Duruş
noktasına göre…
Olaylara nasıl baktığını değil, nereden baktığınız önemlidir.
Sol, işçi sınıfının çıkarları açısından bakar ve oradan olayları yorumlar.
Dinci gruplar ise kendi grup çıkarına göre yorumlar, ırkçılar kendi ırkının
çıkarı açısından yorumlar ve her biri kendisine göre doğruları yaratır. Her
biri aslında doğruların bir açısını görürler, ama insanlığın çıkarı açsından
bakarsanız işçi sınıfının çıkarı ve sınıfı ortadan kaldıran bakış açısı
insanlık tarihi için elzem olanı tercih olarak ortaya çıkarır.
Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Bugün ki yaşadığımız zaman
dilimi iki sınıfın bir biri ile kıyasıya mücadelesine şahitlik ediyoruz. Şimdi
hakim olan sınıf, işçi sınıfını ortadan kaldıramıyor, çünkü varlık sebebi işçi
sınıfının sömürülmesidir. Onu sömürerek yani kanını emerek hayatta kalabilir.
İşçi sınıfı olmadan kapitalist sistem olmaz. Ama işçi sınıfının hakim olduğu
yerde ne burjuva ne de kapitalist ilişkiye gerek yoktur, zorunluluk değildir.
Yani proletarya diktatörlüğü döneminde sınıfı ancak iktidarda olan temsil eder,
yani ötenazi (kendi kendini yok edecek) yapacak tek sınıf işçi sınıfıdır.
Irkçı bakış açısı ile dinci bakış açısı birbirine çok yakındır,
faşistler dincileri rahatlıkla kendi arka bahçelerinde barındırmalarının
sebebi, bu yakın akrabalık ilişkisidir. Nazilerin katliamına onay veren ve
soykırım yapmaları için ortam hazırlayan Katolik Roma Kilisesi kadar Almanya
içinde örgütlü olan Protestan Kilisesinin rolü tartışılmaz. Aynı konum ülkemiz
içinde de geçerlidir. Ülkemiz faşist dönemler yaşamıştır, faşist iktidar
dönemlerinde dinci örgütlerin duruşları ve iktidar yanında iktidarın izin
verdiği kadar yer almalarının tek kaynağı, olaylara aynı yerden bakıyor
olmalarıdır, kısaca çıkarları ortak olmasıdır.
Ülkemizde dinci yapılar içinde hep ötekisi konumunda bulunan
Alevilerin durumu daha karmaşıktır, çünkü Osmanlı devamı olan Türkiye,
Osmanlıdan aldığı miras gereği Alevileri hep düşman olarak görmüş ve açıktan
örgütlenmelerine izin vermemiştir. Türkiye koşullarına uygun laiklik anlayışı
ile Alevileri baskı altına alıp, Alevileri devlet eli ile sunileştirme
politikasını hep korumuş ve geliştirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığının tek
varlık sebebi suni vatandaşların inanç ihtiyaçlarını gidermek değil, Aleviler
ve diğer dini görüştüklerini yok etmek ve asimile ederek toplum içinde
erimelerini sağlamaktır. O yüzdendir, devleti yönetenler iki de bir ülkemiz %99
Müslüman’dır diye fetva vermeleri. O söz tesadüfi olarak ortaya atılmış söz
değil, hedefin sadece seslendirilmesidir.
Aleviler, solcular ile aynı kaderi paylaştıkları yani
ötekileştirildikleri için yan yana gelmiş iki kader ortağı gibidir. Solun
Aleviler içinde yaygın olmasının sebebi bir anlamda dayanışma hissiyatıdır,
çünkü 12 Eylül öncesi Alevilere ve solculara karşı yapılan katliamlar bu iki
farklı bakıştaki insanları yan yana getirmiş ve direniş komitelerinin
vazgeçilmezi kılmıştır. Aleviler bugün haklarına kavuşmuş olsalar ve negatif
ayrımcılık yerine pozitif ayrımcılığa uğramış olsalar; sol ile tüm bağlarını
koparacak ve kendi içlerinde yaşamayı tercih edebilecek potansiyele sahiptir.
Hatta bunu zaman zaman sesli olarak ifade ediyorlar, ellerine çıkan ilk
fırsatta dinci örgütlerin ve devletin sözde “Alevi Açılım Çalıştay”larına
koşmalarının altında bu gerçek yatmaktadır. Aleviler ibadet özgürlüğü ve
pozitif ayrımcılık için iki temel hedefi henüz net olarak koymamıştır.
Demokratik haklar ve eşit muamele beklentisi içinde siyasi hedefleri çarpık bir
konumunda oldukları için ne Aleviler arasında gerçek anlamda yaygınlaşabiliyorlar
ne de ‘devrimci’ yapılar içinde. Olayların akışına göre yön belirleyenler,
Alevi örgütünü “Madımak Müze Olsun!” sloganına sıkıştıranlar bugün yaşanan
Alevi ve devlet ilişkisi içinde çarpıklığın sorumlularıdır.
Sol, Alevileri hep devletin ötekileştirmesi sonucu yanında
görmüştür. Doğal müttefiki görmeye devam etmektedir.
Devlet bugün dahi elinde solu ve işçi sınıfını yalnızlaştıracak
potansiyele sahiptir ama tercihi henüz bu yalnızlaştırma yönünde değil,
Alevileri hala inat ile asimile etme yönündedir.
Sol içi çatışmalar son yıllarda yeniden alevlenmiştir. Bu
çatışmanın dolaylı /direkt tek etkilenen kesimi Alevilerdir. Sol, kendi kendine
sapladığı hançerden Alevilerde yara almakta ve kendi öz evlatlarını toprağa
uğurlamaktadır. Bu çatışmadan etkilenen ve sorgulayan Aleviler devlet ile daha
çok yakınlaşmasına ve sistem içinde kendi sorunlarına çare aramaktalar.
