Galata Gazete


23 Ocak 2018 Salı

Kanlı Komedya ‘Caligula’

Kanlı Komedya ‘Caligula’

M.S. 37-41 yılları arasında hüküm süren Caligula bugüne dair söyleyeceklerini belki o zamandan söylemiş ve biz ancak bugün aynı sorunları farklı boyutlarda yaşayınca anlıyoruz ya da başka söylem ile idrak ediyoruz. İnsanlık tarihten aldığı dersler ve gözlerini açan olaylar ile doludur. Siz hangi baskı döneminde olursanız olun gündeme uygun sözleri tarih içinde bulursunuz. Çünkü binlerce yılda söylenmemiş söz, duyulmamış duygu yoktur, mutlaka biri söylemiştir ve siz ilk ben söylemdim diyerek övünebilirsiniz, aslında söz farklı kelimeler ile söylenmiş olsa da aynı acı ve sevinci bulabilirsiniz, çünkü zaman eskiyen kelimeler yerine yenilerini gelişen teknoloji ve hayat koşullarlı ile ekler…

Bugün yaşadığımız karanlık çağda sansürden korken, başıma kötü bir şey diyerek kendisine otosansür uygulayanlar, sürekli iç konuşmalarda gördüğü gerçeği paylaşanlar elbette toplumun çoğunluğunu oluşturmaktadır, aydınlar ise onlar adına onların vicdan seslerine ses olurlar ve seslendirirler gerçekleri. Yaratılmış gerçeklik yani iktidarın dili ile konuşmak yerine vidanın sesi ile konuşmayı aydın olmanın bilinci ile davranır çağdaş insan… Baskının çok yoğunlaştığı zamanlarda ise metaforlar konuşmanın görünen kısmını oluşturur ve çağrışımları gerçeklerin dillendirilmesidir. Korkunun hakim olması orada siyasi iradenin dudaklarının arasından çıkan sözün kanun olması anlamına gelir. Korku baskıyı besler, baskı da korkuyu. Halk baskı karşısında başlarda karşı geliyormuş gibi homurdansa da aslında sessizce baskı yapanın bu dünyadan göçmesini ya da koltuğunu Roma Sezar’ın koltuğundan ve canından eden Marcus Junius Brutus’un vücut bulmasını bekler… Halk, kendisini aptal görenleri, kendisinin zihni ile dalga geçeni bilir ama ses çıkarmaz, çünkü bilir ki baskı görecektir. Sessizce, vicdanını iç konuşmaya döndürmüş ve baskı koşullarına alışmış, sıcak saç üzerinde ağır ağır pişen kurbağın refleksi içindedir. İsterse bir sıçrama ile ateşe dönüşen saçtan atlayıp canını kurtarabilir ama sabırlıdır. Sabrın sonu ne olacağını yaşayarak görür ve bilir ki insanlık birikimi bir gün mutlaka gidecektir. Süleyman bile kalmamıştır bu ülkenin topraklarında…

Zorla iktidarda duranı zor ile indiren, zor ile iktidarda durmaya devam eder…

Caligula şöyle seslenir; "Roma Cumhuriyeti’ni hatırlayanlar çoktandır toprak oldu; sonradan doğanlar cumhuriyetin, demokrasi denilen şu şeyin ne olduğunu bile bilmiyorlar, çünkü bütün tarihler çarpıtıldı, bütün kitaplar sansürlendi; demokrasi ve cumhuriyet kelimelerinin üstü çizildi, silindi; bu iki kelime artık dilimizde yer almıyor; halk, zorbalıktan başka bir şey bilmiyor; zorbalıkla emzirildiğinden, zorbalığa anası gibi alışmış ve o yüzden bütün bunları çekiyor; hayır, hayır, çekmiyor, normal hayatını yaşıyor, bunu normal kabul ediyor, hatta hoşuna gidiyor, çünkü başka bir hayat bilmiyor..." Ve sonraki 1412 yıl boyunca, yani Roma İmparatorluğu'nun son gününe kadar da, bir daha hiç kimse cumhuriyeti ve demokrasiyi geri getirmeyi denememiş...

