Galata Gazete


19 Aralık 2022 Pazartesi

Ağaçlar ayakta ölür…

Ağaçlar ayakta ölür…

 

Sahneye oyuncular gelir gider ama oyun durmadan sürer. Tiyatro oyununda oyunun sürmesidir önemli olan, oyuncular ara istasyonlarda sahneye çıkar ve iner ama tiyatro tarihine ve sahne tozuna iz bırakırlar, sahneler yıkılsa da yakılsa da o toz insanlık tarihi içinde hep var olacaktır… 

 

Ağaçlar Ayakta Ölürler oyunun sahnesinden kimler geldi kimler geçti, uzun bir liste çıkabilir ama oyun her sezonda yine sahnede ve her oyuncunun yeniden hayat verdiği roller değişen isimler ile birlikte bizlere mesajını iletmeye devam ediyor…

 

Alejandro Casona, sürgünde yaşarken yazdığı "Los árboles mueren de pie" (Ağaçlar Ayakta Ölürler) (1949) eseri ile dünyaya bakış açısını da seyircisine sunar. O sürgün yılların vermiş olduğu, ülkesine duyduğu özlemi trajikomik bir eser ile seyircisine sunarken, sürgünden ülkesine dönüşün biletini de almıştır.

 

Oyunun ana konusu içinde yaşlı bir kadının torunu için koruyup kolladığı ıhlamur ağacı yaşadığı evin bahçesinde durmaktadır. O ağaç torunun yaşam ağacıdır, o ağaç yaşadığı sürece torunu kendi kokusunu, yaşam sesini o ağaç aracılığı ile kendisini hapsettiği evin penceresinden oturduğu koltuğa gelmektedir… O ağaç yaşamın ve umudun sembolüdür…

 

Anne ve babasını bir uçak kazasında kaybeden bir çocuk büyükannesi ve dedesinin yanında yaşamaktadır, onlar çocuğu o kadar şımartmışlardır ki, çocuğun hedefi, hayata duruşu, örnek alacağı bir ebeveyni yoktur, zamanın ruhu ile savrulur. Nedim Saban yorumu ile uyuşturucuya alışır, o alışkanlık çatışmayı körükler ve dedenin (Cevdet Bey) bir tokadı artık genç olan Hakan’ı ülke dışına kadar savurur. Yıllar geçer, büyükanne (Güzide)  torun (Hakan) özlemi, affedemediği kocası ile o ağacın gölgesi vurduğu evde yaşamaya devam eder. Cevdet Bey yıllar sonra oluşan pişmanlık ile torunun adına karısı Güzide’ye mektuplar yazar... Güzide için hayat yeniden filizlenmiştir, baharın o cıvıltıları eve yeniden ulaşmıştır… Güzide hayata yeniden tutunmuştur, kalp krizi sonrası oluşan o kendini bırakmışlığın yerini umut almıştır. O günden sonra daha dinçtir, hayata tutunmuş, yarına dair umut beslemiştir, torunu bir gün eve dönecek ve anılara yeniden hayat verecektir!

 

Olaylar yaşanırken, ülkemizde de zaman hızla akmaktadır.

 

Başlangıçta 12 Mart sürecinde Türkiye olayları yıllardan geçmektedir. Genç bir avukat mesleğini yapamayacağını anladığı için “Hayatı Paylaş Derneği” kurmuştur. Onun görüşüne göre “Dünyayı iyilik kurtaracaktır”, o yüzden çocuklara iyilik ile yaklaşılmalı, onların hayallerin bir bölümü gerçekleştirilmelidir bakış açısı ile derneğini yürütmektedir…

 

İdealist avukat ve dernek başkanı yaşadığı mahallede sevdiği bir kadın vardır, ona ulaşmanın bir yolunu aramaktadır, bir gün işten atılan sevdiği kadının hüznüne şahitlik eder ve onu bir iyilik mesajı içinde derneğine davet eder. Ona umut ışığı hediye edecektir… Tesadüf bu ya, eşinde iyilik yapmak isteyen bir adamda (Cevdet Bey) o derneğe gelir ve oyun gerçek kurgusunu sahnede seyircisine ulaştırmaya başlamıştır…

