Fazla bir şey değişmedi…
Millet kavramı
Osmanlı zamanında cemaat anlamında kullanılırdı, uluslaştıktan sonra da aslında
millet cemaat anlamına kullanılmış ama üzerine ulus içeriği giydirilmeye
çalışılmış... Fakat Milli Parti, Milli Gazetede kullanılan anlam aynı inancı
taşıyanların cemaati, yani birliği anlamında kullanılmaya devam etmiş, çünkü
ümmet bir millet kavramını içerir, aynı inanca sahip farklı ırktan insanların
birliği...
Peki, ulus
devlet olunca biz neden milletten uluslaşamadık?
Bu sorunun
yanıtı üzerine oturduğumuz Osmanlı devlet anlayışında yatar, çünkü biz çok
uluslu, çok dilli, çok mezhepli, çok ten renginden oluşan bir imparatorluktuk,
imparatorluğun temel düşmanı Şii ve Alevilerdir, onun dışında sırasıyla
Gayrimüslim gördükleri Hristiyanlar ve en sonunda da Yahudiler yer alırdı...
Adı dışında
değişen bir şey olmadı; aynı, aynı olarak kaldı…
Ulus devlet
olunca temel düşmanlar aynı kaldı ama millet gördükleri aynı inanç yani Sünni
İslam anlayışı da aynı kaldı. Devlet aynı devlet, saygı duyulan bayrakta bir
kaç küçük değişiklik yapıldı, milli marşı değiştirildi, onun dışında her şeyi
ile aynı, ama en önemli ayrılık halife ve padişah unvanı olanlar devletin
başından atılıp, artık sorun çıkarmayacak bir cumhurbaşkanı konuldu... Ne yazık
ki evdeki hesap çarşıya uymadı; tek adam anlayışı da değişmedi. Koltukta kim
oturursa otursun lider hep lider kaldı, her şeyi yönlendirmeye ve itaat
beklemeye devam etti.
Ülkemizde
demokrasi kavramı sözde oldu ama pratikte hiç olmadı.
Bizim ülkenin
tüm liderleri otokrattır, o yüzden sağı da solu da, devrimcisi de şeriatçısı da
aynıdır, kısaca, bizde değişen bir şey yok.
Millet, millet
olmaya, (köylü milleti gibi…) yani sesi çıkmayan verilen görevi olduğu gibi
yapan, koyun sürüsü gibi davranış sergileyen; millet başkaldırmaz! Millet,
verir vergisini “devlet babasından” gelen her türlü tacizi, tecavüzü, baskıyı,
sopayı peşinen kabul eder, çünkü babadır bu; ne demek ona başkaldırmak, onun
başı kalkınca başını indirecek her türlü tecavüzü sessizce kabul edilir...
Sonuç olarak millet; başkaldırmayandır.
Ulus kavramı
ise öyle mi?
Ulus devleti
sorgular ve devlet içinde soyulmaya müsait alanları bulur ve oradan kendi
cebine hortum bağlar... Devlet sermaye biriktirmek için istikrar oluşturan ve
sermaye birikimi yaratarak emperyalist olmayı hedefler. Modern lafını
giydirilmiş sömürü; ulus devleti kimi sömürür? Sorunun yanıtını yaşantımızdan
da görürüz; kendi milletini ve ecnebileri, yani kendisinden olmayan herkesi...
Biz ulus devleti
olamadık diyemeyiz, çünkü kendi ulus sermayemizi oluşturmak için içimizde olan
Yahudileri, Hristiyanları ve Alevilerin her şeyine çöküp aldık, alamadıklarımız
ise görüntüseldir, onların ciğeri elimizdedir... Yani, devletin gücünü elinde
tutan istediği sermayeye çöker ve istediğini alır, hepsi de yasalara uygundur.
O yüzden maliye müfettişleri vardır, onlar olmazsa zaten çökmenin yasal boyutu
olmazdı...
Ulus devletinde
devletin elinde olan her kurum gerek olursa silaha dönüşür, çünkü devlet kendisini
kurumları ile savunur... Devlet olmanın birinci koşulu kendisini savunacak
kurumlar oluşturmak ve bireylerden bağımsız, onların üzerinde hükümdarlık kuran
bir mekanizmadır.
Milletten ulusa
evirildik ama bizim yaşantımızda fazla bir şey değişmedi, yine maraba, yine
cahil, yine elinden ekmeği alınan olarak kaldık… Ama bir şey değişti,
tarihe bakış açımız değişti, ulus devleti öyle bir insan yetiştirdi ki, resmi
tarih dışında olanı reddetmek ve resmi söylemi geliştirenlere karşı nefret
söylemi geliştiren bireyi oluşturdu…
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.