Galata Gazete


11 Aralık 2022 Pazar

Tartuffe

Tartuffe

 

Moliere tarafından yazılan, Orhan Veli Kanık tarafından tercüme edilen ve Yiğit Sertdemir tarafından günümüze uyarlanan bir klasiğin şehir tiyatrolarında sahne almasına sevindim…

 

İnsanlık, tarihi birikimlerden oluşur. O birikimleri insanlık sanata aktararak ölümsüzleştirmektir. Sanat geçmişi bugüne taşırken yarına da mesaj verir, çünkü sanat insanlık tarihinin ya da birikimin en iyi iletkenidir…

 

Oyunu ben Kağıthane’de bulunan Şehir Tiyatrosunun Sadabad Sahnesi’nde seyrettim. Oyun henüz başlamadan tanıtım panosunda oyuncular, yönetmen, yazar ve çevirmene bakarken Orhan Veli ismini gördüğümde ister istemez kafamın içinde günümüz şairlerin isimleri geçti, kaçı tiyatro eseri, kaçı klasik bir eseri tercüme etti diye… Bir zamanlar şairler çok dilliymiş, dilimize kazandırılan birçok şiirin altında önemli şairlerimizin isimlerini gördükçe, şairi ancak bir şair iyi anlar, onun tercümesi şiirin ruhunu yakalamıştır diyerek daha dikkatli ve daha özenli okurum. Şair bir tercümandan okuduğum şiiri, bir tercümanın tercüme ettiği şiire göre daha duyarlı olduğunu ve kelimelere daha dikkatli anlamlar yüklediğini peşinen kabul ederim ve benim o şiirden keyif almamı, daha iyi anlamamı sağladığını hep düşünmüş ve görmüşümdür…

 

Şairler, şiirlerine insanlığın en süzme birikimini alır ve o yoğunlukta yarattığı imgeler ile bize kocaman bir geçmişi küçük bir kelime ve cümle içinde verir, şairler insanlığın birikimini taşıyan işçilerdir…

 

Şairin tercüme ettiği bir oyunda şairin şiirlerinin müzikalleştirilmesi oyuna yapılmış en güzel/büyük katkı olarak düşündüm. Düşünenlerin, besteleyenlerin ve ses verenlerin emeğine sağlık demeden duramayacağım.

 

Oyun yazıldığı zamanda kralın büyük tepkisini çekmiş olacak ki hemen yasaklanmış. Yasak üzerine yazar hemen bir iki düzeltme yapmış yeniden sahneye koymuş ama yine yasaklanmış. En sonunda yazar, kralın rahatsız olduğu bölümleri yeniden yorumlamış. Bu yeni yorumda okuyucusuna, izleyicisine üstü kapalı mesaj akıcı şekilde devam eden oyun öyle bir yerde kesilir ki, artık bundan sonrasını siz kafanızda oluşturun der, var olan sansürü öyle bir betimler ki, sansürcü bu açık itirafı sansürleyemez! Oyun olması gibi değil de sessizce biter, sessizlik sansürü anlatır. Yazar, bu sayede oyunun başından geçeni yine kendi oyununda sessizce ifade ederek, gelecek nesillere kara lekeyi sessizce oyunun içine giydirmiş. 14. Louis’in sansürcü tarafını Moliere tarafından tarihe not edilmiştir.

 

Üzerinden yüzlerce yıl geçtikten sonra, yazıldığı günkü kadar güncel hali ile birçok sahnede hayat bulmaktadır. Sanatçılar her zaman bir yolunu bulur söylemek istediğini söyler, var olan tüm sansürlerin delinecek tarafını bulur, o delikten akar gider sanatçının eser.

 

Sahne konuşur…

 

Sadabad Sahnesi'nde oyunu izlemek için kapıların açılmasını bekledik, 15 dakika kala kapılar açıldı, yerimizi alırken sahneye gözüm ilişti, nasıl ilişmesin ki, kiliseyi anımsatan bir dekor zeminin 10 derecelik bir eğim üzerinde, asansör, merdiven, kapılar ve koltuk ile bizi karşılıyor… Hemen sahnenin yan tarafında müzisyenler için ayrılan bir alan, kısa bir süre sonra yerlerini alacak, aletleri orada duruyor…

 

Canlı müzik varsa oyun tanıtım broşürünü benim gibi okumadan girenler için müzikal imgesi hemen veriyor… Genelde gittiğim oyunların tanıtım broşürünü önceden okumam, çünkü ben seyrederken broşürün benim bakış açımı etkilemesini istemem, önyargı ile izlediğim birçok oyundan keyif alamadığım için genelde oyunun adı dışında bilgi almadan oyuna giderim, çünkü sahnede olan bana bir şey anlatmasını isterim. Sahne konuşur, ben ise o konuşmasından bir şeyler anlarım ve daha sonra o anlatılanları kafamın içinde yorumlarım…

