Felaket bekleniyordu, oldu.
Felaketlerde
ilk 24 saat içinde en fazla can göçük altından kurtulur. Günler geçerken
felaketler ulusal kanallarda ekranlarda canlı yayınlanıyor, bu yayınlarda iktidarın
ve muhalefetin siyasi mücadele alanına dönmüş durumda. İktidar her şeyi tek
başına yapacağını göstermek isterken, muhalefette
yaşanan sorunları ortaya çıkarmakta ve çözüm yollarını göstermektir.
Göçük
altında yaşam beklentilerinin sona ereceği saatler azalırken "mucize
kurtuluş" adı verilen kurtuluşlar gerçekleşiyor, çünkü ilk 24 saatte
felaket alanında olması gereken ekipler yaşanan lojistik sorunlar yüzünden
ancak son günler içinde alana gelmişler ve hiç ara vermeden işlerini “en iyi”
şekilde yapıyorlar... Yaşanan “mucize” kurtuluşlar bu uzmanların işlerini iyi
yaptığını göstermektedir.
Ülkemiz
adı konulmamış İslami bakışın hakim olduğu ve “ılımlı İslam” rejimine uygun
şekilde yıllardır yönetilmektedir. İktidar, hayata dini referansları merkeze
alarak devlet yönetimi yeniden yorumlanmaktadır. Ülkemiz öznelinde liberalizm,
12 Eylül askeri rejimi altında ulus devleti anlayışını yıkarken yerine yeni
devlet anlayışı oluşturmamıştır. Bu eksiklik küreselleşme politikaları
karşısında halkın çıkarı ve birikimleri korunamamış, yaratılmış tüm direniş
noktaları yıkılmıştır, bu sayede küresel sermayenin rahat hareket edeceği
alanlar açılmıştır.
Sözde
demokrasiden otokrasiye geçiş…
Yaşanan
liberalizm ve küreselleşme sürecinde devlet, sermaye birikimi ve ulusal
sermayesinin güvenli limanı olmaktan çıkmıştır. Ulusal sermaye dışarıdan gelen
sermaye saldırısına karşı güvenli alanı kalmadığı için, küresel oluşan krizler
ve onun oluşturmuş olduğu “tusinami” dalgası karşısında yerel sermayenin el
değiştirmesi ve devletin alt yapısının tamamı ile küresel sermayenin ihtiyacına
uygun düzenlenmesi sürecini yaşadık. Bu süreçte ulus devletin hakim olduğu
anlayışın yerini, liderin hakim olduğu “otokrasi” rejimi boşluğu doldurmaya
çalıştı.
Ülkemizde
yaşananlar küresel siyasi/ ekonomik krizlerden bağımsız değildir. Kriz
ortamında sermayenin ihtiyacına cevap verecek siyasi arayışlar hep söz konusu
olmuştur. Küresel politikaya yön verenler ülkemizde “Ilımlı İslam” ancak tek
adam rejimi altında uygulanacağına karar verilmesi ile birlikte Büyük Ortadoğu
Projesinin “eş başkanı” sıfatı verilerek bir siyasi düzenleme yapılmıştır, ona
bağlı olarak da sermaye içinde yeniden yapılanmaya gidilmiştir.
Ülkemiz,
bizim tercihimiz gibi sunulmuş siyasi tercihi ile ulus devletin yerini ılımlı
İslam anlayışının örgütlenmesi ve ulus devletinin yıkıntıları arasında yeni bir
devlet anlayışının inşaatı sürecini yaşadı. Bu süreçte elbette ülkemiz birçok
kırılma yaşamıştır, fakat en büyük kırılma ülkemizde gerçekleşen felaketler
dönemlerinde olmuştur. Krizler ve felaketlere karşı alınan tavır ile ılımlı
İslam’ın bakış açısı ve amacı çıplak olarak ortaya çıkmıştır.
Siyasi
İslam bakış açısı, felaketler yaşanırken ölüm rakamının yükselmesinde büyük
etkisi var, çünkü onlar “kader” olarak gördükleri bu felaketlerde can kaybından
kendilerini “sorumlu” görmüyorlar.
Elbette
sorumlu olmayanın önlem alması beklenemez, çünkü "Allah'ın takdiri";
yapılması gerekenin önünde en büyük engel olmuştur.
