Acımız hiç bitmeyecek gibi, katlanıyor zaman içinde
Ankara garı katliamı olmuştu, o katliamda Antepli güzel
dostlarım diğer diyarlardan gelenler ile birlikte ölmüştü. O Antepli dostlarım
yaşadıkları yerde yapılan her mitinge, her protestoda benim yaptığım afişler
ile katılır, sesime ses katarlardı. Onların ölümü beni karanlığa iteklemiş,
günlerce yas tutmuştum. Bugün dahi o güzel dostlarımı düşünürüm, çünkü onları
görmeden, yan yana gelmeden dostluk kurmuş, aynı güzel geleceği
isteyenlerdik...
Bu dünyanın en güzel çocukları hayalleri ile birlikte öldürüldü,
bize onların hayalleri miras kaldı.
Gar katliamından yıllar sonra başka bir katliam ile sarsıldık.
Bu sefer İslami cihatçıların canlı bombası vurmadı ama cihatçıların
desteklediği siyasi iradenin çıkardığı imar aflar ile oluşturulmuş olan çarpık
yapılaşma ve şehirleşme ile yine yakınlarımı kaybettim... Adına “afet” diyorlar
ama afet olarak bir türlü ne aklım ne de vicdanım kabul ediyor. Bir de
ekranlara yansıyan spot başlıklarda “yüzyılın en büyük afeti!” . Ben ise afet
görmüyorum, açıkça bir katliam görmekteyim.
Ha canlı bomba patlamış ha depremin o korkunç sesi ile çarpık
binaların yıkılması…
Doğal ve beklen bir depremde her ölüm bir suistimal, göz
yummanın, çarpıklığın eseri olduğunu insanlık tarihi bize
anlatıyor. Bu katliam ile o güzel insanlar ile kurmuş olduğum
birliktelik ile biraz daha karanlığın içine düştüm... Yasım, sanırım bu sefer
biraz daha uzun sürecek, çünkü toprağa düşen, beton altına kalan her canlı
benim can yoldaşımdır...
Rakamlar!
Bültenlerde sürekli rakamlar açıklanıyor, şu kadar bina yıkıldı,
şu kadar ölü bedenine ulaştık… Ölenlerin, yaralı olarak kurtulanların hepsi
rakam oluyor ne yazık ki, çünkü günümüz rakamlar ile konuşmayı doğal hale
getirmiş, her birimiz birer rakama dönüştük...
Rakamlar, kader ortaklığı gibi sunuluyor...
Deprem zamanında tek suçları o gece, o şehirde, o üretiminden
çalınan evlerde yaşıyor olmaları.
Ölenlerin hepsi masum ama katili hepimiz biliyoruz…
Katil, Ankara Garı katliama göz yumanlardır. O katliama ortam
hazırlayanlar, bu katliama da ortam hazırladılar, çünkü bilinen, beklenene
karşı önlem almak yerine çarpıklık affedilmiş, aflar çıkarıldığı övünç ile
siyasi şova dönüştürülmüştür. Mağdur olan müteahhitlerin çıkarı gözetilmiş,
onların işledikleri suç, suç olmaktan alınan bir siyasi karar ile ortadan
kaldırılmıştır.
Hiç bir katliam önlenemez değildir, kader hiç değildir.
Eğer siyasi irade istemiş olsaydı yaşadığımız bu felaket olarak
sunulan katliam bu boyutta can almış olmayacaktı, çünkü ölenlerin çoğu
betonlarından, demirinden, suyundan, temelinden çalınmış binalarda öldü... O
beton binaları yapanlar arkalarında siyasi gücü görmeselerdi, bu kadar fütursuz
ve hesapsız üretimden, emekten çalmaz, daha dikkatli olurlardı, ama günümüzde
çalanlara gösterilen siyasi itibar, bu pervasızlığı ortaya çıkardı.
Küçük çıkar uğruna on binlerce insan öldürüldü...
Bankadaki rakamlarına rakam katmak isteyenler, şehirde
yaşayanları rakama dönüştürüp öldürdüler, onların nefeslerinden, kanlarından
para kazandılar...
Ankara Garı katliamı, yüzyılın felaketi adını verdikleri katliam
ile devam ediyor...
Ölenlerin hepsi benim canım, hepsi benim nefesimdir…
Sabaha karşı nefesim durdu, şimdi onların sesine ses olmak,
sessizce işlenen katliamı daha gür bağırmak için onların adına nefes alıyorum.
Haykırıyorum; bu katliam unutulmayacak, sorumlularından bir gün
mutlaka hesap sorulacaktır... Yarına karşı umudumun var olmasının tek sebebi,
ileride hesap sorulacak ortamın olmasının olasılığıdır…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.