 

Bu oyunda da aynı yolu izledim, sadece adını biliyordum, hangi sahnede, saat kaçta olduğunu biliyordum. Bir de bu oyun için yönetmenin adını biliyordum, çünkü geçen haftalar içinde gittiğim başka bir oyunu da yönetmişti, şehir tiyatrosundan arkadaşlarım “bu oyunda farklı bir bakış açısı bulacaksın, mutlaka gör” dediği için öne alıp gittim. Elbette her yönetmenin belirli bir anlayışı ve bakış açısı vardır, sahneye koydukları eserlerin hepsinde bir ortak yön bulabilirsiniz, eğer yönetmeni iyi tanıyorsanız…

 

Yiğit Sertdemir, kendisine çok iyi bir kadro kurduğunu tiyatro fuayesinde panoya bakarken hemen anlamıştım, daha önce birçok oyunda imzalarını atan ustalar vardı…

 

Barış Dinçel, dekorları her zaman dikkatimi çekmiştir. Barış Dinçel ustalığını sürekli gösteren ve sahnede seyirciye ilk merhaba diyen dekorları tasarlayandır. Onun tasarımında genelde oyunun özüne inen, oyuncuların daha rahat hareket etmesini sağlayan dekoru / mobilyaları öyle bir yerleştir ki, sanki o sahnede o materyaller hep oradadır ve o oyunun bir parçası gibi algılarız... Onun tasarımında oyunun ruhunu yakalayabilirsiniz, sessizce arkada ya da oyuncuların arasında duran her materyal sessizce seyirciye bir şeyler fısıldar…

 

Işık oyuncuyu büyütür…

 

Dekoru öne çıkaran sahnede ikinci unsur ışıktır. Işık oyuncuların hareketlerini daha görünür kılar, aynı zamanda oyuncunun sesine ses katar, eğer ışık oyuncuyu yeteri kadar aydınlatırsa, çünkü sese eşlik eden mimiktir. Mimikler seyirci tarafından görülmesi gereklidir, o mimikler oyuncuyu diğer oyunculardan ayırır ve oyunun akışına oyuncunun kendi imzasını atar. Her oyuncu yönetmenin istekleri dışında oyuna kendisinden bir şey katar… Kemal Yiğitcan birçok oyunda tasarımını gördüğüm ustalardan biridir, fakat bu oyunda neden sahnenin birçok alanı oyuncuları izlerken karanlık ya da oyuncunun yüzünde gölgelerin oluşumuna sebep verdi anlayamadım, belki yönetmen öyle dediği için, belki sahne değiştiği için oyuncu planlanan yerde olmadığı için oldu diye düşündüm… Oyunun bir çok sahnesinde oyuncunun biri aydınlıktayken, diğerine göre karanlıkta/ gölgede kalması acaba bir tercih mi, yoksa teknik imkanın o sahne için yetersiz olması mı?

 

Dekor ve ışık ile birlikte sahnede olmazsa olmazı müziktir. Müzik seyircinin sahneye olan dikkatini artırabilir ya da sessizlikten kaynaklanan boşlukta düşünmesine sebep olabilir. Müzik seyircileri yönlendirirken aynı zamanda oyuncuları da yönlendirir. Müzik bir oyunda akışın olmazsa olmazıdır, monotonlaşmasını ortadan kaldırır, cümlelerin gücüne güç katar, gerekli olan mesajın daha rahat seyirciye ulaşmasını sağlar…  Bu oyunda canlı müzik, müziğin zaman zaman daha gür çıkmasından kaynaklanan sahne içinde olan ama seyirciye ulaşmayan diyalogları kapattı. Müzik öyle bir perdeleme yaptı ki, oyuncunun müzik eşliğinde vurguladığı birçok cümle ne yazı ki müziğin perdesi altında yok olup gitti, elbette tüm oyun boyunca böyle olmadı ama bazı sahnelerde cümleler sahnede söylendikten sonra, yine söylendiği yerde kalmasına sebep oldu… Bu arada Emrah Can Yaylı Orhan Veli Kanık şiirlerini öyle bir güzel oyuna uyarlamış ki, o müzikler sanki yüzlerce yıl o oyun içinde söylenmiş hissi uyandırıyor…

 

Müzik olurda koreograf olmaz mı, Özge Midilli imzasını görüyoruz. Oyuncu sanki doğal hareketi gibi geliyor, her oyuncu sahnede öyle eşgüdümlü hareket ediyor ki, müzikalin keyfine doyum olmuyor…

