Galata Gazete


6 Ocak 2018 Cumartesi

Değişim…

Değişim…

Değişim eskiye ait olanı yeniden kurgulamak değil midir? Geçmişten kopuş ve yeniden yaratılan odak noktası ise devrimdir ve bir sıçramayı işaret eder… Reform hareketleri var olan düzenin devamı anlamına gelir, küçük küçük değişimler ile zaman içinde toplumun içinde devrimin koşullarını yaratır. Reformist hareketler var olanın korunmasını amaçlar ve devrim gibi hedefleri hiç biz zaman olmaz… Onlar için devrim korkunç yıkım demektir ve büyük değişimler yani mülke sahiplerin değişimi var olan tüm alışkanlıkların değişimi anlamına gelir ki, kurmuş oldukları oligarşik hiyerarşinin yeniden kurgulanmasında kendilerine rol verilmeyeceğinden korkarlar. 

Korku, var olanı korumaktır, çünkü çıkarlar bunu getirmektedir.

Roma devletinin resmi dini Hristiyanlık olduğunda eskinin pagan inancında ne varsa Hristiyan bayramı olarak devam etti, çünkü Hristiyanlık devlet dini olduğunda bir şeyin farkına erken varmıştı, ret ederek değil, Hristiyanlaştırılarak yol alacaktı... Gelenek ve göreneklerini de yeniden oluşturdu, çünkü İsa’nın yazmadığı ama İsa ve tanrı adına yazılan kitap da Hristiyanlaşmanın nasıl olması gerektiğini satır arasında yuvarlak cümleler ile peşinen vermişti... Gerçi Hristiyanlaşmak adı verilen kavram Yahudi geleneğinde de vardı, çünkü onlar da gelen her peygamber ile yeni gelenek yaratmış ve o kadar çok gelenek ve görenek yaratılmış ki, artık demişler çok fazla ayıklayalım, çünkü gelenek ve görenekleri yerine getirelim derken üretici olmaktan çıktıklarını farkına varmışlar...

Sadeleşmek...

Başlangıçta olan ile sonra yaratılan arasında zamanla büyük fark ortaya çıkmış.

Tüm dinler böyle değil mi, çünkü zaman her zaman kendisine ihtiyaç duyduğu dini yaratmış ama isim vermemiştir...

Çok tanrılıdan tek tanrılıya dönüşte zorunlu kalmışlar dinin adını vermeye…

Bugün ülkemiz de içinde bulunduğu din diğerlerin takibi olduğu gerçeğini bilen yeni olana karşı direnç yerine sanki binlerce yıldır kutlanıyormuş gibi sorgulamadan kabul ediyor... Başlangıçta kabul olunmayacak ve ret edilen ne kadar çok değişik şeyler bugün var ve sanki başlangıçtan beri varmış gibi sorgulanmadan kabul ediliyor...

Marksizm bugün içine düştüğü durum bana Hristiyanlaşmak kavramını çağrıştırıyor, çünkü emek teorisinden sanayinin ihtiyaç duyduğu yan değnek konumuna dönüşmüş gibi, sendikalizm çarkı içinde işçi sınıfı köleye dönüştürülmüş, siyasi mücadele yerine sadece ekonomik mücadele kutsanmış gibidir... İktidar hedefinden uzak, “devrimler çağı bitti” diyerek örgütmüş gibi örgüt olmayı seçenler Marksizm adına da bir şeyler söylemeye devam ediyor...

Dinler, kapitalizm öncesi küreselleşmedir. Sanayi devrimi ve ulus devleti ile kapitalizm ulus devletini çatırdatmaya başladığında küreselleşme adı konmadan emperyalizm içinde gelişmiştir. Ulus devleti küresel sermaye önünde engeller çıkarmaya başladığında, devletin yıkılacağını ve yeniden küresel sermayeye hizmet eden yapılanmaya gidileceği bilgisi zaten öngörülürdü. Çünkü tekelleşme ve onun sonucunu zaten kapitalizm devlet olmadan önce sömürge döneminde yaşamıştı. Tekelleşme ve tröstleşme büyük tehlikeleri içinde yaşatırken küreselleşme öyle bir şekilde pazarlamışlardı ki, sanki ulus devleti yok olunca kapitalizm tüm krizlerinden ve girdabından çıkacağı ve ulus devleti çatışı altında yaşayan halklar özgürleşeceği konusunda parıltılı cümleler ile halklara sunulmuştu. İşçi sınıfı kazanmış olduğu tüm hakları bu hayal dünyasının (toplum mühendislerinin propagandası) cümleleri arasında kazanımlarını örgütsüz bir şekilde ve örgütlerinin işbirliği ile kaybetmiştir. Küresel kapitalizm ulus devletini çıkarına uygun şekilde yıktı ama yerine yeni bir sistem (hukuk düzeni) ve devlet kuramadılar, devletmiş gibi davranan ve sorunlara radikal çözüm bulamayan ve sürekli sorunlar içinde yaşayan yeni bir yapıya kavuştu. Küreselleşme çok kısa zamanda gerçek yüzünü ortaya koymuştur… Toplum içinde küreselleşme karşıtı duygusal tepkiler artmış ama ona karşı örgütlü bir mücadele henüz küresel çapta kendisini örgütleyememiştir.

Küreselleşme; verimli toprakların öldürülüp, sonra tek tip topraksız üretim amaçlı uluslararası firmaya ya kiralanması ya da tahsil edilmesidir. Üretim yapılan yerlerde kimyasal madde kullanımı fazla olduğu için yer atı ve üstü toprak ve su kirliği yanında hava da kirlenmektedir. O bölgede yaşayan ücretli işçiye dönderilmiş eskinin köylüleri genç yaşlarında bilinmeyen hastalıktan toprak ile buluşmasıdır...

Küreselleşme; Amerikan esprisine gülmemizdir. Bizden olan mizahın unutulması ya da küçümsenmesidir. Son dönemde üretilen tüm mizah adı verilen eserler ve sahnelerde ki oyunlara bakın hepsi ya uyarlamadır ya da direkt Amerika’dan ithal edilmiş onların mizahi algılarıdır.

Küreselleşme; verimli topraklarımızın zehirlenmesi ve unutulmasıdır...

Küreselleşme; bizim neyi ekeceğimize ve neyi tüketeceğimize küresel firmaların karar vermesidir...

Küreselleşme o kadar büyük girdaplar yaratmış ve zararlar vermiştir ki, reformlar ile bu girdaplar ve kaos ortamından çıkma olanağı yoktur. Ulus devletin yerini kapitalist küreselleşme girdaptan çıkmak için çözüm ortaya koyamamıştır. Kapitalizm içinde ki sınıfsal düşman, ancak kapitalistlerin isteyip ama başaramadığı devleti kuracak güce ve birikime sahip olmasına rağmen henüz bu arzuyu hayata geçirecek boyutta örgütlenememiş konumdadır.

“Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var kazanacakları.

Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”

Ocak 1848'de ilan edilen çağrı bugünde geçerlidir ve işçi sınıfı geçmişe göre daha çok deneyim içinde tarihin ona yüklediği sorumluluğu yerine getirecek güçtedir.

Toplumların Hristiyanlaşmaya ihtiyacı yoktur, devrim hemen şimdi!

İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.