Kanlı Komedya ‘Caligula’
M.S. 37-41 yılları arasında hüküm süren Caligula bugüne
dair söyleyeceklerini belki o zamandan söylemiş ve biz ancak bugün aynı
sorunları farklı boyutlarda yaşayınca anlıyoruz ya da başka söylem ile idrak
ediyoruz. İnsanlık tarihten aldığı dersler ve gözlerini açan olaylar ile
doludur. Siz hangi baskı döneminde olursanız olun gündeme uygun sözleri tarih
içinde bulursunuz. Çünkü binlerce yılda söylenmemiş söz, duyulmamış duygu
yoktur, mutlaka biri söylemiştir ve siz ilk ben söylemdim diyerek
övünebilirsiniz, aslında söz farklı kelimeler ile söylenmiş olsa da aynı acı ve
sevinci bulabilirsiniz, çünkü zaman eskiyen kelimeler yerine yenilerini gelişen
teknoloji ve hayat koşullarlı ile ekler…
Bugün yaşadığımız karanlık çağda sansürden korken, başıma
kötü bir şey diyerek kendisine otosansür uygulayanlar, sürekli iç
konuşmalarda gördüğü gerçeği paylaşanlar elbette toplumun çoğunluğunu
oluşturmaktadır, aydınlar ise onlar adına onların vicdan seslerine ses olurlar
ve seslendirirler gerçekleri. Yaratılmış gerçeklik yani iktidarın dili ile
konuşmak yerine vidanın sesi ile konuşmayı aydın olmanın bilinci ile davranır
çağdaş insan… Baskının çok yoğunlaştığı zamanlarda ise metaforlar konuşmanın
görünen kısmını oluşturur ve çağrışımları gerçeklerin dillendirilmesidir.
Korkunun hakim olması orada siyasi iradenin dudaklarının arasından çıkan sözün
kanun olması anlamına gelir. Korku baskıyı besler, baskı da korkuyu. Halk baskı
karşısında başlarda karşı geliyormuş gibi homurdansa da aslında sessizce baskı
yapanın bu dünyadan göçmesini ya da koltuğunu Roma Sezar’ın koltuğundan ve
canından eden Marcus Junius Brutus’un vücut bulmasını bekler… Halk,
kendisini aptal görenleri, kendisinin zihni ile dalga geçeni bilir ama ses
çıkarmaz, çünkü bilir ki baskı görecektir. Sessizce, vicdanını iç konuşmaya
döndürmüş ve baskı koşullarına alışmış, sıcak saç üzerinde ağır ağır pişen kurbağın refleksi
içindedir. İsterse bir sıçrama ile ateşe dönüşen saçtan atlayıp canını kurtarabilir
ama sabırlıdır. Sabrın sonu ne olacağını yaşayarak görür ve bilir ki insanlık
birikimi bir gün mutlaka gidecektir. Süleyman bile kalmamıştır bu ülkenin
topraklarında…
Zorla iktidarda duranı zor ile indiren, zor ile iktidarda
durmaya devam eder…
Caligula şöyle seslenir; "Roma Cumhuriyeti’ni
hatırlayanlar çoktandır toprak oldu; sonradan doğanlar cumhuriyetin, demokrasi
denilen şu şeyin ne olduğunu bile bilmiyorlar, çünkü bütün tarihler çarpıtıldı,
bütün kitaplar sansürlendi; demokrasi ve cumhuriyet kelimelerinin üstü çizildi,
silindi; bu iki kelime artık dilimizde yer almıyor; halk, zorbalıktan başka bir
şey bilmiyor; zorbalıkla emzirildiğinden, zorbalığa anası gibi alışmış ve o
yüzden bütün bunları çekiyor; hayır, hayır, çekmiyor, normal hayatını yaşıyor,
bunu normal kabul ediyor, hatta hoşuna gidiyor, çünkü başka bir hayat
bilmiyor..." Ve sonraki 1412 yıl boyunca, yani Roma İmparatorluğu'nun son
gününe kadar da, bir daha hiç kimse cumhuriyeti ve demokrasiyi geri getirmeyi
denememiş...
