Zaman değişiyor, ruh hep aynı kalıyor!
Zaman
değişiyor, kişiler çoktan tarihin sayfalarına da yerini almış, devletin
mekanizmasında rol alanlar hiç değişmiyor. Rejimler değişse de, ülke isimleri
değişmiş olsa da sanki ölen yokmuş gibi aynı hatalar, aynı şiddet, aynı önyargı
ile insanları ötekileştirip, onlar ile sonu gelmez savaş içinde… Bir anlamda
tarihin değişmez rolü, geçmişte hiciv edilmiş devlet adamları/insanları bugün
de hiciv edilmeye devam ediliyor…
Sahnede
büyük bir daktilo, yanında satış kasası, arkasında Markopaşa dergisinin birinci
sayfası, yan tarafında ay… Ay, bende Resimli Ay dergisine doğru bir
çağrışım yaptı. Serteller tarafından çıkarılan dergi, mizah dünyamızın önemli
kilometre taşlarındandır, bir anlamda Markopaşa dergisi onun çizgisini devam
ettirecektir… Sahnedeki dekor insanı ister istemez ikinci dünya savaşı
yılları ve hemen sonun doğru zamana davet ediyor…
“Faşizme
selam, komünistleri / aydınlar baskı altına al” süreci…
İkinci
dünya savaşı yaşandığı zaman diliminde ülkemizde bir sıkıyönetim hakimiyeti
var. Meclis kararı ile sıkıyönetim sürekli uzatılmaktadır. O dönemi genellikle
günümüzde sürekli tekrarlanan “ekmek” meselesinden biliriz. Ekmek, karne ile
dağıtır o yıllarda, elbette dağıtımında haksızlıklar, kayırmalarda olur, fakat
o yıllarda bir de “aydın kırımı” vardır. Aydın, solcu, muhalif olanlar
“komünist, Moskova uşağı” olarak fişlendiği yıllar… Sıkıyönetimde en fazla
siyasi şube mesai yapar. Siyasi şubenin merkezi Eminönü’ndeki Sansaryan
Han’dır. Oranın tarihi aydın kırımının tarihidir bir anlamda, kimler gelip
geçmiş oranın sorgu odalarından? Sadece o yıllarda mı kullanıldı, elbette
değil, devlette devamlılık esastır, uzun yıllar o han işlevini solcular ve
muhalif olanlar üzerinde ayrım yapmadan uygulamıştır.
Açlık
ile aydınları hizaya getirmeye çalışan bir Hitler hayranı iktidar ve o
iktidarın Hitler’den ödünç aldığı direktifleri, fikirleri karikatürize ederek /
abartarak ülke içinde uygulamıştır. Varlık Vergisi ile azınlıkların elinde
olanları alıp, Türk sermayesi yapma girişimlerini hiç saklamadan uygulamıştır…
“Faşizme selam, komünistleri öldür, azınlıkların elinde olanı al” süreci…
İkinci
dünya savaşı henüz bitmiştir, ülke içinde dünyadaki gelişmelere paralel olarak
kısmi bir özgürlük havası oluşmuştur, en azından açıkça Hitler taraftarı
politikalar günlük siyaset içinde uzaklaşma söz konusudur. Henüz iktidar
değişmemiştir, Saraçoğlu iktidarı devam etmektedir. Açlık ile hizaya getirmeye
çalışan aydınlarda bu dünyadaki gelişmelere paralel olarak bir umut içindedir.
O süreç içinde Sabahattin Ali, Aziz Nesin yan yana gelerek bir dergi çıkarma
fikrini ortaya atar, o güne kadar çıkan mizah dergilerinden farklı ve gerçek
bir toplumsal hiciv dergisi olacaktır. Markopaşa dergisinde yazarların isimleri
olmayacaktır, her söz derginin sözü olacaktır.
Osmanlı
devletinden ödünç alınanlar, sanki ödünç değildir, meçhule giden zamanda, sanki
sürekli aynı şeyleri yaşar gibi tekrar tekrar dönüyor…
Markopaşa
dergisinin öyküsü, o derginin arka fonunda geçen toplumsal çalkantıyı izleriz.
