlük yaşantımızın bir parçasıdır ve yüzyıllardır iktidarlar
tarafından sürekli aramıza ekilmektedir. Tehcir, katliam, soykırım hepsi bu
ekilen tohumların alınan ürünüdür. O kadar ki kan ile sulanmayan bir karış
toprağımız ne yazık ki yok! Her yer her şey kan üzerinden bilince çıkarılmaya
çalışılıyor, insanlığın en kötü buluşu bayrak işte bu kan ile açıklanmaya ve o
bayrak denen sembole verilmiş anlamlar ile nefret söyleminin üstü örtülmüştür.
Bayraklar kötü bir şeyin üstünü örtmek için kullanılmamalıdır, bu düşünceye
hakimsek eğer o zaman dilimizde ki nefret söylemini, ırkçılık belirlemesi olan
kelimeleri söküp atmak zorundayız. Söküp atamıyorsak yeni bir savaş, katliam,
linç kültürünün girdabına girmek kaçınılmazdır ve kapı komşumuz, sevdiğimiz
saydığımız insanlar bile en kısa sürede çatıştığımız insanlar bile olabilir.
Hatta öz kardeşimiz ile kanlı bıçaklı olur ve ömür boyu görüşmeyiz. Geçmişin
tarım yapılan günlerine bir bakın, en kanlı kavgalar kardeşler arasında miras
yüzünden çıkmıştır, şimdi o kanlı bıçaklı olan toprakları üstüne para verecek
konuma geldi, değersizleştirildi. O kavgalar yok oldu ama nefret kelimelerin
içinde yaşamaya devam ediyor.
En son nefret söylemleri kitlesel kıyıma yol açan Irak
işgali ve sonrasında gelişen Arap Baharı sürecinde yaşadık. Afganistan’da CIA
denetiminde başlayan El Kaide birden nefret söylemlerinin kaynağı olmuş ve
bütün dünyada İslami fobi adı verilen bir dalgaya dönüştürüldü. Elbette bu
dalga İslam dünyasının dışında farklı bir İslam algısı oluşturdu ve bu nefret
söylemi hiç tanımadıkları bütün Müslümanları canlı bombaya dönüşen fanatikler
olarak gördü. Nerede bir İslamcı örgüte üye olan görülse linç yapacak, katliama
neden olacak biri olarak bakılmaya başlandı. Bu söylemin tehlikeli boyutunu
fark edenler ılımlı İslam adını verdikleri yeni bir dalga oluşturup devletlerin
başına bu ılımlıları getirip güya panzehir olarak sunuldu ama kağıt üzerinde ki
hesap uymadı ve Mısır’da askeri darbe oldu. Arap Baharı adı verilen dalgada
Libya parçalandı, Irak daha önce parçalanmıştı, Suriye parçalandı. Parçalanan
ülkelerde savaşlar nefret söylemlerine paralele olarak devam etmektedir.
Elbette bu parçalanma ve silah ticaretinin yapıldığı coğrafya sadece İslam
dünyası değil, Avrupa’nın doğusunda da aynı yöntemler ile ama aynı sonucu
göreceğiniz iç savaş devam etmektedir. Bunun gerekçesi de dünya üzerinde
yaşanan kapitalizm içsel krizidir. Sistem yeni bir sıçramaya ihtiyaç duymakta
ve bu ihtiyacını karşılayacak bir organizasyon yaratamamıştır. Ulus devleti
şeklinde örgütlenen ve ulusal sınırlar içinde sermaye birikimi yapan anlayış
yerini Liberal Ekonomi adı verilen politik tercih ile parçalanmış ve devlet
çökertilmiştir. Çökmüş devlet yerini alacak devlet ne yazık ki hala
oluşturulamadığı gibi, rol örneği olarak gösterilen Avrupa Birliği de dağılma
sürecine girmiştir. Kapitalizm hala varlığını koruyan Amerika ve Avrupa kıtası
için krizden kısa yoldan çıkış gibi gözüken silah sanayisi pohpohlanmış ve var
olan savaşlar ile silah sevkıyatı sayesinde göreceli refaha ulaşmıştır. Fakat
bu içsel krizi ve kaosu ortadan kaldırmamıştır. Daha fazla savaşa ihtilaç
duymaktadır ama var olanlar da bir şekilde bitmek zorunda, çünkü mülteci akımı
ve tahmin edilemeyen göç dalgası bu refah ülkelerine doğru yönelirken savaşın
başka boyutu da ülkelerine gelmektedir. Kendi topraklarından uzakta savaşmaya
alışmış ülkeler yükselen ırkçılık ile savaşı ister istemez ülkelerinin
topraklarının üzerine çekmektedir. Klasik devlet ortadan kalkmıştır ama korumak
zorunda oldukları bir coğrafya vardır ve bu görev ister istemez savaşları bir
yerde sonlandırıp başka ülkelerde yeniden başlatarak süreci zamana yaymaktan başka
çıkar yolları yoktur.
Suriye ve Irak'ta yaşanan vahşi karanlığın sonuna doğru
gidiyoruz. Savaş bitecek ve bu karanlığa sebep olan İslam faşizmi ile
hesaplaşılacak!
Biliyoruz ki hesaplaşma olmayacak!
Tarihte faşizm ile hesaplaşılmamış, sadece hasıraltı
edilmiştir. Bu bilinmesinden dolayı hemen soruyu sorayım; İşleri sadece adam
öldürmek ve baş kesmek olan bu karanlık Müslümanların nasıl topluma kazandırılacak
ya da başka bir İslam dünyasına gönderilip orada cihat savaşı vermeye mi devam edecekler?
Yugoslavya iç savaşında kullanılan bu adamlar daha sonra Afganistan, Libya, Irak
ve Suriye de kullanılmaya devam ediliyor. Türkiye’de canlı bomba olarak
karşımıza çıktı. Soru açık aslında orada biten iç savaş yerini hangi ülkede iç
savaş başlayacak ya da hangi iç savaş bölgesinde daha kitlesel cinayetler
işlenecek? Potansiyel iki ülke var Türkiye ve Pakistan! Bangladeş ve Malezya’da
olabilir... Savaşı yönetenlerin bileceği iş artık, bundan sonra hangi ülkede
kendi senaryolarına hayat verecekler? Türkiye batı için sınır, mülteciler
yüzünden sanırım hemen kabul görmez ama belli de olmaz…
Batı için kullanılan ‘aptallar listesi’ gün be gün artıyor,
çünkü silah üreticilerinin yarattığı nefret söylemi birçok toplumda hemen kök
saldı ve komşusunu boğazladı… Bu büyük bir oyundur ve bu oyunun faktörü olan
siyasi liderler Tony Blair gibi durumu kabul etmekteler. Tony Bliar ve onun ile aynı suçu işleyenler
mahkeme önüne çıkacak mı?
Sanmıyorum…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.