 

Size basit bir kurgu gelebilir, fakat oyun öyle ustalıkla ve ince göndermeler ile ülkemize ve zamanımıza uyarlanmış ki, olaylar hepsi birkaç gün içinde gelişip sonlamış gibi bir algı oluşturulur, fakat arka tarafta ülkemizin en çatışmalı süreci sahneye küçük değinmeler ile yansır. Olaylar bir evin içinde akarken dışarıda akan yaşamında etkisi vardır ve o etki trajikomik bir durumu ortaya çıkarır... Zaman çizgisi, olayların akışı ve dışarıda akan zamanın hızlılığı sizi durağan bir gölde suyun hareketsizlik hissini ulaştırır… Yaşlılar için zaman çok hızlı akar ama umudu, hayali, hedefi olanlar için ne kadar ağır hareket eder. Çocuklar için zaman hiç geçmez gibi gelirken, belli yaştan sonra zaman artık yetişmez olur…

 

Yaşlılar anılar biriktirir, güzel anılar biriktirmektir belki de yaşam…

 

Hayatı Paylaş Derneği artık geride kalmıştır bir anlamda oyun içinde dernek yöneticisi ve iş bulmaya gelen Zeynep yeni rolü ile başbaşadır. Onların artık gönüllü işi yaşlı kadına son yıllarında bir umut olmak, yaşam kalitesini artırıp, o ıhlamur ağacından bülbül sesinin odaya gelmesini sağlamaktır…

 

Zamanın içinde kayıp bir çocuk, işlediği suçların ağırlığı altında ezilmektedir.

 

Roller belirlenmiştir, torun ülkeye gelmiştir ama işlediği suçtan dolayı cezaevindedir... O suçlu toru büyükannesine ne hayat için umut olacaktır ne de beklentiye cevap verecektir, kaçtığı günden bugüne onun hayatında bir şey değişmemiştir, düştüğü çukurda debelenmeye devam etmektedir, zamanın içinde kayıptır...

 

Güzide’ye yazılan mektupların en sonuncusunda hakan bir gün evlendiği kadın ile ülkeye dönmüştür. Ve bir gün eşi ile birlikte yaşlı büyükannesinin ve hayatta tek sevdiği insanın yaşadığı eve gelirler… Masallarda hep işler yolunda gider, olumsuzluklar bir bir yok olur ve mutlu son ile karşılanır… Her masalda acı çekene karşı zulüm edenlerin rolleri değişir ama o rollerin verdiği umut köksallar, o kök iyilik olarak dönecektir… Fakat sahnede izlediğimiz oyunda öyle olmayacaktır, her masal kurgusu mutlu son ile sonuçlanmaz, bazen okuyucusunu şaşırtır. İzlediğimiz oyunda da düştüğü kuyuda çırpınan torunda ikinci bölümde sahneye dahil olur ve dedenin kurgusu hayatın gerçekleri ile çatışır… Bu sıra 12 Eylül gelir. Generaller darbe yapar, dernekler kapatılır. Hayatı Paylaş Derneği ’de diğer kitle örgütleri gibi kapatılmıştır…

 

Yaşlı kadın (Güzide) hem geçmişi, hem bugün ile yüzleşir...

 

Oyunun yönetmeni öyle bir kurgulamıştır ki, oyuncular sahnede kendilerini özgürce gösterecekleri imkana kavuşmuştur, hem hareketleri, hem ses tonlamaları, yükselmeleri inmeleri, hem seslere uygun hareketleri, mimikleri, çaresizliğin umuda dönüşümü, gerçeklerin çatışması ile oyun sahneden çıkar ve seyircisine pandomim sanatçısının kıvrak hareketleri eşliğinde kelimeler ulaşır…

 

Her oyuncu sahnede sesleri, duyguları ile varken aynı zamanda her biri pantomim sanatçısıdır… Oyunun başında çocuklara eğlenecekleri zaman yaratan pandomim gösterisi aslında oyun boyunca sürer, sahneye girişler, çıkışlar… Sözleri kaldırın, duygular size ulaşacaktır.

