Harun Karadeniz’den Burhan Karadeniz’e…
“Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen
çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar,
topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar,
ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci
çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar
söyledik. Teşekkürler dünya." Kazım Koyuncu
Bir Karadenizli olan Kazım koyuncu dillendirdiği bir gerçeği,
Karadeniz soyadını taşıyan iki güzel insan ile bağlantı kurduğunu acaba biliyor
muydu bilmiyorum ama hiç bir şekilde birbirinin yüzünü görmeyenler aynı
duygular içinde birbirini kucaklamış, bir geleneğin devamcıları ve
geliştiricileri olmuşlardır.
Harun Karadeniz kanser hastası olarak aramızdan ayrıldı ama
onun kansere giden yolculuğu işkence, zulüm ve 68 tarihidir. Öğrenci lideridir,
Amerikan hegemonyasının ülkemizden sökülüp atılması, tam bağımsız Türkiye
şiarıdır. Halk için halkla birlikte, imtiyazlı değil, fırsat eşitliği, ortak
üretim ortak yaşam, işçi sınıfı ile birlikte aydınlığa inandı. Yoldaşı, dostu
Vedat Demircioğlu öldürüldüğünde kavgasının sınıfsız olamayacağını daha güçlü
sesle haykırdı. Öğrenci lideriydi, öğrencilerin sınıf ile buluşmasına doğru
adımlar atmıştı, doğal olarak onun bu çıkışı, oligarşinin oklarının da ona
doğru dönmesini kaçınılmaz kıldı. Tutuklandı, işkence gördü, direndi.
Direnişi, kaldığı yerlerin kötü koşulları onun kanser
hastalığına yakalanmasına neden oldu. O bir kanser hastasıydı ve tedavi olması
gerekliydi. Devlet onun tedavisine izin vermedi. Ölümü dört duvar içinde
karşılaması için elinden geleni yaptı. Cezaevinde hayatını kaybetti.
O bir simgeydi, o bir devrimciyi, o bir liderdi.
Yaşadıklarını kaleme aldı, düşüncelerini, beklentilerini
yazıya döktü. O sadece yaşamakla kalmadı, yaşadıklarını da yazıya alarak
tecrübelerini, birikintilerini ve zamanının ruhunu ileriye taşıdı.
Harun Karadeniz şimdi bir mezarda yatıyor, sessiz.
Karacaahmet mezarlığında bir yolun kenarında, önü mezarlık duvarı ile çevrili
bir şekilde yatmaktadır. Yolda geçenlerin hiçbir şekilde göremeyeceği bir yerde
yatmaktadır. Ancak bilenler bilir, o nerede yattığını.
Harun Karadeniz ölümü büyük bir kayıptır ve cinayeti devlet
işlemiştir. O hastalığa yakaladığında henüz başındayken tedavi için yurtdışına
gönderilip tedavisi yapılabilinirdi ama Ruhi Su gibi o da ülke sınırları ve
sınırların içinde cezaevi duvarları arasında bırakılarak devlet eli ile cinayet
işlenmiştir. Onun ölümü devletin bir tercihidir. O tercihi yapanlar Harun
Karadeniz’in ölümüne parmak izlerini bırakmıştır. Katil bellidir.
Harun Karadeniz anarken yine aynı soyadı taşıyan doksanlı
yıllarda tanıdığım naif, temiz yüreği yaralı bir kırlangıç olan dost bir insanı
da anmadan geçemeyeceğim. Burhan Karadeniz. Burhan Karadeniz’in kişisel tarihi
doksanlı yılların karanlık döneminin tarihidir.
Burhan Karadeniz bir faili meçhul cinayetinin mağdurudur.
Öldürmek için kurşun sıkılmış, ama kurşun bile o güzel insanı dünyadan
koparamamış, felçli bırakmıştır. “Gerçeğin pahalı” olduğu bir dönemde, gerçeğin
peşinde koşup, gölgede bırakılmak istenen cinayetler, kirli savaşın tüm
kirlerini görünür kılmak için canla başla çalıştığı Özgür Gündem Gazetesinin
muhabiriydi, ve gazetenin görünmeyen kahramanlarından biriydi. Özgür Gündem
Gazetesi doksanlı yıllarda hedef tahtasında yerini almıştır. Merkez bürosu
bombalanıyor, çalışanları kurşunlanıyor, gazete dağıtıcısı çocuklar dahil
vuruluyor, kaçırılıyor, sessizce bir derede cesetleri bırakıldığı dönemde,
Burhan’da hedef olmuştu.
Onu vuran bellidir, tıpkı Harun Karadeniz’in katilleri gibi
açıktadır.
Yüzlerini dahi saklamıyorlardı, çünkü bir ülke için “kurşun
atanda, yiyende şereflidir” dönemini yaşıyorduk. Kurşun atılıyordu,
kurşunlardan biri Burhan’a geliyordu, öldü diye bırakılmıştı ama
kurtulmuştu.
Ülkede kirli savaşı adı konulmadan yaşıyordu. Analar
çocuklarına kendi dillerinden sevgi sözcükleri bile söylemekten korktukları
dönemde, özgürlük için kendi yaşamlarını ortaya koyanlardan biriydi Burhan
Karadeniz.
Burhan, tedavi amaçlı yurtdışına getirildi, uzun bir tedavi
süreci yaşarken, memleketinden uzakta, öldürülen arkadaşlarını, meslektaşlarını
gördükçe çaresizliği onu içten içe bitiriyordu. O haklı olduğuna inandığı bir
kavgada tesadüfen hayatta kalmıştı, uzaktaydı. Tedavi beklenildiği gibi yanıt
vermiyordu. Yüreği daralıyordu, sıkıntısını yine kendisi ile aynı dili konuşan,
acıları yaşamışlar ile birlikte atlatmaya çalışıyordu. Yalnızdı kalabalık
içinde. Farklı bir coğrafyadaydı, kendi kavgasının tam ortasında. Bochum
şehrinde tek yaşıyordu, dostları her daim çevresinde onu dinliyor, onu arıyor,
onun ile gelecek günlerin ütopyasını konuşuyordu. Arada gidip televizyon için
program yapıyor, kavgaya elinden geldiği kadar destek veriyor, kavganın uzaktaki
yansımasını daha sert yaşıyordu.
Bir gün, beklenmeyen bir gün de evinde tekerlikli
sandalyeden düşüp ölmüş. Tek başına evinde ölü bulundu. Onu bir kurşun
canını almadı ama kurşunun yaratmış olduğu gelecek hikayesi onu elimizden alıp
gitti. Belki aynı soyadı taşıdığı Harun ile bir ortak noktada buluştu.
Her ikisi de özgürlük hayali kurdu. Her ikisi de yalnız
öldüler. Biri dört duvar içinde yurt içinde, ötekisi yurtdışında yine görece
özgür olduğu dört duvar içinde… Her ikisinin katili bellidir. Her ikisini de
aynı hınç, aynı nefret öldürdü.
Burhan ve Harun her ikisi dünya güzeli iki insan, her
ikisinin de gelecek beklentisi vardı. Her ikisi de özgürlük için öldü. Bir
kavga sürdü, bir kavgayı hiçbiri birini görmeden devam ettirdiler, bugün de
onların kavgası sürüyor, ta ki özgürlük elde edilene kadar…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.