Galata Gazete


13 Şubat 2023 Pazartesi

Acındırarak iktidar olmak…

Acındırarak iktidar olmak…

 

Ülkemizin tarihinde acındırmak, mazlum rolü oynamak, muhtaç olmak kavramlarını iç içe geçiren bir siyasi geleneğe sahiptir.

 

Osmanlı devletinin yükselme devrinin sonu; bir anlamda dış devletlere yönelik yağmalamanın, işgalin, ganimetin sonu anlamına gelir, fakat uzun süre köle kadın ve köle insan ticareti devam eder. Çöküş sürecinde ganimet ile devlet kasasını dolduramayanlar borç ile devletin kasasını doldurmayı seçti. Yağma kültürü dışa yönelik olmaktan çıktı, içe yönelik yağmaya dönüştü. Osmanlı devleti sona doğru giderken kuruluş politikasının tersini tercih etmek zorunda kalıyordu. Dışarıda mazlum, zavallı, hasta gibi gözükerek, borç almak için ihtiyaç sahibi olmanın yolunu vicdan sömürüsüne dayalı bir dış politika anlayışının inşaat sürecidir... Rekabet halinde ülkeler arasında oluşan boşluktan yararlanmıştır…

 

Çürüyen her yapı dışarıdan acınacak görüntü oluşturur.

 

Arabesk bizim siyasetimizin temelinde var, hiçbir şey yapamazsa kendi vücudunu jilet ile keser, akan kanı emer, oradan oluşan korku ile devletini besler, saltanatını korur… İç ayaklanmalar bahane edilerek, halkı sadece vergi, asker veren konumuna getirdi. Var olan askeri yapıları dağıttı, yeni askeri birlikler oluşturdu, sarayda darbe meşrulaştı, güçlü olan kullanacağı Osmanlı soyundan geleni tahta oturtuyor, devletin malını yağmalıyordu. Baba, oğlunu, oğul babayı yok etmek için çaba harcamasına gerek yoktu, devletin kasasını elinde tutmak isteyenler o işi yapıyorlardı. Entrika, ayak oyunu, rüşvet, elde ettiği gücü çevresi için kullananlar çürümeyi hızlandırıyordu.

 

Her şeyi bir sonu vardır, çürümenin de sonu olacaktı.  

 

Kapitülasyonların dayatması sonucunda borç veren güçlü emperyalist devletlerin liderleri tarafından Osmanlı devletine “hasta adam” teşhisi kondu.

 

Hasta adam isimlendirmesi yapıldıktan sonra Osmanlı devletini yönetenlerin önünde çok fazla seçenek kalmamıştı; borcu borç ile kapatmayı seçmek dışında başka alternatifleri yoktu. Devlet, çıkmaz bir sokağa tek yönlü yoldan girmişti. Osmanlı devletinin sonu artık güçlü devletlerin masasında planlar ve haritalar eşliğinde konuşulur olmuştur.

 

Zaman içinde alacaklılar Osmanlı gelirlerine el koyup, bir de onun ile ilgili Düyun-u Umumiye kurumu kurmuşlar. Bu suretle Osmanlı devletinin elinde ne var, ne yok denetleyecekler, denetleme ile kalmayacaklar yöneteceklerdi. Bu sayede bilgi emperyalist devletlerin elinde silaha dönüşecekti. Osmanlı devleti yönetenlerden daha fazla bilgi sahibi olanlar masa başında yaptıkları tasarımları hayata risksiz bir şekilde geçirebiliyorlardı.

 

Son darbe ne zaman ve nasıl vurulacağı soru olarak hep masada durdu.

 

Elbette ekonomik olarak çöken devletin sağlam bir tarafı olması beklenemezdi, çürüme kaçınılmazdı, çürüme devletin gücüne olan güveni de ortadan kaldırıyordu… Çürüme dağılma anlamına geliyordu, dağılma ise devletten alacakların çözmesi gereken büyük bir problem olmuştu. Borç veren bankerler, devletler bu borç batağına dönüşmüş devletten büyük kayıp vermeden, çatışmaya girmeden alacaklarını nasıl tahsil edeceklerdi? Soru basitti, cevabı ise devleti gençleştirmek! Hasta olan yaşlı devleti gençleştirmek, işlevsel hale getirmekti.

 

Osmanlı devleti nasıl gençleşecekti?

 

İnsan olsa nasıl olacağı bellidir, yaşlı ya da hasta olanın varisi bulunur, o varislerden alacaklar alınır, gerek icra yolu ile gerek karanlık yöntemler ile... Bankerler için önemli olan almaktır, yolunun pek önemi yoktur, ama devlet olunca?

 

Devlet olunca devlet yıkılacak ve o devletin mirasını savunan yeni devlet kurmak gerekliydi... Buna da emperyalist devletler yöneticileri tarafından “Avrupa’da Türk sorunu” adı verdiler.

 

Türk sorunu çözülecekti.

 

Yeni devlet elbette devletin içinden çıkacak ve devamı olacaktır, kısaca borçları reddetmeyecek bir devlet! Bu durumda elbette oluşacak devletin “tam bağımsız” olması düşünülemez, çünkü siyasi yaşamda öyle muhtaç olanı bağımsız yapacak yeni başlangıçlar olmaz. Her daim muhtaç olacak ama hasta olmaktan çıkmış borçlarını ödeyecek konumda olacak bir devlet!