Kız kardeşini metres tutan bir hükümdarın neler
yapabileceğini, hangi çılgınlıklar yapacağını kimse tatmin edememektedir.
Sokrates’in bir öğretisini anlatabilmek için Roma’nın en zenginlerini altınlar
ile dolu yemek masasına davet etmiş ve “yiyin yoksa tüm mal varlığınıza el
koyacağım” diye buyurmuş. Elbette altın yenilebilinir mi, elbette
yenilmeyeceğini zaten emir veren de bilmektedir, emrin ne kadar akılsız
olduğunu bile bile izlemiş, zengin ve toplum liderlerinin davranışına bakmış,
acaba tepki verecekler mi? Sonunda dayanamamış dişleri kırılan zenginlere durun
demiş ve “Sokrates altın yenilmez” demiştir diyerek kahkahalar içinde
konuklarını aşağılamış ama ona rağmen kimsenin aklına Sezar'ı öldürmeyi
getirmemiş…
Toplum içinde her türlü çılgınlığı yapmış olmasına rağmen
sessiz çoğunluk sadece izlemekteymiş… Sessiz bir toplum! Korkan bir toplum! En
sonunda senato’da atına o güne kadar olmamış bir değer vermiş ve atı
İnsitatus’u konsül ilan etmiştir, senatörler onun önünde diz çökmüştür… At bir
insandan daha değerlidir. Roma halkı özgürlüğünü istemiyor, çılgın bir Sezar’ın
çılgınlıklarını da kanıksamış gibi izletmedir. Özgürlük, demokrasi bir Sezar’ın
hakkıdır…
Caligula imkansız olanı ister. Bu uğurda acımasız bir
diktatöre, kan emici bir canavara dönüşür. Onun tek kurtuluşu vardır, ölüm!
Çektiği acıdan kurtaracak olan tek şeydir… Kız kardeşini kışkırtır… Artık onun
ölümü kız kardeşinin elinde tuttuğu kılıçtır. Amcası yeğenin zekasını sinsice
kontrol etmektedir. Caligula zekasının trajedisini yaşamaktadır.
Eşlerini kendisine hediye edenlerin gözü önünde eşlerine tecavüz etmekte ve
hiçbir ahlak ve yasayı tanımaktadır. Yasa ve ahlak onun dudaklarının arasından
çıkan her hangi bir istemdir…
Ezilen sessiz kaldıkça ezenin acımasızlığı artar.
Halkın suskunluğu karşısında zorba, giderek zorbalığını
arttırır. Caligula’nın vahşeti bir anlamda insanları başkaldırmaya
yönlendirmektir. Bu şekilde kendi katlini örgütler bir anlamda… her diktatör
kendi sonunu kendi oluşturmuş olduğu ortam ile hazırlar, bir anlamda intihar
etmektedir.