Kız kardeşini metres tutan bir hükümdarın neler yapabileceğini, hangi çılgınlıklar yapacağını kimse tatmin edememektedir. Sokrates’in bir öğretisini anlatabilmek için Roma’nın en zenginlerini altınlar ile dolu yemek masasına davet etmiş ve “yiyin yoksa tüm mal varlığınıza el koyacağım” diye buyurmuş. Elbette altın yenilebilinir mi, elbette yenilmeyeceğini zaten emir veren de bilmektedir, emrin ne kadar akılsız olduğunu bile bile izlemiş, zengin ve toplum liderlerinin davranışına bakmış, acaba tepki verecekler mi? Sonunda dayanamamış dişleri kırılan zenginlere durun demiş ve “Sokrates altın yenilmez” demiştir diyerek kahkahalar içinde konuklarını aşağılamış ama ona rağmen kimsenin aklına Sezar'ı öldürmeyi getirmemiş…

Toplum içinde her türlü çılgınlığı yapmış olmasına rağmen sessiz çoğunluk sadece izlemekteymiş… Sessiz bir toplum! Korkan bir toplum! En sonunda senato’da atına o güne kadar olmamış bir değer vermiş ve atı İnsitatus’u konsül ilan etmiştir, senatörler onun önünde diz çökmüştür… At bir insandan daha değerlidir. Roma halkı özgürlüğünü istemiyor, çılgın bir Sezar’ın çılgınlıklarını da kanıksamış gibi izletmedir. Özgürlük, demokrasi bir Sezar’ın hakkıdır…

Caligula imkansız olanı ister. Bu uğurda acımasız bir diktatöre, kan emici bir canavara dönüşür. Onun tek kurtuluşu vardır, ölüm! Çektiği acıdan kurtaracak olan tek şeydir… Kız kardeşini kışkırtır… Artık onun ölümü kız kardeşinin elinde tuttuğu kılıçtır. Amcası yeğenin zekasını sinsice kontrol etmektedir. Caligula zekasının trajedisini yaşamaktadır. Eşlerini kendisine hediye edenlerin gözü önünde eşlerine tecavüz etmekte ve hiçbir ahlak ve yasayı tanımaktadır. Yasa ve ahlak onun dudaklarının arasından çıkan her hangi bir istemdir…

Ezilen sessiz kaldıkça ezenin acımasızlığı artar.

Halkın suskunluğu karşısında zorba, giderek zorbalığını arttırır. Caligula’nın vahşeti bir anlamda insanları başkaldırmaya yönlendirmektir. Bu şekilde kendi katlini örgütler bir anlamda… her diktatör kendi sonunu kendi oluşturmuş olduğu ortam ile hazırlar, bir anlamda intihar etmektedir.

Ragıp Yavuz, sahneyi öyle bir kullanmaktadır ki, uzun replikleri, uzun uzun anlatımların içine seyirciyi çekmiştir. Oyunun sahne düzenlemesi, sahneye yansıyan video görüntü, ışığın oyuncunun üzerine düşerken oluşturmuş olduğu gölge, her repliğin ayrı ayrı seyircinin üzerine boca edildiğine şahitlik ettim. Sessiz çoğunluk izlemektedir. Her birimiz birer Romalıydık. Her birimiz M.Ö zamanı değil de şimdi ki zamanın kara mizahının içinde yaşıyorduk…

