Galata Gazete


10 Şubat 2023 Cuma

Felaket bekleniyordu, oldu.

Felaket bekleniyordu, oldu.

 

Felaketlerde ilk 24 saat içinde en fazla can göçük altından kurtulur. Günler geçerken felaketler ulusal kanallarda ekranlarda canlı yayınlanıyor, bu yayınlarda iktidarın ve muhalefetin siyasi mücadele alanına dönmüş durumda. İktidar her şeyi tek başına yapacağını göstermek isterken, muhalefette yaşanan sorunları ortaya çıkarmakta ve çözüm yollarını göstermektir.

 

Göçük altında yaşam beklentilerinin sona ereceği saatler azalırken "mucize kurtuluş" adı verilen kurtuluşlar gerçekleşiyor, çünkü ilk 24 saatte felaket alanında olması gereken ekipler yaşanan lojistik sorunlar yüzünden ancak son günler içinde alana gelmişler ve hiç ara vermeden işlerini “en iyi” şekilde yapıyorlar... Yaşanan “mucize” kurtuluşlar bu uzmanların işlerini iyi yaptığını göstermektedir.

 

Ülkemiz adı konulmamış İslami bakışın hakim olduğu ve “ılımlı İslam” rejimine uygun şekilde yıllardır yönetilmektedir. İktidar, hayata dini referansları merkeze alarak devlet yönetimi yeniden yorumlanmaktadır. Ülkemiz öznelinde liberalizm, 12 Eylül askeri rejimi altında ulus devleti anlayışını yıkarken yerine yeni devlet anlayışı oluşturmamıştır. Bu eksiklik küreselleşme politikaları karşısında halkın çıkarı ve birikimleri korunamamış, yaratılmış tüm direniş noktaları yıkılmıştır, bu sayede küresel sermayenin rahat hareket edeceği alanlar açılmıştır.

 

Sözde demokrasiden otokrasiye geçiş…

 

Yaşanan liberalizm ve küreselleşme sürecinde devlet, sermaye birikimi ve ulusal sermayesinin güvenli limanı olmaktan çıkmıştır. Ulusal sermaye dışarıdan gelen sermaye saldırısına karşı güvenli alanı kalmadığı için, küresel oluşan krizler ve onun oluşturmuş olduğu “tusinami” dalgası karşısında yerel sermayenin el değiştirmesi ve devletin alt yapısının tamamı ile küresel sermayenin ihtiyacına uygun düzenlenmesi sürecini yaşadık. Bu süreçte ulus devletin hakim olduğu anlayışın yerini, liderin hakim olduğu “otokrasi” rejimi boşluğu doldurmaya çalıştı.

 

Ülkemizde yaşananlar küresel siyasi/ ekonomik krizlerden bağımsız değildir. Kriz ortamında sermayenin ihtiyacına cevap verecek siyasi arayışlar hep söz konusu olmuştur. Küresel politikaya yön verenler ülkemizde “Ilımlı İslam” ancak tek adam rejimi altında uygulanacağına karar verilmesi ile birlikte Büyük Ortadoğu Projesinin “eş başkanı” sıfatı verilerek bir siyasi düzenleme yapılmıştır, ona bağlı olarak da sermaye içinde yeniden yapılanmaya gidilmiştir.

 

Ülkemiz, bizim tercihimiz gibi sunulmuş siyasi tercihi ile ulus devletin yerini ılımlı İslam anlayışının örgütlenmesi ve ulus devletinin yıkıntıları arasında yeni bir devlet anlayışının inşaatı sürecini yaşadı. Bu süreçte elbette ülkemiz birçok kırılma yaşamıştır, fakat en büyük kırılma ülkemizde gerçekleşen felaketler dönemlerinde olmuştur. Krizler ve felaketlere karşı alınan tavır ile ılımlı İslam’ın bakış açısı ve amacı çıplak olarak ortaya çıkmıştır.

 

Siyasi İslam bakış açısı, felaketler yaşanırken ölüm rakamının yükselmesinde büyük etkisi var, çünkü onlar “kader” olarak gördükleri bu felaketlerde can kaybından kendilerini “sorumlu” görmüyorlar.

 

Elbette sorumlu olmayanın önlem alması beklenemez, çünkü "Allah'ın takdiri";  yapılması gerekenin önünde en büyük engel olmuştur.

