Korku!
"..Anlamak, yasak
değildi benim ülkemde...
Anlatmak yasak...''
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Anlatmak yasak...''
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Korku canlıların bir duygusudur, sadece insan ait ve
öğrenilmiş olan değil doğanın tüm canlılara hediye ettiği bir duygu olarak
görmekteyim ama korkuyu büyüten şey ise öğretilen ve korkuya hapsedilen canlı
artık doğal olmayan koşullarda yaşamaya mahkum olmuş bir mazlumdur aynı zamanda
zalimdir.
Korku ile büyüyenler çevrelerine korku yayarak yaşarlar.
Korku üzerine bir şeyleri düşünürken elimde ki saksıyı düşürdüm
yere, saksıda açmış olan çiçekler her biri teker teker döküldü. Korkmuştu
çiçeğim, kendisini soldurdu duygularını ifade ederken, hala gözüm gibi
bakıyorum eski güzelliğine kavuşsun diye… O gün iş saatinden önce karanlığın
içinde yola çıktım, karanlıkta yollar kalabalıktı. Okula giden çocuklar uykulu
şekilde ebeveynlerinin elinde, biraz büyük olanlar ellerinde cep telefonlarının
yüzünü aydınlatması ile dalgın dalgın yolda yürüyorlardı. Soğuk, ayaz varmış
dışarıda kimse farkında değildi sanki, sıkı ve hızlı adımlar ile amaçları yönde
yürüyorlardı. Ne kadar çok değişik amaç var, her birey sanki başka yöne
yürüyor! Gelen giden, karşıya geçen… Bütün bunların içinde bir köpek, kuyruğunu
bacağının arasına sıkıştırmış olanları anlamaya çalışıyor, çünkü eskiden karanlıkta
tek tük gördüğü insan güruhu şimdi kalabalık ve sanki bir şeyi fethedecekmiş
gibi hızlı adımlar ile ilerliyor. Siyah beyaz dünyasında anlamlandırmaya
çalışırken korkuyordu, çünkü sinmiş ve aç karnının gurultusu içinde çöp
kutusuna ulaşıp yanına bırakılmış bir parça şey bulma hayalindeydi belki... Diğer
köpekler yoktu... Karanlıkta köpekler toplu gezer ama artık karanlık da
karanlık olmaktan çıkmış gün gibi aydınlıkmış gibi davranan insanların yaratığı
atmosfer içinde her şey değişmişti.
Korku değişim karşısında duyulan bir duyguydu.
Her değişim güzelliğe açılmıyordu, çoğu zaman ülke kaosu
içinde güzellik yerini vahşete kapısını açıyordu. Açılan kapıdan masum insanlar
girmiyordu. Masum insanların son nefesi havaya karışıyordu açılan her hangi bir
kapının arkasında gelen gürültü ile…
Kapının önünden geçer araçlar ana bazıları karanlıkta durur
bazı kapıların önünde. O duran araçtan inen silahlı insanlar korkuyu yayan ve
büyütenlerdir. Çünkü kimin kapısına gelseler ölümü de yanlarında taşıyorlardı. Faili
meçhul cinayetler kapı önüne gelen araçlar ile gelmişti… Bugün dahi faili
meçhule kurban gitmiş oğulları ve kızları için anneler her cumartesi günü
Galatasaray Lisesi önünde sessiz oturumlarına devam ediyorlar.
Korku, kendisiyle yüzleşildiğinde yenilen bir duygudur.
Korkuyla yaratılan ortam ile yüzleşildiğinde bür çok
olasılık birden ortaya çıkar, bu olasılıklarda birey hangisine doğru yöneleceği
kendi bilgi birikimi ve çevresinden aldığı güç ile orantılıdır. Sonuçta birey
üzerinde rahatlama ile birlikte ya tam teslim olunur ya da direnç olarak
kendisini gösterir.
Korkunun karşısında direnmek ve cesaret kelimesi yerini
alır…
Ülkenin her yeri hapishane olmuştur ama işkence tezgahları
olan hücrelerin duvarlarında yazılanları okuma şansızlığına uğrayanlar bilir,
direniş üzerine kısa cümleler duvarda kazılıdır. “Yılma, yıkılma” gibi... Direnmenin
nasıl bir cesaret isteyen ve olmazsa olmaz olduğunu bilir, çünkü direnmeyen bir
insanın boynuna her an bir urgan bağlanır ve işlemediği suçlardan dolayı yıllarca
hapis yatması bir yana ölebilir de.
