Hayaller zamanın olmadığı alanda yaşar mı?
Yetiştirdiği
kızının mürüvvetini görmek geleneksel kültürümüzde vardır. O mürüvvet günü,
kızı için yaptıklarını sergilemek, onları sergilerken kızına yeni yaşamında
yardım etmenin gururunu duyar analar... Eskiden düğünlerden hemen önce serilir,
dosta düşman karşı sergiler serilir, komşular davet edilir ve o sergiye erkek
tarafı da bohçası ile katılır ve düğün bu şekilde başlanırdı.
Bizim için
"doğu" diye tabir ettiğimiz illerde bu geleneksel kültür yaşamaya
devam eder. Gelinlik çağına gelene kadar biriktirilenler kimse elini dokunmasın
diye "sandıklarda" kızı adına saklanırdı...
Sadece canlar
yok olmadı, hayaller de...
Bir gece yarısı,
sessizliğin hakim olduğu anda çeyizler, gün yüzüne çıkmadan beton altında
kaldı, toza karıştı, ananın ve kızın hayallerde toz ile birlikte yok oldu
gitti...
Öğrenilmiş
cinayet...
Bu hayallerin
beton tozuna karışmasına sebep olan şey; insanın doymaz, bitmez kazanma
hırsı... Sonradan öğretilen ama öğretildiğini reddeden bir kültüre sahibiz,
sanki doğuştan gelmiş gibidir kazanma hırsı, mal ve mülk biriktirme... Çünkü
mal ve mülk sahibi olmak demek; rahat bir yaşam için olmazsa olmaz diye
öğretilmiştir. Tüm savaşlar, tüm kan davaları bu malın paylaşımı için değil
midir?
Liberalizm
dalgası ile öğretinin yerini eğitim aldı. Eğitim araçlarından sürekli bize;
"zengin ol, biat et, rahat et!" diye dikte edildi. Her eğitilen
insan zengin olmak için en yakının üzerine basarak çıkmayı doğal olarak
gördü.
Kısa yoldan
zengin olmak isteyenler, ülkemizde bina yaparak, mülke en ucuz şekilde
müşterisini ulaştırılarak zengin olma hayaline kapıldı.
Tüm Avrupa nüfusundan
fazla müteahhit ülkemizde olması tesadüfi değildir. Az para ile en büyük kazanç
yolu bina yapmaktan geçtiği eğitimi verildi bize, betona yatırım yapan kat be
kat kazanıyor...
Maliyeti
düşürüp daha yüksek rakama gösterişli binalarını satmak!
Her yapılan
beton binaya isimler verildi. İsmin arkasına residence takısı
eklendi... Sitelere İngilizce bir kelime ekleyince, binaların görünen yerlerine
giydirme yapılınca, ucuza üretilen maksimum kar ile satılması anlamına geldi...
Paraya para
demeyenler, sürekli yeni projeler yapmaya girişti.
Küçükten
başlayanlar daha büyük daha büyük siteler yaparken, kazançlarına kazanç
kattılar... Büyüdükçe daha ucuza nasıl fazla getirili olacağını buldular. Bir
malı ne kadar çok alırsan o kadar ucuza alacağını keşfedenler, toptan büyük
siparişler ile vazgeçilmez müşteri ya da alıcı olduklarını keşfettiler. Üretici
kendisinden ne kadar çok mal alan olursa, ona o kadar fazla diğerler
müşterilerine göre indirim yapıyordu. Bu da normal işlemeyen piyasada rekabetin
dengesizliğini büyüttü, küçük üretici daha pahalıya mal ederken, büyükler aynı
şeyi daha ucuza mal ediyordu.
Üretilen bina
aynı fiyata satıyorlardı, bu da büyüklerin daha da büyümesi anlamına
geliyordu...
Sürümden
kazandılar. Daha az demir, daha fazla su, daha kalitesiz beton, istenilen ne
varsa kağıt üzerinde nasıl yapılmış gibi gösterileceğini, rüşvetin kime
verileceğini bildiler.
Daha büyük
işler yapanlar bürokrasinin dilini iyi çözdüler. "işini bilen
bürokratlar" ile bu suçu tabana yaydılar.
Hatta
yaptıkları sitelerde o izin veren belediyenin başkanına bir daire hediye
edildi... Hediyeler rüşvet sayılmadı, bakın bugüne kadar görev yapmış belediye
başkanlarına; kaçı emlak zengini? Belediye başkanı, meclis üyesi olmanın
ayrıcalığı kısa sürede keşfedildi, en büyük seçimlerde rekabet yerel seçimlerde
olmaya başladı. Başkan ya da belediye meclisi üyesi olmak için seçimlere büyük
paraların yatırılması anlamına geliyordu. Bir anlamda yatırılan paranın en
kısa yolunun belediyeden geçtiğini ve kazanç anlamına geliyordu.
Vatanı için
değil, çıkarı için yatırım yapıyordu. Seçimler parası olanların yapacağı
bir yarış alanı olmuştu. Parası olmayanın seçimlerde aday olması dahi
düşünülemez, o yüzden aday belirleme sürecinde partiler adaylardan seçim için
para ister olmuştu. Parasını yatıran aday olabiliyor ve partinin ya da siyasi
hareketin adayı olarak görünür oluyordu. Binalar ile belediyelerin
ilişkisi o kadar iç içe geçmişti ki, şehir planlaması diye bir kavramın
yerini, uygun gördüğün yere bina yap, nasıl olsa izin alınır,
alınamazsa eğer imar affı ile yatırılır cezası ve yasal hale
getirilme süreci ile şehirler birer beton yığınına dönüştürüldü. Yolu olmayan
ama binası olan semtler hızla çoğaldı. Bir ambulansın, itfaiye aracının
girmeyeceği sokaklardan oluşan semtler şehirleri kuşattı, şehirde
yaşayanlar nefes alamaz hale geldi...
Kızının mürüvvetini
görmek isteyen ana ve kızı aynı evde yaşarken bir gece yarısı toprağın
sallanması sonucu beton üzerlerine yağdı, sonra kalitesiz kırık demirler çöktü
üzerlerine... O an onlar için durdu; toz için zaman devam etti...
Bu düzenin, bu
katliamın sorumlularını hepimiz biliyoruz, hepimiz liberalizm adı altına gelen
küreselleşme açılımının bir sonucunu açıkça yaşadık... Katliam yaşandı, yaşanan
katliama da "yüzyılın felaketi" ismini taktılar. Ya siteye residence dediniz
ha yaşanan katliama yüzyılın felaketi ismini verin sonuç ortada, ölüler ve
hayaller beton altında, üzerlerine beton tozu yağmaya devam ediyor...
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.