Alevilerinde paradigmaları vardır ve o paradigmalar ile olaylara
müdahil olmaktalar.
Aleviler tarihsel olarak Kürtlere karşı güvensizdirler. Çünkü
bir çok katliam içinde Kürtleri karşılarında Osmanlı idaresinin yanında
görmüşlerdir. Bu tarihsel miras gerçeği ve Kürt çoğunluğunun dini inançları
Alevileri düşman görmeleri ve “Alevinin bahçesinden bir taş indirmek bile
cennetliktir!” anlayışının hakim olması bu güvensizliğin temelini
oluşturmaktadır. Bugün ulusal mücadele yapan Kürtlere karşı olan solcu bir
yapının içinde Alevi çoğunluğu görmek ve o solcu yapı kendisini Alevilerden
aldığı destek ile güçlü görmesi sadece izafi bir yansımadır.
Sınıf temelli mücadele ettiği söyleyenlerin bakış açısında ve
duruşunda dinci bakış açısına paralele hiçbir yön yoktur, eğer var gibi
görüyorlarsa örgütlenmelerinin feodal ilişkiler içinde olup olmadığını
sorgulamalılar.
Bugün Alevi bakışı ile solcuların arasında yazı yazanların
yazılarını biraz analiz ederseniz şu gerçek ile karşılaşırsınız; ırkçı bakış
açısı! Sınıf yerine sözde demokrasi özlemleri ve ibadet özgürlüğüdür. Irk
yerine cemaat almıştır. Cemaat (Alevi) yerine herhangi bir ırkın ismini yazın
aynı sonuç ile karşılaşırsınız. Sınıfsız bir dünya özlemi yoktur ve sınıfsız
bir dünyayı nasıl gerçekleştirecekleri konusunda hiçbir ipucu bulamazsınız.
Sadece ümmet ilişkileri vardır ve ümmet ilişkileri de kapitalist ilişki ile
karbon kağıdı kopyasıdır.
Unutmayın, tarih kanlar içinde bir çok şeyi hala saklar.
Kısaca adını andığımız sol içi çatışmalar solun olduğu yerde
olur, sağcıların içinde sol içi çatışma olmaz... Sağcıların iç çatışması da
solun hakim olduğu yerde olmaz. Bir çok Alevi bugünlerde kızgınlıklarını neden
hep bu sol işçi çatışma Alevilerin içinde oluyor sorusu ile dillendiriyorlar.
Neden sadece bizim olduğumuz yerde sol içi çatışma olmaktadır? Bunun yanıtı sol
ve Alevilerin tercihleri dışında olduğu ötekilerin yani ezilenlerin zorunlu bir
arada yaşamasında yer aldığı gerçeği ile karşılaşırız. Bazı mahallerde Aleviler
ve solculardan oluşması Alevilerin ve solcuların tercihi ile değil, buna
devletin izin verdiği gerçeği ile yüzleşiriz. Devlet o ortamı hazırlamış ve ona
göre oralarda yaşamasına izin vermiştir. Elbette her hangi bir faşist idari
tercihte o varoşlar adını verilen ama modern söylem ile gettoları birer toplama
kampı gibi kullanabilecek potansiyele sahiptir. Bunun örneği dünya tarihi
içinde kanlar ile yazılmıştır. Her getto aynı zamanda potansiyel olayların
olduğu ve en alttakilerin üzerinde test alanı olma özelliğini de taşır. Toplum
mühendisleri genel toplum üzerinde deneme yapmadan ellerindeki tezleri bu
bölgelerde denerler ve tepkilere göre yeniden biçimlendirirler. Gazi katliamı
ve diğer katliamlar bu bölgelerde olması tesadüfi değildir. Elbette bu gettolar
sadece Alevilerin yaşadığı alanlar değildir, geleneksel olarak dinci
(potansiyel düşman olarak görünen kesimlerin yaşadığı yerlerde) yapıların örgütlü olduğu bölgeler
içinde geçerlidir.
Kapitalist sistem kendisini yaşatacak ve ayakta tutacak her
türlü olasılığı kullanmaktan çekinmez. Toplumsal çelişkilerden yararlanır ve
her zaman bir düşman var edecek ve yaşatarak; barış içinde yaşamaya olanak
vermeyecektir. Kapitalizm çatışmadan beslenir ve kan ile kendisini geliştirir.
İçine girdiği bunalımları, kaotik ve kriz koşullarını savaş ile çözmeye
çalışması kapitalizm için bir tercih değil, zorunluluktur.
Osmanlıdan devraldığımız devlet yapısı, tercihleri ile bugün
dahi yaşamasının tek sebebi, iktidarı elde bulunduranların çıkarının bu yönde
olmasıdır. Elbette iç dinamiklerde her zaman “bir düşman gelirse” korkusu ile
kendi yandaşını korkutarak bir arada tutacaktır. Sermaye birikimini yaratan
kapitalist ilişki, artık ulusal temelde değil, uluslar arası temelde ilişkiler
içinde sadece bir dişli işlevini görürken, kendi iç dünyasında kendi evreninde,
hükmettiği toplumun iç çelişkilerinden olabildiğince yararlanmaya devam
edecektir. Bu yeni süreçte değişim dış güçlerin çıkarları yönünde ve istekleri
doğrultusunda olacaktır. İç dinamiklerden daha çok dış dinamikler ülkenin
gelecek tercihini belirler konumundadır. Elbette solun bu kadar zayıf olduğu
ülkeler için geçerlidir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.