Düşmanlık ve cepheleşme sadece suçu ortaya çıkarmaz, suçunda
üzerini de örter.
Hapishanelere insanlar ıslah olunur diye konur ama genelde
orası hayat okuludur, çünkü orada arkadan şişlenmeyi de yaşar, sıkı dostluğu,
yoldaşlığı da… Duygusal olarak bir birine borçlananların oluşturmuş olduğu
organize işler içinde her şey doğal ve olması gibi algılanır, kimse neden ve
niçin diye sorgulamaz, çünkü yaşananların hepsinin kurbanı olarak orada
dururlar. Onları oraya atan korkudur ve o korku ile yüzleşmektir...
“Korku ve itaat” toplumu yaratmayı başardılar…
“Çalışmak için yaşayanlar” aslında bir korkuya teslim olmuş
bireylerin oluşturmuş olduğu toplumdur, çünkü o toplumlarda çalışmayan insanın
başına ne geleceğini sokakta yaşayan evsizler göstermektedir. Sokakta yaşayan
bir evsizin başından geçenler gözler önündedir, dondurucu havada donan, sel
felaketinde suya kapılan, sigortası olmadığı için en basit hastalıktan sokakta
ölenlerin haberleri basın bültenlerine düşer, aynı hızla sosyal medya aracılığı
ile bilincimizin arkasına kazınır…
Korku salgın bir hastalık gibi her yerimize saran bir
sarmaşıktır, boğazlar bizi. Boğulmamak için daha fazla çalışılır, daha fazla
birikim sağlamak ve tasarruf için teşvik ediliriz. Yeni yıldan itibaren tüm
dünyada geçerli olan bireysel emeklilik kanunu ülkemizde de yürürlüğe girdi,
kısaca emekli olunca korkusu şimdiden verilmeye başlandı, çünkü emekli olunca
daha fazla para ihtiyacın var. Peki neden daha fazla paraya? Devletten alacağınız
emekli maaşınız sizi geçindirmeye yetmeyecektir, gün be gün kesilen
emeklilerden paralar dar boğaza düşmüş şirketleri kurtarmak için
kullanılacak… Şirketler neden iki de bir
darboğaza girerler? Onlar zaten uluslararası firmaların ülkemize ki taşeronları
ya da temsilcileri değil mi? Serbest piyasa koşulları içinde müdahil olmamak gerekmez
mi? Serbest piyasa diyerek aslında güdümlü bir piyasa içinde yaşadığımız ve
yandaş şirketlere verilen teşvikler ile haksız rekabet koşuları içinde plansız
büyüme ve harcamalar cari açıkları meydana getirdiği biliriz. Ve bu açıkların ise emeklilerin, işçilerin ve
de memurların maaşlarından kesinti anlama geldiğini de biliriz ama neden ses çıkarmayız,
çünkü ülkemizi ayakta tutan ticarettir ve ticaret var odluğu sürece işimiz
olur, işimizi kaybetmemek için bu çirkin oyunu bile bile ses çıkarmayız! Devletimiz
bakidir! Ama devlet kimindir sorusu sorulamaz, çünkü korkarız. Devlet sürekli
korkutmuştur…
Ruh hali güvercin tedirginliği ile yaşamak!
Bir yerde ‘öteki’ oldun mu, her üzerine bir nefret
söyleminin boşalması mümkündür… Öteki olan her zaman tedirgindir, çünkü
çoğunluk tarafından yok edilmeye ve homojen adı altında asimile veya yok edilme
ile karşı karşıyadır. Homojen toplum ve sorunsuz birey yetiştirme eğilimi
eğitim denen kavramı ortaya çıkarmıştır, eğitilmiş insanın veya canlının
belirli komutlar karşısında belirli tepki vermesi beklenir, eğer veremez ise
korkunun en önemli sebebidir, çünkü korku beklenilmeyenin aniden ortaya çıkası
ve ortaya çıkan kriz ortamını yönetmemektir. Korkanlar krizi yönetemezler,
çünkü kriz onları sarmalın içine alır ve kendi gücü ile savrulmalarına sebep
olur…
Linç yapanlar aslında birer korkaktırlar, kendilerini güçlü
gördüklerinde zayıfı yok etmek için saldırılar…
Standartlaşmak korkuya çekiz düzen vermektir.