Dini
bakış açısı ile devlet yönetilince: madenlerde, depremlerde, trafik kazalarında
ve iş cinayetlerinde kayıp rakamı yüksek oluyor, çünkü İslamcılar her şeyi
"kader ve fıtrat "olarak yorumladılar, önlem alınmaz düşüncesi içinde
devleti yönettiler..
Yaşadığımız
İslami iktidar döneminde kayıplar tesadüfen çok yüksek olmamıştır, çünkü
olayların “fıtratlarında” vardır ve katlanılması gereklidir...
Örneğin,
kadın cinayetlerinin önlenememesinin temelinde de bu kader ve geleneksel bakış
açısı vardır, "erkek sever de öldürür de" anlayışı, dini cemaatler
içinde çocuklar ve kadınlara yönelik cinsel saldırının temelinde de bu dini
anlayış yatmaktadır... Dini kitaplarda olmayan ama gelenekler içinde var olan
uygulamalar ile cinsel taciz, tecavüz gibi olaylar “normal” olarak algılanmış,
onlara karşı yapılan tepkileri anlaşılır olmaktan çıkmıştır. Doğal olana
tepkileri anlamak geleneksel İslam yorumu içinde anlaşılır olmadığı için,
birbirine benzer olaylar ve tepkiler hep tekrar eder olmuştur, çünkü normal
olanın düzeltilecek ve önlenecek tarafı yoktur.
Yaşadığımız
“felaket”…
Felaket
kavramı ortaya çıkınca, elbette Allah’ın takdiri kavramı da doğal olarak
gelmektedir, çünkü Allah “alınyazımıza” bunu yazdığına göre, kaderimize boyun
eğeceğiz ve yaşayacağız. Ölenler “takdir”in sual edilmeyecek sonuçtur, önlem
almak, onun emrine karşı gelmektedir… Bize düşen onları cennete gidecek yolda
kurallara uygun defnetmektir.
Dincilerin
en iyi yaptığı iş cenaze törenleridir.
İslam
için felaket zamanında kadere boyun eğmek ve sonucuna katlanmak takdirdir, karşı
gelmek demek kelama karşı gelmek gibi algılanır ve o yüzden bu zamanlarda
modern bakış açısı dışında kalan geleneksel İslam’ı yaşayanlar tepkilerini dua
ederek ve kutsallığa sahip çıkarak geçirirler…
Eğer
erken müdahale edebilseydik kaybettiklerimizin bir bölümü aramızda neşeleri,
hüzünleri ile olacaktı, fakat kurtaracak birikime sahip olmamıza rağmen
kayıplarımızı sorgulamıyoruz, çünkü yaşadığımız an sorgulama değil, var
olanları kurtarmaktır…
Ya
yüzleş ya da unut!
Zaman
geçecek ve yaşadığımız felaketi ya unutacağız ya da felakete sebep olan
eksiklikleri sorgulayacağız ve çözüm yollarını kurumsallaştıracağız.
Ülkemiz
sık sık “yüzyılın” büyük felaketleri ile yüz yüze kalıyor. Bizler tarihimizden
biliyoruz ki, yaşadıklarımızdan ders çıkarmayan ve bir şey olmamış gibi yaşayan
bir kaderine inanan bir toplumuz. Son yaşadığımız “yüzyılın en büyük”
felaketinden de ders çıkarmayacağız, hep muhtaç, hep aciz, hep ağlayan toplum
olmaya devam edeceğiz gibi…
Anlık
seviniyoruz, kısa sürede unutuyoruz.
Mucize
kurtulmalarına seviniyoruz, eğer daha önce gelmiş olsalar da göçük altında
cansız kalanların kaçı kurtulacaktı?
Ölenlerin
katili ne yazık ki birinci derecede deprem gibi gösterilse de aslında felaket
sonrası organize olmamış kurtarma çalışmasıdır…
Bunun
hesabı ne yazık ki bu sistem ve toplum içinde sorulmaz...
Böyle
gelmiş, hep böyle mi gidecek?
1999
gölcük depreminden bugüne ne öğrendik?
Yeni
felaketler bekleniyor, beklenen bir gün olacak…
İsmail
Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.