Ahmet Saraçoğlu “Caligula”ya öyle bir hayat vermiş ki, abartının artık doğal olduğu, doğalın abartı olduğu ve ince ince işleyen bir acının trajedisi içinde ölümü çağıran Sezar’a ses, nefes, vücut olmuştur. O kadar yoğun diyalogları ve sahnenin her bir parçasını öyle bir şekilde kullanmaktadır ki, sanki doğalmış gibi ama çok iyi çalışılmış olduğunu seyircinin benliğine işlemiştir. Levent Öktem, amcası, zekası ile hayatta kalan ve Caligula öldükten sonra Sezar olmaya aday birinin, düşmanı ve Sezar’ı olan yeğenin çılgınlıklarına öyle bir ince ince dokunuşlar yapar ki, ölüm ile iktidar sınırında o ince ipin üzerinde olduğunu seyirciye hissettirir. Claudius, sinirlenince kekeme olan, sakin ve soğuk kanlı olduğunda ise beyninin gri hücreleri arasında parıldayan bir çoban yıldızıdır. Onu öyle bir yönlendirir ki, ölümün kurtuluş olduğunu yeğenine kabul ettirir ve onun intiharını hızlandırır…
Pınar Coşkun, at kuyruğu ile sahnededir. Sessizdir. O İnsitatus’dur. Koreografisi ve sahnede konumu, olayları izleyişi çok başarılıdır. Vücudu esnek yapısı ile olayların anlatımına destek vermiş, bölümler arasında kıvrak dansı onu sahnede görünür kılmıştır ve gölgede kalmadan oyunun ve sahnenin ayrılmaz bir parçası olduğunu hissettirmektedir. Makyajı ve kostümü bu başarının anahtarı gibidir.
Ecem Üstündağ, halkın suskunluğunu, tepkisizliğini, biat edişini, boyun eğişini, zaman içinde durumuna alışıp kabullenmesini simgeleyen kız kardeşi, metresini canlandırırken oyunda ki seyirciye de ulaşmaktadır. Seyircinin gözünün içine bakarken sessizliğin neden sessizlik olduğunu sessizce sormaktadır. Neden sessizsiniz, ölümün kılıcı elindedir ama son kışkırtmaya kadar sessizce biat etmiştir. Zaman zaman İnsitatus ile rekabet etmiş olsa da o İnsitatus gibi toplum içinde değerli ilan edilmemiştir. Aksine dedikoduların ve ahlaksızlığın pençesinde gösterilmektedir…

Sahnenin dekoru bir fırtına sonrası karaya vurmuş büyük yelkenlinin artı kalanlarıdır. Arka fonda, seyirciye ulaşan kırmızı perde bile fırtınanın izini taşımaktadır. Zaman karanlığın, zorbanın yaratmış olduğu bir girdabı ve onun ortasında geçen bir krizi anlatmaktadır. Fırtına karaya sadece Sezar’ı atmamıştır, bizler de o fırtınadan yaralı, birçok şeyini kaybetmiş gibi ortada durmaktayız…

Tiyatronun görevi insana ve insanlığa ayna tutmaktır. Bu görevi karanlık zamanlarda daha bir önemli olur… Tiyatroların sesinin kesildiği, yasaklandığı, ödenekli tiyatroların çalışanları işinden olmamak için tiyatronun sadece eğlenceli tarafını alıp işlediği zamanda böyle bir oyunu sahneye koymak, işte tiyatro insanın aydın kimliği ile yapacağı iştir. Baba Tiyatro babalar gibi bir oyunu sahnelerinde her türlü riski göze alarak koymuştur, seyircisi bol olsun!

İsmail Cem Özkan

Kanlı Komedya ‘Caligula’
Yazan: Stefan Tsanev
Çeviren: Hüseyin Mevsim
Yöneten: Ragıp Yavuz
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel
Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Müzik: Can Şengün
Koreografi: Yasemin Gezgin
Görsel Efekt Tasarımı: Berkay Yiğitaslan
Yönetmen Yardımcıları: İdil Trabzonlu, Ali Osman Böcekçioğlu, Nesrin Kahveci
Oyuncular: Levend Öktem, Ahmet Saraçoğlu, Ecem Üstündağ, Pınar Coşkun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.