Teşhisler standartlaşmanın ortaya çıkarmış olduğu genel
çözüm yolarlına verilen isimdir. Bu genel doğruların her bireye ve topluma
uygulanacağı varsayılır ve kalibre edilmediği içinde yanlış teşhisler ile
yanlış beklentiler ortaya çıkarır ve bu beklenmeyen yanlışlar ise korkuyu
büyütür ve yayılmasına sebep olur…
Bütün dünyada kimlikler kredi kartı boyutuna indirilerek
standartlaşmaya gidiliyor, aynı şekilde pasaport ve diğer kimliklerde… Bütün
bunlar dünya siyasi siteminin korkusuna karşı aldığı önemlerdir. Elektrik
prizinde standartlaşmaya gidemeyenler neden kimlikleri kredi karlarına
benzetmek için standartlaşmaya gittiler?
Korku yayanlar aslında korktukları gelecekleridir.
Gelecek yönünde öngörüler ortaya çıkarken, korkuların bu öngörülerin
ortaya çıkardığını düşünüyorum. Tıpkı insanların birikimi gibi toplumların
birikimi de standartlaşma adı altında yok edilmekte ve tek tip insan, tek tip
toplum, tek tip dil ve tek tip tüketim toplumu yaratılarak farklı düşünme
yönetimlerinin önüne geçilmeye çalışılıyor… Çünkü özgür düşünce farklılıklar
içinde olabilir, tek tip yaşamın olduğu yerde özgür düşünce ve yaşam olmaz…
Geçmişi anımsar geleceği düşünürüz, gerçekte bunun tersi
olsaydı acaba korkularımız ne olurdu? Doğuştan gelen ve güdüler halinde içimize
işlenen ve sonra yaşadığımız çevre, toplum tarafından işlenen korkular ne halde
olurdu?
Bilinenin çok olduğu yerde korku yok olur ama zalimin
zalimlikleri çok biliniyorsa orada korku artar... Her bilgi korkuyu yenmek için
değil, korkuyu büyütmek içinde kullanılabilir…
Korkunun hakim olduğu toplumlar karanlıkta yaşamaya mahkum
edilmişlerdir, fakat ondan daha kötüsü zifiri karanlıkta bilinmezlikler içinde
yaşamaktır. Bilinmezlik korkuyu paranoya boyutundan daha ileriye taşır. İnsanlık
tarihi ortaçağ karanlığında bunun ile ilgili bir çok birikimi geleceğe taşırken
tarih bilgisi eksik bırakılmış toplumların bireyleri ortaçağ karanlığına
birilerin çıkarları uğruna atılmıştır.
Çünkü var olan kapitalist sistem kronik hale gelmiş sorunlarını ancak
savaş endüstrisini canlandırarak atlatacağını düşünür ve o yüzden sürekli savaş
çıkarmak için var olan tüm çelişkilerden yararlanır ve yeni yaratılmış
gerçekler ile toplumlar içinde ve toplumlar arasında savaş kışkırtılır. Ulus
devleti süreci içinde iki büyük dünya savaşı yaşanırken, ulus devletinin
çökertilmesi sonucunda hibrit savaşları adı verilen savaşlar ile ikinci dünya
savaşında kaybedilen insan kadar insan toprağa düşmüştür. Ulus devletinin yerini
alacak devlet henüz tam oluşturulamamıştır, bu sürecin karmaşası içinde
devletin görevleri de artık eskisi gibi net değildir, sadece görüne sermayeyi
korumak ve kollamaktır ama eskisi gibi ulus sermayesi değil uluslar üstü
sermayenin hizmetindedir, onların önünde yer alan tüm engelleri ortadan
kaldırdığı gibi ulus devletin yarattığı veya henüz rant alanına dönmemiş bakir
alanları ranta açarak onların hizmetine yerli iş birlikçiler eli ile verilir… Ulus
devletin yarattığı korkunun yerini yenilenmiş ama içeriği aynı korkular ile
yaşama devam etmektedir…
Neden sigara dumanı yeninden sigaranın içine girmez… Korku
neden yeninden doğru yere dönmez?
Zaman tersine işlemediği sürece korkular ile birlikte
yaşamaya devam edeceğiz… Zaman zaman korkularımız büyüyecek, zaman zaman
azalacak... Azaldığında daha mutlu olacağız, gülümseyeceğiz, korkularımız
artıkça endişelerimiz yüzümüze vuracaktır… insanlığın kurtuluşu ve
korkularımızın en aza ineceği zaman devlet denen mekanizmanın tamamı ile
ortadan kalkacağı ve sınıflı toplumun ortadan katlığı süreç ile oluşacağı
öngörüsü hala canlılığını korumaktadır.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.