Toplum sözleşmesinden bireyin toplum ile sözleşmesine…
Toplum sözleşmesi kralların ve imparatorların keyfi
yönetimine karşı burjuvazinin ve işçi sınıfının keyfiliğe son veren bir
düzenlemenin Jean-Jacques Rousseau tarafından kitap adı yapılmış bir çalışmadır.
Kısaca toplum sözleşmesi ile toplum içinde ayrıcalıklı kimse yoktur ve yasalar
tüm toplum bireyleri için eşittir. İmparator ve kralların keyfi karar verme
hakları ellerinden alınırken hukuk önünde feodal dönemin hakimlerinin diğer
vatandaşlar ile bizim sözlerimiz ile dağdaki çoban ile eşit konuma
getiriliyordu. Elbette bu eşitlik kavramı ve kavgası her ülkede farklı şekilde
seyretti. Ama en önemlisi ayrıcalıklı olan ve tanrının yeryüzünde ki gölgesi
olanların gölge olması ellerinden alındığı gibi tanrı kavramı da devlet (kamu)
alanından da uzaklaştırılarak sıradan ve ticaret dışında olan vatandaşlar
içinde başlangıçta yaşanabilir hale getiriliyordu. Tanrıların yasaları genelde
parası olan ve siyasi gücü olanların lehine işlemişti ve milyonlarca insan bu
çelişki yüzünden hayatını kaybetmişti. Krallar ve imparatorların yandaşları bu
ayrıcalıklı durumdan uzaklaştırılıyor ve tarih artık daha eşitlikçi akacağı
yönünde umut ışıklarını yakıyordu. Başlangıçta yaratılan bu illüzyon kısa
sürede ortadan kalkacak ve din yeni hakimlerin hizmetine biçim ve reform
yaparak yerini alacaktı. Din eskiden kralların ve imparatorların lehine
kullanılırken, yeni düzende burjuvaziye hizmet eden ve burjuva egemenliğinden
yararlanan bir konumda yerini alıyordu. Burjuvazi dini kontrol altına almak
adına kurumlar kurmuş, o kurumlar aracılığı ile toplumun eğitiminde
kullanacaktı.
Fransız devrimi ile umut, bir kıvılcım olarak insanlığın
yüreğinde yakılmıştı, onu daha ileriye taşıyacak olan işçi sınıfı ve onların
oluşturacağı devlet organizmasıydı, fakat beklenen ile akan (yaşanan) tarih
farklılığını ortaya koyacaktı. Beklenilen hız ve düzende tarih akmıyordu,
tarihin akışında söz hakkı artık burjuvazinin eline geçmişti, krallar ve
imparatorlar artık ya tarihin dehlizlerinde yerini alıyordu ya da
işlevsizleştirilip sadece bir sembole dönüştürülüyordu. Burjuvazi bazı
toplumlarda toplum sözleşmesi kağıt üzerine olmayan ama güçlü sözlü ve toplum
sözleşmesine denk gelen hukuk kurallarını oturturken, toplumlar krallarının
geçmişte yaptıklarını özeleştirini /yüzleşmesini yok ettikleri, eziyet
ettikleri, köle haline getirdikleri toplumlara vermeden yeni ve daha katı bir
baskı sistemi kuruyordu.
Kapitalizm ile birlikte sömürgenin yerinin emperyalizm
alıyordu. Emperyalist duygular ve aç gözlülükle dünya yeniden paylaşılıyor ve
ulusal sermaye birikimi adı altında bir takım burjuva daha da güçlü hale
getiriliyordu. Burjuvazinin elinde ki kapital yenidünyanın ve düzenin adı
olacaktı. Kapitalizm kralların yerine yeni kralı yani para düzenini koymuş ve
toplum sözleşmesini kendi lehine düzenleyecekti. Düzenledi de…
Zengin ülkeler ve onların şirketleri her daim ayrıcalıklı ve
istisnai haklar elde ederken emperyalizm altında zor nefes alan halklar ve
ülkeler gittikçe fakirleştiler, ellerinde biriktirdikleri ulus devletin
birikimi olan her türlü zenginlik özelleştirme adı altında zenginlerin
şirketlerine pazarlandılar… Halklar gittikçe fakirleşirken dünyayı yöneten aile
sayısı gittikçe azalmaya başladı, çünkü zenginler zenginliklerine emperyalist
güdüler ile katkı yaparken, diğer halkların daha da denetim altına kalması için
hukuk düzenlemeleri için kafa yoruyorlar…
Kapitalist sistem iki büyük dünya savaşı ile girmiş olduğu
krizden kurtulurken ulus devletin yaratmış olduğu zenginliklerden yararlanmış
olduğunu çok kısa zamanda unutmuş, minnettarlık duygusu hiç duymadan ulus
devletin yaratmış olduğu evrensel ticaretin önünde ki engelleri de ortadan
kaldırmak için bir standartlaşmaya gidiyor. Çünkü yaratılan ulus devletler
istenildiği gibi homojen olmadıkları için kendisine özgü yasaları ve
ekonomideki koruma duvarları varken, bu duvarlar paranın 24 saat hareket etmesi
önünde engel olmaya ve firmaların evrensel anlamda yayılmasının önünde engel
oluşturmaya başlamıştı. Para her ülkenin içine sızarken paranın gerçek
sahipleri de taşeron ve montaj sanayisini oluşturmuş olduğu temsilci firmalar
ile marka olarak ülkelerin ticari hayatına sızmışlardır. Fakat sızmak yeterli
değildir, aynı zamanda ülkeyi de kontrol etmek ve önlerine çıkma olasılığı olan
tüm engelleri dahi ortadan kaldırmayı zaman içinde düşünmeye de başlamışlardı,
çünkü ihtiyaçlar yeni durumları yaratıyordu.