 

Borç ödenmesi esastır, diğerleri teferruattır...

 

Birinci emperyalist devletler arasında paylaşım savaşı sonucunda ülkemizin siyasi rejimi değişti, adı değişti, bayrağı kurallara uygun daha biçimli oldu. Ve emperyalist devletlerin baskısı ile başkenti de değiştirildi... Bu kurulan yeni devlet eskisinin devamı, daha gençleşmiş, oluşan yeni dünyada yerini alabilecek, borçlarına sadık ama tam bağımsız olamayacak, ihtiyaç olduğunda kuzeyde var olan devletin karşısında duvar olacak…

 

Tam bağımsızlık ancak ekonomi ile olur, ekonomisi bağımlı olan ülkeler bağımsız siyasi tavır alamazlar, onlar dengeleri gözetmek ile mükelleftir...

 

Borç, yiğidin kamçısıdır ama devletin?

 

Gençleşen devlet biraz kendisini toparlanmaya ve bağımsız davranmak için adımlar attığında, kaçınılmazdır dışarıdan müdahale. Devleti idare edenler her zaman emperyalist devletlerin eline koz verir. Siyasi iktidar, ikinci dünya savaşında Nazi Almanya’sını desteklemesi ile emperyalist devletlerin eline güçlü bir koz geçti, çünkü Almanya macerası İngiliz ve Amerikan çıkarlarının Ortadoğu’da riske girmesi anlamına geliyordu... Çıkarlar her şeyin üstündedir, geleneksel dostluk sözleri sözde kalmaya mahkumdur.

 

Savaş sonrası Avrupa’yı hizaya getiren Amerika, uygulamaya koyduğu Marshall yardımı ülkemiz için de uygun görüldü ve yardım ile siyasilerin bilinçaltında yatan alışkanlıklar canlandırıldı. Borç ile gelen sıcak para, içte oluşan herhangi bir direniş bertaraf edilmesini kolay kıldı. Yatırım ile büyümek yerine ekonominin büyümesi politikanın merkezine kondu. Her köye bir “zengin” yaratma hayali, emek harcamadan zengin olmayı amaç kıldı. Yağma politikası ile yeni zenginler suni olarak yaratılıyordu.

 

İtibar için birçok şeyde tasarruf yapılır!

 

Dışarıdan gelen yardım ile birlikte yardım istediğinde yardım alacak, borç istediğinde borç alacak konuma gelmesinin önünde engellerinde kalkması anlamına geliyordu. Ülkemizin itibarı; alacağı borç ile ölçülür oldu, eğer borç alacak konumdaysak itibarlı ülkeydik!

 

Önemli olan itibar, itibardan taviz verilmemesi gereklidir.

 

Dışarıdan nasıl gelirse gelsin gelen paranın önündeki tüm engeller kalkacaktı, kalktı da... Her yardıma, her bağışa, her zor durumda uzatılan ele sarılmak siyasi bir geleneğin yeniden canlandırılması oldu...

 

Bizim ülkemizde yaşanan felaketlerden ders çıkarmadık, var olan çarpıklık hep devam etti. Çarpıklığı yok etmek için adım atmadık, çünkü muhtaç olmak yardımın gelmesi anlamına geliyordu... Gelen her sıcak para, içeride oluşmuş sorunların ertelenmesi veya üstünün örtülmesi anlamına geliyordu.

 

Gelen para geri çevrilmez, koşulsuz kabul ettiğimiz hep söyleriz ama koşullarını da yerine getirmeye çalışır gibi gözükürüz, ülkemizde nasıl olsa felaket eksik olmuyor, verilen tüm sözler bir felaket ile göz ardı edilir ve sıcak para girişi devam eder... Nasıl olsa dünya bize bakmak zorunda, çünkü biz itibarlı bir ülkeyiz. Stratejik konumumuz bize yardımı sonsuzlaştırıyor!

 

Sonuç olarak biz benzer felaketleri sürekli yaşayan, tarihin sürekli tekerrür ettiği bir ülke konumundan çıkamadık! Çünkü biz kendimize acınılacak şekilde bakıldığı sürece gurur duyan bir siyasi anlayışın içinde olduk. Bakın zenginlerimiz bile fakir gibi giyinir, çünkü fakir gözük ki, yardım eksik olmasın!

 

“Domuzdan bir kıl almayı” kar gören siyasi anlayış; muhtaç, halkın güvenliğini önemsemeyen, son dakikada Allah'ın takdiri ile zorluktan kurtulacağımız düşünür... “Su nasıl olsa yolunu bulacaktır”, o yüzden siyasetin suyuna göre git anlayışı hep var olmuştur...

 

Siyasetçi siyasetçinin kurdu değil, koruyucu meleğidir.

 

Bizim siyasetçilerimizin hepsi kurnaz, zekidir. Halkın iyiliği için halkın cebinden alır ve beka sorunu adı altında offshore hesaplarda çevresinin ve ailesinin geleceği ekonomik olarak garanti altına alınır. Eğer devletin malını yedikleri ortaya çıkarsa, bu durumda hemen “mazlum” rolüne bürünür. Her Türk siyasetçi bilir ki, rüşvetin, devleti hortumlamanın kaydı olmaz, davası da olursa kısa sürede kapatılır…

 

İsmail Cem Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.