 

Eylül Gürcan imzasını ise kostümlerde görüyoruz. Dekora, müziğe muhteşem uyumu yanında oyuncuların hareketlerini zorlaştıran herhangi bir fazlalık yok gibi... Tartuffe üzerine giydirilen kıyafetlerin üst üste olması oyunun son perdesinde ilerleyen zamanlarda anlıyoruz, dincilik kıyafeti çıkınca, Tartuffe gerçek duyguları ile çıplak olarak sahnede yerini alır. Gerçek yüzü kıyafetlerin çıkarılması ile eş değer görülmüş… Çok sevdim açıkçası, kıyafet oyuna öyle bir katkı sunmuş ki, sözün üzerine görsel bir vurgu eklemiş…

 

Teknik boyutunu yazdık, peki oyuncular; oyuncular üzerlerine düşen görevi tam yaptıklarını düşünüyorum, oyunda dikkati çeken roller; Tartuffe, Orgon, Dorine, Mariane, Elmire, Cléante üzerine oturduğunu görürüz. Elbette bu rollere hayat veren oyuncular sahnede daha görünür olurken, arkada kalan, daha doğrusu gölgede kalanlar da oyuna katkıları yadsınamaz, her bir oyuncu üstlerine düşeni çok iyi yerine getirdiği için oyun başarılıdır… Nilay Bağ, Bennu Yıldırımlar, Naci Taşdöğen, Tolga Yeter elbette daha öne çıkıyor… Oyunun yazımından kaynaklanan bir tercih söz konusudur, karakterler yerine tip ile uğraşır klasik tiyatro, klasik tiyatroda tek tek birey değil, değişmez evrensel insan tipi öne çıkarılır. Oyunun yazıldığı dönemdeki anlayışta insan ve yaşam gerçekliği ancak böyle verileceği inancı hakimdir. Oyunda yaşanan iç çatışma karakterin kişiliğini değiştirmez,  yediği kazığa rağmen Orgon hep aynıdır, dünyaya aynı şekilde bakar, göz ile gördüğü halde Tartuffe arasına mesafe koymaya zorlanır. Dönemin bakış açısı bugüne göre çok değişiktir ama seyirci bu ayrım yapmak yerine günümüze doğru yapılan göndermelere daha fazla ilgi duyduğunu gördüm.

 

Oyunu sahnede bir bütün olarak izlememize, birbirinden değerli ustaları oyunun ekibine alarak bu kadar güzel yorumu sunan değerli yönetmen Yiğit Sertdemir’e öncelikle çok teşekkür ederim. Bu zamanda, bu kadar güzel bir oyunu kendi yorumu ile sahneye taşıdığı için, elbette buna izin veren Şehir Tiyatrosu yönetimine de ayrıca teşekkür etmek gerek…

 

Tartuffe din kisvesi altına gizlenmiş sahne bir dincinin bir inancı yüksek olan ama işini bile bir aile reisini dolandırması hikayesi. Yazıldığı zaman Fransız devrimi süreci ve o süreç içinde kilisenin gücü ve kralın hakimiyetine karşı oluşmakta olan burjuvazinin trajikomik hikayesi… O hikayenin günümüze uyarlanması ve günümüze dair göndermeleri seyirci tarafından alkışlar ile karşılandı, her dokunuş seyircinin alkış ile refleksini gördük. Oyun boyunca seyirci bol bol alkışını sahneye göndermekten, oyuncuların ince göndermelerini hemen alıp algılamasını görmekten büyük mutluluk duydum.

 

İsmail Cem Özkan

 

 

Tartuffe

 

Yazan: Moliere (Jean-Baptıste Poquelin)

Çeviren: Orhan Veli Kanık

Yöneten: Yiğit Sertdemir

Dekor Tasarımı: Barış Dinçel

Kostüm Tasarımı: Eylül Gürcan

Müzik: Emrah Can Yaylı

Işık Tasarımı: Kemal Yiğitcan

Efekt Tasarımı: Serkan Yavşan

Koreograf: Özge Midilli

Dekor Uygulama: Sırrı Topraktepe

Kostüm Uygulama: Aynur Duran Kopuz - Sibel Usanmaz

Yardımcı Yönetmen: Tolga Yeter

Reji Asistanları: Hazal Uprak - Özge Kırdı - Damla Cangül Yiğit

Oyuncular: Bennu Yıldırımlar, Emre Şen, Gürkan Başbuğ, Mehmet Soner Dinç, Murat Garipağaoğlu, Naci Taşdöğen, Nilay Bağ, Özge Kırdı, Semah Tuğsel, Tolga Yeter, Yeşim Koçak, Zeynep Göktay Dilbaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.