Kaderimize hep tek yönlü yollarda yürümek düştü...
Birinci
dünya savaşı öncesidir. Balkanlar savaşları ile Osmanlı Devleti artık bir
Anadolu devleti olma özelliğine doğru “zorunlu göç” yaşanmıştır. Her kitlesel
göç kavramı aslında bir anlamda soykırımdır, çünkü göç edilen yerlerde kültürün
de kazanması ve yerine yeni sahiplerinin kültürünün konumlanmasıdır... Eskiye
dair ne varsa yok edilir ya da yeni sahiplerinin ihtiyacına göre dönüştürülür.
Balkanlardan
koparılan Türklerden sonra Avrupa’da artık “Türk Sorunu” yoktur!
“Hasta
Adam” olarak tanımlanan devletin parçalanması ile güçlü devletlerin masasında,
strateji uzmanlarının hazırladığı haritalarda yeni gelişmelere uygun şekilde
güncellenmiştir.
Balkan
savaşları henüz bitmişken, Avrupa’nın yeni ve en genç gücü Prusya / Almanlar
yeni hedeftir...
Almanlar
düşmanlaştırma sürecindedir, bu süreç savaşa doğru hazırlıktır.
Düşmanlar
ile çevrili bir alanda yeni bir devletin oluşturması çok güçtür ama bunu
Almanlar başarmışlar. Almanlar sanayisi, savaş için yeterli altyapısını
oluşturmaktadır.
Devletlerin
uluslaşma sürecinde Avrupa'nın ortasında bir mucize gerçekleşmekte...
Uluslaşma
aynı zamanda yeni sömürü modelini de ortaya çıkarmıştır. Emperyalizm zamanın
ruhudur. Almanlarda bu ruha uygun politikalar ve yeni kaynak arayışındadır...
İngiliz ve Rusya arasına sıkıştırılmış Almanlar "hasta adamın"
topraklarından da pay istemektedir...
Pay
almak için Almanlar Bağdat Demiryolu hattı Konya’da ilk kazmayı toprağa
dokundurduğu anda, kaderimiz çizilmiş gibidir. Bizim alnımıza kazınan yeni yol
haritamızda: İngiliz ve Rusya’nın hedefindeki Almanların ittifakı olmaya
zorlanacağımız bir süreçte ortaya çıkmıştır. Yanına alırlarsa toprakları
istedikleri gibi çizemeyeceklerdir, o yüzden yenileceği önceden tahmin edilen
ittifakın içine sürüklemek, toprağın sınırlarını çizme hakkını da ortaya
çıkarmaktadır.
Birinci
dünya savaşı başladığında bizim ittifak seçme hakkımız yoktu...
Tek
yönlü gidilen bir yolda, zorunlu ve istem dışı geliştirilen politikalarla bir
anlamda savaş hükümetine dönüşmüş bir hükümet söz konusudur. İktidardaki
partinin hürriyet hedefinden kısa sürede çark etmek zorunda kalmış ve
savaştığı/ düşmanlaştırdığı Abdülhamid'e benzemişti. Abdülhamid'in politikanın
karikatürize edilmiş mirasına sahip çıkmıştır...
Tarihimizde
demiryolu sanayileşme adına atılmış en önemli adımdır ama aynı zamanda bizim
ilerideki Suriye sınırımızı belirleyecek bir hatta dönüşeceğini kim
bilebilirdi?
Balkanlardan
göçe zorlanan Türkler, Anadolu içinde yeni yaşamlarını kurarken, bir anlamda
Avrupa’dan Anadolu toprağına medeniyet getiren bu tehcir kurbanları, yeni
kurbanlar yaratacak politikanın da dayanağı/zemini de olacaktır...
Emperyalizm
zamanın ruhudur ve devletler paylaşım savaşına doğru hızla gitmektedir... Büyük
savaş için girdap oluşmuştur, o girdap içine halkları, devletleri içine alarak
savrulmaya başlamıştır.
Bizim
o tarihlerde topraklarımızın çoğu çöldür ve çöl fırtınası içinde
savrulmaktadır... Yakın tarihimizde bizim için parçalanmanın başlangıcı Balkan
Savaşları olarak gözükebilir ama esas parçalanma Birinci Dünya Savaşında
gerçekleşecek, sonuç olarak Anadolu’ya sıkışmış bir devlet ile bu oluşan
girdaptan çıkacaktık...
Kaybımız
çöl kumudur ama çöl kumu altında bıraktığımız insanlarımızın kanı, vücudu ve
yeni sanayinin ihtiyacı olan petroldür... Petrolü alanlar bize çölleşmeye yüz
tutmuş topraklarda yaşama hakkını verdiler. Bu topraklar içinde dünya güçler
dengesinden hep uzakta yaşayan, geçiş ya da başka söylem ile tampon ülke olma
özelliğine doğru iteklendik. Bu ülkede çağdaşlaşma adına yapılan her adım, içte
geliştirilen muhalefet ile çağdaşlaşma için atılan tek adıma karşı iki adım
geriye doğru gitmişiz. Osmanlı yürüyüşü ne yazık ki yeni kurulan devlet içinde
geçerlidir. Kaderimiz değiştirmek için tarih içinde birçok örnek olmasına
rağmen, bizim siyasetimiz: emperyalist politikaların ve devletlerin her zaman
adamı olmuş, onların çıkarı bizim çıkarımızdan daha öncelikli görülmüştür.
İşgal
altında İstanbul’da oluşturulan politikalar ve manda isteyenler yeni
cumhuriyetin ruhunu belirlemiş ve Osmanlı’dan günümüze kadar devam edecek özel
kolejlerin, okulların devamı sağlanarak eğitimde fırsat eşitliği ortadan
kaldırılmış, parası ve devlet içinde ayrıcalıklı olan ailelerin çocukları her
zaman diğer çocuklardan daha farklı kültüre sahip olarak yetiştirilmiştir.
Ülkemizde hiçbir zaman fırsat eşitliği olmamıştır. Eşit vatandaşlık hiçbir
zaman olmamıştır, aynı şekilde laiklik bize özgü bir anlatım olarak kalmış ama
özde laiklik hiçbir zaman olmamıştır. O yüzden bu kabul edilmeyen nedenler hala
ülkenin en zayıf yönünü ortaya çıkarmakta ve hiç bir zaman bir arada, birlikte,
ortak hedefe doğru giden politika oluşturulamamıştır…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.