Değiş!
Çocukluğumuzda kaldı topaç oyunu, elbette yaşı tutmayan
günümüz gençliği topacı ya çizgi filmde görmüştür ya da nostaljik filmlerden
birinde saniyelik görüntü içinde. Artık topaç yok! Topacın yerini insan aldı,
topaç gibi insan dönüyor…
Türkiye’de fırfır dönmeler bu kadar revaçta değildi ama
çizgi film olarak hayatımıza girdi önce… “Değiş Tonton, değiş!..” Sonra her
fırfırcı oldu bir çizgi film kahramanı, ortamına uygun değişim yaşamaya başladı...
Çizgi filmlere sadece eğlence diye bakmayın, bakın bir çizgi film bile cemaat
propagandası yaptığı gerekçesi ile yasaklandı... Henüz mahkeme karar vermedi
ama büyük olasılıkla mahkum edecektir.
Şimdi hadi oyna deseler topaç döndüremem, o kadar uzak
kaldım ki çocukluk oyuncaklarımdan ne yapacağımı bilemem, içinde nasıl
oynanacağına dair bir rehber kitapçık olmazsa her hangi bir yapbozu bile
yapamam diye düşünüyorum!
Kullanım kılavuzu olmadan elimize aldığımız her hangi bir
şeyi yapmaya cesaretimiz yok, çünkü elimizden aldılar. Nereye gidersek gidelim,
ne yaparsak yapalım bir kılavuz bize eşlik eder. İlk yardım çıkışı, çıkış, tek
yön levhaları da birer kılavuzdur. Kılavuzu olmayan gemi boğazı geçemez, yalıya
çarpar diye bekleriz ama binde bir gemi gider kötü hava koşullarında yalıya
çarpar diyeceğim de artık yalıda kalmadı, yalıların önünde kazıklı yol geçer!
İnsanlarında kullanım kılavuzu olduğunu düşünüyorum, çünkü
işe başlarken imzalanan iş anlaşması bu kılavuz için başlangıç adımdır ama
yazılı olmayan başka bir kılavuz vardır ki bilim adamları psikoloji ve de
sosyal psikolojide gelişmeye uygun olarak yöntemleri tavsiye olarak alır ve de
uygularlar. Bir fabrikada çalışan işçiler hangi kılavuza göre verimlilik yasası
uygulandığının farkına bile varmazlar, bilim adamlarının işverenler için
geliştirdiği yöntem bir ışık/ses oyunu ile çaktırmadan uygulanır bile… Toplum
bilimciler adı verilen yeni bilim alanına göre ise toplumların nasıl ortak akla
ulaşılacağı ve hangi konularda ortak ve doğru (!) yola gireceği topluma nasıl
dikte edileceği konusunda dünya çapında değişik toplumlar üzerine yaptıkları
deneylerin sonucuna göre dünyayı yöneten şirketlerin sahiplerine her türlü
bilgiyi proje adı altında aktarırlar. Onlar da çıkarlarına uygun devlet
yönetimi belirleyip devletten kendileri için ayrıcalıklı işler elde ederler…
Kendi ürünleri daha fazla tüketilsin diye medyanın her türlü aracını
kullanırken, eğitim aracı olan okullar ve güvenlik güçlerinden de sonsuz
yararlanırlar… Toplumlar kendi kaderlerini çizme aşamasından çıkalı çok oldu,
tüm dünyada ortak tüketim alışkanlıkları kazanıyor ve ortak markalar tüm
şehirlerin camekanlarını süslemeye devam etmektedir…
Benliklerimiz ile oynama kılavuzları proje yapmaları için
para aktaranların elinde birer silah olarak durmakta ve projeler için
verdikleri paralar ile insanların benlikleri ile oynamak ile kalmıyorlar var
olan tüm gerçekleri yaratıyorlar. Yaratılan gerçekler içinde yaşayan toplumlar
ise gözleri önünde yaşananları görmüyorlar, kılavuz olarak gördükleri medyadan
izliyorlar.
Medyaya gereğinden fazla önem verilir oldu, onların etkisi
ile ülkenin siyasi ortamı değiştiği vurgulanır ama aslında medyaya hakim olan
bu düşünce toplumu dönüştüren teknolojinin sadece gözden uzak tutulması için
abartısından başka şey değildir, çünkü hedef ve bakılması istenilen yerin alt
yapısına bakarsanız aslında bizi dönüştüren medya değil, onu biçimlendiren
teknolojidir. Teknoloji o kadar hızlı ellerimize verdiler ki, o teknolojin
ekranına bakarak hayatımızı izlemeye başladık, fakat bize pahalı teknoloji
neden ucuz şekilde elimizde olduğunu dahi düşünemez konuma geldik… Teknoloji
hızla ilerlerken insan denen canlıyı sosyal yaşantısı içinde daha dar alanda
daha özgür yaşıyormuş gibi bir simülasyona sebep oluyor. Bu hayali yaratılan
ortamı bizler gerçek yaşamın bir parçası olarak görmekteyiz. Elimize geçmeyen
para ile alış verişler yapıp, tatil planları organize ediyoruz. Fakat rakamlar
bankada bizim borç hanemizi doldurduğunu ve artık borçlar ile kontrol edilen ve
tüketim alışkanlıklarımızın sürekli pompalandığı bir durma düşürüldük. Bu
durumda ki insanın özgürlüğü sadece simülasyonlar ile mümkün kılarak onun
toplum içinde başkaldıran ve itiraz eden birey olmaktan uzaklaştırmıştır.
“Biat et rahat et” adı verilen düzende her birey biat etmek
için değişmek zorunda... bu ulus devleti anlayışının daha bireyci ve çıkarın
daha önde olan anlayışa tekabül eder. Eğer arzu edilen sistemde birey
“değişmiyorsa” o toplumda ‘huzur’ olmaz
diye düşünenlerin hakim olduğu devlet yönetimi ile bireysel ve toplumsal
özgürlüklerden bahsetmek imkansızdır. Devleti bir kendi amaçları yönünde ve
hukuku bireye özgü kurallar içinde yorumlandığında hukuk kavramı adalet kavramı
gibi kağıt üzerine dökülmüş bir lekeden örte başka anlam ifade etmez. Bu
düzende her şey “yaratılan” gerçekliğin üzerine oturduğundan uzun süre
yaşayamadan çökmek ve toplumsal yüzleşmenin / çatışmanın kaçınılmaz olduğu
gerçeğini sanal olarak ne kadar öteleseler de ötelensin kaçınılmaz olacağını
söylemek sanırım abartı olmasa gerek…
Peki, bu düzeni kimler ister sorusu aklınıza gelebilir, kısaca
kestirmeden yanıtlayayım, kaybedecekleri çok şeyleri olanlar böyle bir düzen
isterler. Kaybedeceği çok şeyi olanlar suçlamaların arkasını getirmez, sürekli
suçlayarak haklı konumda kalmaya çalışırlar…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.