 

Dini bakış açısı ile devlet yönetilince: madenlerde, depremlerde, trafik kazalarında ve iş cinayetlerinde kayıp rakamı yüksek oluyor, çünkü İslamcılar her şeyi "kader ve fıtrat "olarak yorumladılar, önlem alınmaz düşüncesi içinde devleti yönettiler..

 

Yaşadığımız İslami iktidar döneminde kayıplar tesadüfen çok yüksek olmamıştır, çünkü olayların “fıtratlarında” vardır ve katlanılması gereklidir...

 

Örneğin, kadın cinayetlerinin önlenememesinin temelinde de bu kader ve geleneksel bakış açısı vardır, "erkek sever de öldürür de" anlayışı, dini cemaatler içinde çocuklar ve kadınlara yönelik cinsel saldırının temelinde de bu dini anlayış yatmaktadır... Dini kitaplarda olmayan ama gelenekler içinde var olan uygulamalar ile cinsel taciz, tecavüz gibi olaylar “normal” olarak algılanmış, onlara karşı yapılan tepkileri anlaşılır olmaktan çıkmıştır. Doğal olana tepkileri anlamak geleneksel İslam yorumu içinde anlaşılır olmadığı için, birbirine benzer olaylar ve tepkiler hep tekrar eder olmuştur, çünkü normal olanın düzeltilecek ve önlenecek tarafı yoktur.

 

Yaşadığımız “felaket”…

 

Felaket kavramı ortaya çıkınca, elbette Allah’ın takdiri kavramı da doğal olarak gelmektedir, çünkü Allah “alınyazımıza” bunu yazdığına göre, kaderimize boyun eğeceğiz ve yaşayacağız. Ölenler “takdir”in sual edilmeyecek sonuçtur, önlem almak, onun emrine karşı gelmektedir… Bize düşen onları cennete gidecek yolda kurallara uygun defnetmektir.

 

Dincilerin en iyi yaptığı iş cenaze törenleridir.  

 

İslam için felaket zamanında kadere boyun eğmek ve sonucuna katlanmak takdirdir, karşı gelmek demek kelama karşı gelmek gibi algılanır ve o yüzden bu zamanlarda modern bakış açısı dışında kalan geleneksel İslam’ı yaşayanlar tepkilerini dua ederek ve kutsallığa sahip çıkarak geçirirler…

 

Eğer erken müdahale edebilseydik kaybettiklerimizin bir bölümü aramızda neşeleri, hüzünleri ile olacaktı, fakat kurtaracak birikime sahip olmamıza rağmen kayıplarımızı sorgulamıyoruz, çünkü yaşadığımız an sorgulama değil, var olanları kurtarmaktır…

 

Ya yüzleş ya da unut!

 

Zaman geçecek ve yaşadığımız felaketi ya unutacağız ya da felakete sebep olan eksiklikleri sorgulayacağız ve çözüm yollarını kurumsallaştıracağız.

 

Ülkemiz sık sık “yüzyılın” büyük felaketleri ile yüz yüze kalıyor. Bizler tarihimizden biliyoruz ki, yaşadıklarımızdan ders çıkarmayan ve bir şey olmamış gibi yaşayan bir kaderine inanan bir toplumuz. Son yaşadığımız “yüzyılın en büyük” felaketinden de ders çıkarmayacağız, hep muhtaç, hep aciz, hep ağlayan toplum olmaya devam edeceğiz gibi…

 

Anlık seviniyoruz, kısa sürede unutuyoruz.

 

Mucize kurtulmalarına seviniyoruz, eğer daha önce gelmiş olsalar da göçük altında cansız kalanların kaçı kurtulacaktı?

 

Ölenlerin katili ne yazık ki birinci derecede deprem gibi gösterilse de aslında felaket sonrası organize olmamış kurtarma çalışmasıdır…

 

Bunun hesabı ne yazık ki bu sistem ve toplum içinde sorulmaz...

 

Böyle gelmiş, hep böyle mi gidecek?

 

1999 gölcük depreminden bugüne ne öğrendik?

 

Yeni felaketler bekleniyor, beklenen bir gün olacak…

 

İsmail Cem Özkan

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.