 

Yıllar içinde oyuncular değişmiş olmasına rağmen, oyun hep aynı ilgi ile salonları doldurmaya devam ediyor. Bu süreklilik için sadece usta oyuncu Nevra Serezli var diye değildir, elbette onun etkisi büyüktür ama arka fonda bana yansıyan şey bu hareketlerin sahne içinde çok iyi hesaplanması ve akışı hareket ve duyguların yansıtılması üzerinden kurgulanması gibi geldi...

 

Oyuncu oyun içinde yaşamaktadır, yaşadığını yansıtmaktadır.

 

Nevra Serezli denilince orada bir durmak gereklidir, oyuna öyle bir doğallık, canlılık katmış ki, sahneye adımı atar atamaz seyirciden karşılığını bulmaktadır. Yılların usta oyuncusu sanki kendisi için yazılmış bir oyundadır… Mimikleri, sesini kullanması, hareketleri, sahnenin her yerini kullanırken karşısında olan oyuncuya yer açması, onun hareketini daha rahat yapmasını sağlamaktadır…

 

Benim izlediğim zaman dede (Cevdet Bey) rolünü Nuri Gökaşan canlandırmaktadır. O zaten başlı başına ayrı bir ustadır, onun yüzü, hareketleri, yürüyüşü sahne içinde yeniden yeniden hayat buluyor ve o sahnede “vardım, varım ve var olacağım” demektir... O büyük bir ustadır. Karşında oynayan büyük usta ile sahnede daha da büyümekte ve sahne tozu üzerine alın terini akıtmaktadır…

 

Nevra Serezli oyunda bu kadar rahat ediyor ise birlikte rol aldığı ustaların sahnede olmasından kaynaklanıyor. Ustalar birbirlerinin elinde tutmuş sahnede devleşmeye ve oyuncunun nasıl olması gerektiğini seyircisine sunmaktadır. Muhteşem trajikomik oyunu keyif ile izleyeceksiniz...

 

Ustalar sahnededir, onlar yanlarında kim olursa olsun oyunculukları ile destekleyip oyunun akışına engel olacak ne varsa yok edeceklerdir…

 

Önder Atakanlı (Asım ve Hakan rolünde) oyunu bir anlamda enerjisi ile yeteneği ile yönlendirmektedir, zaman çizgisini hızlandırıp ya da yavaşlatandır, oyunun gerçekten belkemiğidir. O öyle ustalıkla geçişler içinde sesini, vücudunu kullanmaktadır ki, usta oyuncuların gölgesinde kalmadan, onlar ile birlikte sahneyi diğer oyuncular ile birlikte doldurmaktadır… 

 

Meral Asiltürk, (Zeynep) işsiz ama aynı zamanda eş rolündedir. Önder Atakanlı ile birlikte genelde sahnede yerini alır, çünkü onun rolünde, rol içinde rolde görevini almaktadır. Verilen görevini öyle doğal ve rahat gerçekleştiriyor ki, değiştirdiği kostümleri, sahnede ses tonu, oyunun akışına verdiği desteği, ustalar ile birlikte nasıl bir usta oyuncu olunacağını da rolün büyüğüne, küçüğüne bakılmadan sahnede nasıl durulması gerektiğini gösteriyor, muhteşemdi…

 

Meltem Özlevent (Gülnaz) ise evin her şeyidir, annesinin yerinde çalışan ev yardımcısı rolünde ama o sahnede olması gereken ne varsa sahnede olmasını sağlayandır, eşyaları hareket ettirmektedir, o olmazsa belki sahnede bir şeyler aksak kalacak gibidir… Mimikleri ile dikkatleri üzerine çekiyor…

 

Hakan Dönertaşlı ise gerçek torun Hakan rolündedir… O uyuşturucu kullanan, kriminal bir genci canlandırmaktadır, sahneye ikinci perdede çıkmaktadır, oyunun düğümlenmesi ve çözülmesi sürecinde en önemli rolü canlandırmaktadır… İlk sahneye girdiğinde sanki role pek uymamış hissi uyandırsa da (elbette benim gözlemim) oyunun ilerleyen saatlerinde o rolü yönetmenin istediği şekilde hayat verdiğine şahitlik ediyoruz… Oyuna sonradan dahil olunca, yıllardan beri akan oyunun yarattığı atmosfere uyum süreci yaşaması doğaldır, oyuncular değişir ama oyun devam eder söylemine hayat verdiğini gördüm…