Bizi hayal dünyasına davet ederken ilham perileri bizi o döneme uçurur.
Oyuncuların kıyafeti askılı pantolon, gömlek kıyafet olarak seçilmiştir. Askılı
pantolonlar bir zamanlar modaydı, bir dönem kullanıldı ve sanırım yok oldu
gitti… Çok sade kıyafetlerde ne abartı vardır, ne de gözü yorar, donmuş
zamanın kıyafetidir. Sahne ortasında küçük bir masa ve etrafında tabure.
Sahnenin iki tarafında yer alan mikrofonlar. O mikrofonlar çok önemli bir
işlevi vardır, oyunun arka fonunda uçan bir martı sesi olur, bir efekt, bir
toplumun sesidir, bölümler arası geçiştir öte yandan…
İlham
perileri kimlere ilham vermektedir? Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz.
Aynı periler gerçek hayat içinde birden fazla role bürünür, dizgici, mizanpaj
ve çaycı… Mahir, Hamza ve Seyfi. Üç isimde Arapçadan ödünç alınmış ülkemizde
çok sık duyduğumuz isimlerdir, seçilen isimler rollerini de anlatır bir anlamda
… Dedikoduya meraklı ama aydın Ermeni kadın, onun komşusu orta sınıf bir Türk
kadının rolünden, kulağı duymayan, gözü görmeyen vapurdaki meraklı yolculardır
bu üç peri… Oyun baştan sona bir imgeler ve göndermeler üzerine kurulmuştur…
Her gönderme günümüzde de devam eden bir soruna parmak basar. Özneler
değişmiştir ama içerikler ne yazık ki devam etmekte…
Oyuncular
her rolün hakkını veriyor, hatta rolden role geçerken seyirciyi öyle bir alıyor
savuruyor ki, seyirci ister istemez her öykümün içinde karakterin kim olduğunu
hemen anlıyor, devamlılık, sürükleyicilik muhteşem. Gerek ses, gerek mimik,
gerek vücut dili ile her oyuncu sahnede kelimelere hayat verdiğini seyirciye
hissettiriyor… Periler zaman zaman canlandırdıkları kişilere fırça atıyor, sana
söylemedi mi, yapma, bak başına gelecekler derken aslında onların cesaretini, o
kavgacı yönlerlerini öyle bir ortaya seriyor ki, her insan bugün dahi yapmaya
cesaret edemeyeceği bir büyük bireysel ve arkadaş dayanışmasını, kardeşliğini
de anlatıyor.
Dergi
etrafında üç insan, daha sonra onlara katılanlar ile büyük bir birikim ortaya
çıkarıyor.
Sadece
üç insan değildir, dergiye yazı yazan, dizgi yapan, mizanpajından yazı işleri
müdürlerini içine alan kocaman bir aile olurlar, okuyucusu ile toplumsal
muhalefete dönüşüyor.
Dergi
beklenmeyecek kadar ilgi görür, ilgi gören bir dergiye de iktidarın gözlerinin
dikilmesi kaçınılmazdır.
O
dönemin iktidarının görüşleri dışında görüşün filiz atmasına izin mi
verilecektir, elbette hayır! Önce maddi baskı başlar, arkasından basılacak
matbaalar bir bir korku ile baskı yapmamaya ikna edilir, arkasından polis ve
siyasi baskı…
Dergi
siyasiler işlerine geldiği kullanmayı da ihmal etmez, hatta Markopaşa dergisi
sıkıyönetimin uzatılması için meclis görüşmelerinde bahane olmuştur.
Okuyucuna gözdağı vermek adına, yazarları bir bir tutuklanır, sorgulanır.
Dergiyi toplum içinde okuyanlara gözdağı verilir, baskı henüz sonuçlanmamıştır,
bitmiş bir şey yoktur havası verilmeye özen gösterilir.