Ragıp Yavuz, sahneyi öyle bir kullanmaktadır ki, uzun
replikleri, uzun uzun anlatımların içine seyirciyi çekmiştir. Oyunun sahne
düzenlemesi, sahneye yansıyan video görüntü, ışığın oyuncunun üzerine düşerken
oluşturmuş olduğu gölge, her repliğin ayrı ayrı seyircinin üzerine boca
edildiğine şahitlik ettim. Sessiz çoğunluk izlemektedir. Her birimiz birer
Romalıydık. Her birimiz M.Ö zamanı değil de şimdi ki zamanın kara mizahının
içinde yaşıyorduk…
Ahmet Saraçoğlu “Caligula”ya öyle bir hayat vermiş
ki, abartının artık doğal olduğu, doğalın abartı olduğu ve ince ince işleyen
bir acının trajedisi içinde ölümü çağıran Sezar’a ses, nefes, vücut olmuştur. O
kadar yoğun diyalogları ve sahnenin her bir parçasını öyle bir şekilde
kullanmaktadır ki, sanki doğalmış gibi ama çok iyi çalışılmış olduğunu
seyircinin benliğine işlemiştir. Levent Öktem, amcası, zekası ile hayatta kalan
ve Caligula öldükten sonra Sezar olmaya aday birinin, düşmanı ve
Sezar’ı olan yeğenin çılgınlıklarına öyle bir ince ince dokunuşlar yapar ki,
ölüm ile iktidar sınırında o ince ipin üzerinde olduğunu seyirciye hissettirir. Claudius,
sinirlenince kekeme olan, sakin ve soğuk kanlı olduğunda ise beyninin gri
hücreleri arasında parıldayan bir çoban yıldızıdır. Onu öyle bir yönlendirir
ki, ölümün kurtuluş olduğunu yeğenine kabul ettirir ve onun intiharını
hızlandırır…
Pınar Coşkun, at kuyruğu ile sahnededir. Sessizdir. O
İnsitatus’dur. Koreografisi ve sahnede konumu, olayları izleyişi çok
başarılıdır. Vücudu esnek yapısı ile olayların anlatımına destek vermiş,
bölümler arasında kıvrak dansı onu sahnede görünür kılmıştır ve gölgede
kalmadan oyunun ve sahnenin ayrılmaz bir parçası olduğunu hissettirmektedir.
Makyajı ve kostümü bu başarının anahtarı gibidir.
Ecem Üstündağ, halkın suskunluğunu, tepkisizliğini, biat
edişini, boyun eğişini, zaman içinde durumuna alışıp kabullenmesini simgeleyen
kız kardeşi, metresini canlandırırken oyunda ki seyirciye de ulaşmaktadır.
Seyircinin gözünün içine bakarken sessizliğin neden sessizlik olduğunu sessizce
sormaktadır. Neden sessizsiniz, ölümün kılıcı elindedir ama son kışkırtmaya
kadar sessizce biat etmiştir. Zaman zaman İnsitatus ile rekabet etmiş
olsa da o İnsitatus gibi toplum içinde değerli ilan edilmemiştir.
Aksine dedikoduların ve ahlaksızlığın pençesinde gösterilmektedir…
Sahnenin dekoru bir fırtına sonrası karaya vurmuş büyük
yelkenlinin artı kalanlarıdır. Arka fonda, seyirciye ulaşan kırmızı perde bile
fırtınanın izini taşımaktadır. Zaman karanlığın, zorbanın yaratmış olduğu bir
girdabı ve onun ortasında geçen bir krizi anlatmaktadır. Fırtına karaya sadece
Sezar’ı atmamıştır, bizler de o fırtınadan yaralı, birçok şeyini kaybetmiş gibi
ortada durmaktayız…
Tiyatronun görevi insana ve insanlığa ayna tutmaktır. Bu
görevi karanlık zamanlarda daha bir önemli olur… Tiyatroların sesinin
kesildiği, yasaklandığı, ödenekli tiyatroların çalışanları işinden olmamak için
tiyatronun sadece eğlenceli tarafını alıp işlediği zamanda böyle bir oyunu
sahneye koymak, işte tiyatro insanın aydın kimliği ile yapacağı iştir. Baba
Tiyatro babalar gibi bir oyunu sahnelerinde her türlü riski göze alarak
koymuştur, seyircisi bol olsun!
İsmail Cem Özkan
Kanlı Komedya ‘Caligula’
Yazan: Stefan Tsanev
Çeviren: Hüseyin Mevsim
Yöneten: Ragıp Yavuz
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel
Işık Tasarımı: Yüksel Aymaz
Müzik: Can Şengün
Koreografi: Yasemin Gezgin
Görsel Efekt Tasarımı: Berkay Yiğitaslan
Yönetmen Yardımcıları: İdil Trabzonlu, Ali Osman Böcekçioğlu,
Nesrin Kahveci
Oyuncular: Levend Öktem, Ahmet Saraçoğlu,
Ecem Üstündağ, Pınar Coşkun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.