 

Mehmet Selin Sağdıç (Mahir rolünde) için ayrı parantez açmak gerek çünkü oyunun ruhunu oyun başlarken vermektedir. Usta bir pandomim sanatçısını ve ustalığını sahnede göstermektedir. Oyunun ilk adımı hep zordur ama o ilk adımı öyle bir atıyor ki, oyunun nasıl akacağınızda belirtiyor gibidir, her oyuncuya sanatını aktarmış bir sihirbaz görevi görmektedir…

 

Kahkahası bol, alkışı hiç eksik olmayan bir oyunu seyrettik, sanırım uzun seyretmeye de devam edeceğiz…

 

Nedim Saban usta bir tiyatrocu, seyircinin nerede yakalayacağını çok iyi bilen, hangi oyuna kimler can vereceğini önceden hesaplayabilen usta bir yönetmen aynı zamanda işletme sahibidir. Yeteneklerinin arasına bir de akademisyenliğini katmış olsa da, hani derler ye her parmağında bir yetenek... Onun tiyatrosu yıllardır uzun soluklu oyunlara imza atıyor, tiyatro tarihi onu ayrı bir konumda yazmaya devam edeceğini düşünüyorum, çünkü zamanı, ruhunu ve o oyuncuları iyi tanıyan bana göre büyük bir yönetmen diyebilirim…

 

Şu ana kadar sahnenin olmazla olmazları ışıktan ve dekordan bahsetmeyi unuttuğumu düşünmeyin, çünkü ışık olmazsa oyun olmaz. Işık tiyatrodur, sahneden ışık seyirciye yansımazsa oyun olmaz, sadece karanlıkta ses, seslerde ışığı taşır, eğer gerçek zifiri karanlık ortamda oyun sahneleniyorsa...

 

Işık ve ses oyunculara büyük destek sunarken sanki benim izlediğim sahnede (Trump Sahne) eşyalar fazlalığı gibi geldi. Çünkü sahne küçük kalmıştı, elbette her materyalin bir işlevi var sahnede ama hepsi olmasa daha mı iyi olurdu, yerleşik sahne olmayınca elbette oyun sürekli turnede olunca daha işlevsel gereğinde çıkarılan eklenen materyaller olması gerekli...  Beni gerçek anlamda rahatsız etmedi ama pratik çözümler bulunabilirdi, eşyaları taşıyan emekçileri düşününce… Kolay değil sahne sahne kırmadan, dökmeden o kadar eşyayı taşımak, deposunu bulmak… Sahnede yer alan ağaç gövdeleri sanki bir video görüntüsü ya da slayt ile sahne arkasında olan perdeye yansıtılabilinirdi, o ağaç gövdeleri oyuna büyük bir katkı sunduğunu göremedim.

 

Emeği geçenlere bir bir teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız, iyi ki bu oyunu bu zamanda sahneye koydunuz, sayenizde bu kadar karanlık, buhranlı bir zamanda yüzümüzü gülümsettiniz ve sayenizde birazda küflenmiş gri hücrelerimize enerji verdiniz, canlandırdınız...

 

İsmail Cem Özkan

 

 

Ağaçlar ayakta ölür

Yazan: Alejandro Casona

Çeviren: Nedim Saban

Yöneten: Nedim Saban

Işık Tasarımı: İsmail Sağır

Dekor Tasarımı: Cihan Acar

Kostüm Tasarımı: Sadık Kızılağaç

Yapım Sorumlusu: Birnil Sarıkaş

Yönetmen Yardımcısı: Yusum Kerem Orak, Erdinç Doğancı

Oyuncular: Nevra Serezli, Nuri Gökaşan, Önder Atakanlı, Meral Asiltürk, Meltem Özlevent, Hakan Dönertaşlı, Mehmet Selin Sağdıç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.