Değişim…
Değişim eskiye ait olanı yeniden kurgulamak değil midir?
Geçmişten kopuş ve yeniden yaratılan odak noktası ise devrimdir ve bir
sıçramayı işaret eder… Reform hareketleri var olan düzenin devamı anlamına
gelir, küçük küçük değişimler ile zaman içinde toplumun içinde devrimin
koşullarını yaratır. Reformist hareketler var olanın korunmasını amaçlar ve
devrim gibi hedefleri hiç biz zaman olmaz… Onlar için devrim korkunç yıkım
demektir ve büyük değişimler yani mülke sahiplerin değişimi var olan tüm alışkanlıkların
değişimi anlamına gelir ki, kurmuş oldukları oligarşik hiyerarşinin
yeniden kurgulanmasında kendilerine rol verilmeyeceğinden korkarlar.
Korku, var olanı korumaktır, çünkü çıkarlar bunu
getirmektedir.
Roma devletinin resmi dini Hristiyanlık olduğunda eskinin
pagan inancında ne varsa Hristiyan bayramı olarak devam etti, çünkü
Hristiyanlık devlet dini olduğunda bir şeyin farkına erken varmıştı, ret ederek
değil, Hristiyanlaştırılarak yol alacaktı... Gelenek ve göreneklerini de
yeniden oluşturdu, çünkü İsa’nın yazmadığı ama İsa ve tanrı adına yazılan kitap
da Hristiyanlaşmanın nasıl olması gerektiğini satır arasında yuvarlak cümleler
ile peşinen vermişti... Gerçi Hristiyanlaşmak adı verilen kavram Yahudi
geleneğinde de vardı, çünkü onlar da gelen her peygamber ile yeni gelenek
yaratmış ve o kadar çok gelenek ve görenek yaratılmış ki, artık demişler çok
fazla ayıklayalım, çünkü gelenek ve görenekleri yerine getirelim derken üretici
olmaktan çıktıklarını farkına varmışlar...
Sadeleşmek...
Başlangıçta olan ile sonra yaratılan arasında zamanla büyük
fark ortaya çıkmış.
Tüm dinler böyle değil mi, çünkü zaman her zaman kendisine
ihtiyaç duyduğu dini yaratmış ama isim vermemiştir...
Çok tanrılıdan tek tanrılıya dönüşte zorunlu kalmışlar dinin
adını vermeye…
Bugün ülkemiz de içinde bulunduğu din diğerlerin takibi
olduğu gerçeğini bilen yeni olana karşı direnç yerine sanki binlerce yıldır
kutlanıyormuş gibi sorgulamadan kabul ediyor... Başlangıçta kabul olunmayacak
ve ret edilen ne kadar çok değişik şeyler bugün var ve sanki başlangıçtan beri
varmış gibi sorgulanmadan kabul ediliyor...
Marksizm bugün içine düştüğü durum bana Hristiyanlaşmak
kavramını çağrıştırıyor, çünkü emek teorisinden sanayinin ihtiyaç duyduğu yan
değnek konumuna dönüşmüş gibi, sendikalizm çarkı içinde işçi sınıfı köleye
dönüştürülmüş, siyasi mücadele yerine sadece ekonomik mücadele kutsanmış
gibidir... İktidar hedefinden uzak, “devrimler çağı bitti” diyerek örgütmüş
gibi örgüt olmayı seçenler Marksizm adına da bir şeyler söylemeye devam
ediyor...
Dinler, kapitalizm öncesi küreselleşmedir. Sanayi devrimi ve
ulus devleti ile kapitalizm ulus devletini çatırdatmaya başladığında
küreselleşme adı konmadan emperyalizm içinde gelişmiştir. Ulus devleti küresel sermaye
önünde engeller çıkarmaya başladığında, devletin yıkılacağını ve yeniden
küresel sermayeye hizmet eden yapılanmaya gidileceği bilgisi zaten öngörülürdü.
Çünkü tekelleşme ve onun sonucunu zaten kapitalizm devlet olmadan önce sömürge
döneminde yaşamıştı. Tekelleşme ve tröstleşme büyük tehlikeleri içinde
yaşatırken küreselleşme öyle bir şekilde pazarlamışlardı ki, sanki ulus devleti
yok olunca kapitalizm tüm krizlerinden ve girdabından çıkacağı ve ulus devleti
çatışı altında yaşayan halklar özgürleşeceği konusunda parıltılı cümleler ile
halklara sunulmuştu. İşçi sınıfı kazanmış olduğu tüm hakları bu hayal
dünyasının (toplum mühendislerinin propagandası) cümleleri arasında
kazanımlarını örgütsüz bir şekilde ve örgütlerinin işbirliği ile
kaybetmiştir. Küresel kapitalizm ulus devletini çıkarına uygun
şekilde yıktı ama yerine yeni bir sistem (hukuk düzeni) ve devlet kuramadılar,
devletmiş gibi davranan ve sorunlara radikal çözüm bulamayan ve sürekli
sorunlar içinde yaşayan yeni bir yapıya kavuştu. Küreselleşme çok kısa zamanda
gerçek yüzünü ortaya koymuştur… Toplum içinde küreselleşme karşıtı duygusal
tepkiler artmış ama ona karşı örgütlü bir mücadele henüz küresel çapta
kendisini örgütleyememiştir.
Küreselleşme; verimli toprakların öldürülüp, sonra tek tip
topraksız üretim amaçlı uluslararası firmaya ya kiralanması ya da tahsil
edilmesidir. Üretim yapılan yerlerde kimyasal madde kullanımı fazla olduğu için
yer atı ve üstü toprak ve su kirliği yanında hava da kirlenmektedir. O bölgede
yaşayan ücretli işçiye dönderilmiş eskinin köylüleri genç yaşlarında
bilinmeyen hastalıktan toprak ile buluşmasıdır...
Küreselleşme; Amerikan esprisine gülmemizdir. Bizden olan
mizahın unutulması ya da küçümsenmesidir. Son dönemde üretilen tüm mizah adı
verilen eserler ve sahnelerde ki oyunlara bakın hepsi ya uyarlamadır ya da
direkt Amerika’dan ithal edilmiş onların mizahi algılarıdır.
Küreselleşme; verimli topraklarımızın zehirlenmesi ve
unutulmasıdır...
Küreselleşme; bizim neyi ekeceğimize ve neyi tüketeceğimize
küresel firmaların karar vermesidir...
Küreselleşme o kadar büyük girdaplar yaratmış ve zararlar
vermiştir ki, reformlar ile bu girdaplar ve kaos ortamından çıkma olanağı
yoktur. Ulus devletin yerini kapitalist küreselleşme girdaptan çıkmak için
çözüm ortaya koyamamıştır. Kapitalizm içinde ki sınıfsal düşman, ancak
kapitalistlerin isteyip ama başaramadığı devleti kuracak güce ve birikime sahip
olmasına rağmen henüz bu arzuyu hayata geçirecek boyutta örgütlenememiş
konumdadır.
“Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok.
Bir dünya var kazanacakları.
Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”
Ocak 1848'de ilan edilen çağrı bugünde geçerlidir ve işçi
sınıfı geçmişe göre daha çok deneyim içinde tarihin ona yüklediği sorumluluğu
yerine getirecek güçtedir.
Toplumların Hristiyanlaşmaya ihtiyacı yoktur, devrim hemen
şimdi!
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.