Kapitalizm çıkarları için bazı şeylerin baştan kokması için
başı çürütmüş...
Üretmeden tüketerek zengin olmak! Krediler ve verilen
projeler bu hayalin gerçek olmasını sağladı. Ülkeler üretime yatırım yapmadan
zenginlerini dışarında gelen krediler ile sağladı ama krediyi verenlerin niyeti
de zaten buydu, bu sayede üretimi olmayan ülkeler kendilerini kapı kulu
olacaktı ve kredi almak için kapılarını arşınlayacaklardı. Kredi ile zengin ülkelerin yöneticileri ister
istemez çürümenin içinde kendilerini buldular ve kısa zamanda buna uyum
sağladılar.
Ülkelerde daha fazla yolsuzluk, daha fazla çürüme olsun diye
dünya bankası ve IMF verdiği krediler ile yeni bir bürokrat insan yarattı,
bürokrat insan çevresinde onun ile işbirliği içinde olan bir üretmeden
kredilerden elde edilen para ile zengin olan kesim. Proje ve verilen kredileri
hayata geçirmek için kurulan naylon firmaların parayı aldıktan sonra o amaca
uygun iş yapıyor gibi gözüküp aslında elde edilen paranın pay edilmesi
sürecidir… Ülkenin biriktirmesi gereken ve halkın yaşam kalitesinin artması
gereken yerde her mahallede bir zengin yaratılmadı ama proje ve kredilerin
aktığı yerlerde zenginler oluşturuldu. Dünya zenginler kategorisi içinde bizim
ülkemizden bir kaç kişi o listeye dahil olurken, yaşam kalitesi ve de alım gücü
gün be gün azalmaktadır.
Liberal ekonomi ve politika en büyük başarısını Reagan ve
Thatcher ile göstermiş ve o günden bu güne dünya büyük değişime sahne olmuştur.
Klasik ulusal devlet ve sosyal devlet ortadan kalmış ama yerine koyacakları her
hangi bir devlet şekli ortaya çıkaramamışlar. Amerika’da en son seçilen Başkan
Trump ise korumacı politikasını kendi ülkesi için uygulamaya koyarken diğer
kalan tüm devletlerden şirketlerinin önünde ki tüm engelleri kaldırmasını beklediğini
ilan etti. Kısaca kapitalist sistem yeni bir dönemecine girerken liberal
ekonominin yaratmış olduğu bireysel kurtuluş hayali var olan tüm sosyal direnci
de örgütlü olmaktan çıkarmıştır.
Ticari küreselleşme, daha büyük yoksulluğa, işçilerin
yerlerinden edilmesine, düzenli iş sahibi olmak yerine sözleşmeli istihdama ve
sendikalara yönelik tehditlere yol açmaktadır...
Paranın önünde engeller kalkmış ama bunun evrensel hukuk
kuralı henüz oluşmamıştır, onun yaratmış olduğu kaos ortamı mülteci kavramının
evrensel olarak oluşmasına, savaşların sıradanlaşmasına, hibrit savaşlarının
amacının aslında şirketlerin enerji ve ham maddeye ulaşımını hızlandırırken,
istikrasızlaştırılmış ülkeler yeni dünya düzenin olmazsa olmazdır, çünkü
istikrarın olmadığı yerde emperyalizm istediği ortamı yaratır ve istediği
biçimi verebilir…
Ülkemiz öznelinde ulus devletin yaratmış olduğu toplum
sözleşmesi artık kağıt üzerine kalmış bir leke konuma gelmiştir, ulusların
toplum sözleşmesi uluslararası hukukun gölgesinde ve ona tabi konuma gelmiştir.
Ulus istediği toplum sözleşmesini yazabilir ama hukuk artık uluslararası
sözleşmenin vermiş olduğu emirlere tabidir… Liberal ekonominin zorlaması ile
sosyal devlet ortadan kalkmış ve birey bazında tasarruf gibi birey geleceğini
garantiye alma adına daha fazla kapı kulu olmaya ve köleleştirme sürecine
girmiştir…
Toplum sözleşmesinde toplumun yararından daha fazla bireyin
/ şirketlerin yararı öne çıkarılırken iktidar koltuğunda oturan bireyin
istemleri hukuk kuralı haline getirilirken o bireyin de kapitali gerçek anlamda
elinde tutan emperyalist güçlere tabi ve biat etmesi beklenmektedir…
Hukuk, toplumu düzenlemek amaçlı kullanılan bir silaha
dönüşürken, adalet denen kavram şirketlerin karına daha fazla kar getiren her
türlü uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya sistemi tabandan yukarıya
doğru örgütlenme yerine, yukarıdan aşağıya doğru standartlar oluşturularak ve
buna uygun hukuk kuralları ile yeninden biçimlendirildiği bir süreci
yaşamaktayız, fakat burada handikap hala şirketlerin çıkarını koruyan
uluslararası bir hukuk kuralların henüz kağıt üzerine yazılmamış olmasıdır…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.