Dönem
tek partili dönemdir, gerçek muhalefeti bir dergi ve etrafındaki insanlar
olmuş, sessizlerin sesi olmuştur.
Mizahın
dili, her türlü baskı aygıtından daha keskindir, toplum içinde dergi toplu
okunur, konuşulur olmuştur. Matbaalar basmaya korktuklarında dergi teksir
makinesi ile çoğaltılır, çare tükenmemiştir, fakat iktidarın baskısı
bitmemiştir. Azizi Nesin Bursa’da sürgün hayatına başlamıştır, Rıfat Ilgaz tedavisine
devam etmektedir, Sabahattin Ali ise uzun bir yolculuğa doğru iteklenmektedir…
Mahkemeler
Markopaşa için çalışmaya başlar. Aldığı kararlar ve yasaklar sonucu Markopaşa,
birçok kez isim değiştiriyor; Merhumpaşa, Malumpaşa, Ali Baba vs. isimleri
alıyor, sonra “nedense” ismine “tekrar” kavuşuyor, fakat Markopaşa bu kez Orhan
Erkip’in gazetenin imtiyazını sahte olarak ele geçirmesi ile “komünist avcılığı
yapan gazete” haline gelmesi… Kötülük her yeri kuşatmıştır, özgürlük, insan
gibi yaşamak, fikir hürriyeti isteyenler karanlığa doğru çekilip orada boğulmak
istenmiştir. Saray entrikaları devlet politikası olmuştur.
Derginin
çıkışında “maksadımız, sadece gülmek için gülmek değildir. Gülerek düşünmek ve
faydalı olmaktır.” denmiş, amacına uygun çıktığı sürece yayın yapmıştır.
Siyasi hiciv dergisi, siyasi kara mizah oyunu ile yeniden hayat bulmuş,
bizlerde onu sahneden izledik.
Amacına
uygun, amacını taşıyan oyunda emeği geçenlere ayrı ayrı teşekkür ederim. Sahne
düzenlemesinden, seçilen müziklere, ışık düzenlemesi, efektler ile oyunculara
hareket alanı bırakmaları, oyun içinde sesleri ile yaptıkları efektler,
taklitler ile ve bana göre en önemlisi seyirci ile girdikleri diyalogları ile
muhteşem bir oyun. Sahne aydınlık, salon karanlık gelebilir sizlere, gözlemim
tersidir. Salon sahneden yayılan ışık ve cümleler altında seyirciler hem
gülmüş, hem düşünmüş hem de derginin çıkışına uygun aydınlanmışlardır…
Erdem
Akakçe, Bülent Çolak, Fatih Koyunoğlu üçü de sahnede oyunun ruhuna, perilerin
onlara verdiği ilham ile bizi bir dünyaya davet ettiler ve o davette bize
yönetmen Emrah Eren’in yönlendirmesi, Ahmet Sami Özbudak’ın kelimelerine hayat
vermişlerdir. Çok başarılı bir ekip çalışması yapmışlar, bir anlamda Markopaşa
ekibi gibi 25 Kasım 1946 ruhunu, sorunlarını, aydınların başına geleni bugüne
taşımıştır.
İsmail
Cem Özkan
Meçhul
Paşa
Yazan:
Ahmet Sami Özbudak
Yöneten: Emrah Eren
Sahne ve Kostüm tasarımı: Barış Dinçel
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Müzik: Deniz Bayrak
Hareket Düzeni: Gizem Erdem
Yönetmen Yardımcısı: Güney Zeki Gökerf
Afiş Fotoğrafı: Mehmet Turgut
Afiş ve Broşür Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç
Oyun Fotoğrafları: Emre Mollaoğlu
Sahne Amiri ve Işık Kumanda: Uğur Aksu
Ses Kumanda: Berkcan Kılıç
Reji Asistanları: Yasemin İşcan, Berkcan Kılıç, İpek İlbeyli
Oynayanlar: Erdem Akakçe, Bülent Çolak, Fatih Koyunoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.