Nasuh Mitap geçti bu dünyadan…
İlk söz bir bildirge ile söylendi, son söz henüz söylenmedi.
Çünkü mücadele bitmedi. Devrimci yol engebelidir derdik, ama en önemlisi bir
devrimci yolcu kutuplara gitse kendi yaşayacağı alan açar ve fikrimizin
yayılması için nüveler kurar, geliştirir ve mücadeleyi kucaklar derdik...
Nasuh, Mahirlerin yarattığı mücadele geleneğini taşıdı, bir
devrimcinin nasıl olmasını yaşamı ile gösterdi. O içeriden çıktıktan sonra
geçmiş üzerine fazla konuşmadı, küskünlükleri büyütmedi, danışıldığında
düşüncesini söyledi ama illa ben bunun başına oturayım yönlendireyim demedi. Gençlerin
önünü açtı, elinizde geçmişin birikimi var, iyi değerlendirin ve bizim
hatalarımızdan ders çıkarın dedi... Ama pek sesini sanırım duyuramadı, çünkü
henüz Devrimci Yol fikrini aşabilmiş bir örgütlenme yaratılamadı. Bugün dahi
hala Devrimci Yol dergisinden alıntı yapılıp konuşuluyorsa, geçmişin
deneyimlerine güzellemeler yapılıyorsa ortada henüz başlanamamış bir mücadele
ve örgüt sorunu duruyor demektir...
Nasuh Mitap ismi polis kayıtlarına ilk defa ne zaman düştü
bilemiyorum ama THKP-C süreci Mahir Çayan ve arkadaşlarının bıraktığı mirası
Kızıldere sonrasında Devrimci Yol bünyesinde yeniden yorumladığı bir kurul
içinde aktif rol oynadı. Devrimci Yol kurucu üyesidir ve Ankara’da merkezi
davada yargılanan önemli bir sanığıdır. İşkencede beli kırılmış, DAL sürecinden
sağ olarak çıkmayı bilmiş bir direnendir. O, iki faşist askeri darbe sürecini
yaşamış, her iki süreçte de yoldaşlarını kaybetmiş, yenilgiyi tatmış ama
yeniden ayağa kalmayı bilmiş bir devrimcidir. O devrimciliği, ‘insanın
insanlığa sahip çıkması’ olarak algılamış ve yaşam ilkesi haline getirmiştir.
Devrimcilik dayanışmadır.
Okula ilk gittiği yıllarda emeği ile ekmeğini kazanmış,
ömrünün son deminde de yine ekmeğini emeği kazanmasının onurunu yaşamıştır.
Devrimci Yol süreci çok kısa sürede çok işler yapmış, belki
de yaşlarının gereği tam örgüt olamadan yenilgiyi yaşamışlardır ama yenilgi
geçmişte başarılan güzellikleri yok etmemiştir. Fatsa deneyimi üçüncü bir yolun
varlığını kanıtlamış ve toplumun yeniden bir arada yaşayabileceği bir sistemin
ilk nüvelerini yaşatarak kanıtlamıştır. Direniş Komiteleri ile Çorum’da ve
diğer katliam denemelerinde Maraş olayının tekrarlanması engellenmiş ve
birlikte mücadeleyi öne çıkarmıştır. Dönemin koşulları içinde sol içinde siyasi
çatışmaların sıcak çatışmalara dönmemesi için orta yolcu kabul edilen tutum
sergilemiş olmasına rağmen kısa süreli çatışmadan da kendisini kurtaramamıştır.
Devrimci Sol ayrılığı gücünün önemli bir bölümünü yok etmiş olmasına rağmen,
mücadeleye devam demiş ve inandıkları yoldan geri adım atmamışlardır. Devrimci
Yol geleneğinde özgün söz söyleme ve özgün eylemler geliştirme vardır. Her ne
kadar dikey örgütsel yapısı olmuş olsa da yatay örgütlemenin her türlü
olanağından yararlanmış ve 12 Eylül mahkemelerinde birden fazla Devrimci yol
davalarının açılmasına sebep olmuştur.
Mamak süreci yenilgi sürecidir, cezaevlerinden bugüne
taşınan eteklerde birikmiş taşlar durmaktadır. O taşlar yeni bir örgütlenme
yöntemi ile ortadan kaldırılabilirdi, fakat ne yazık ki Devrimci Yol
örgütlenmesini aşan ve mücadele içinde yarattığı pratiği ile Devrimci Yol
eleştirisini yaratan bir süreç oluşmadı. THKP-C eleştirisi Devrimci Yol
olmasına rağmen, Devrimci Yol eleştirisi henüz yapılabilmiş değildir. Teoride
yapılan eleştirilen hayatta karşılık bulması önemlidir, Nasuh ve yoldaşlarının
taşıdığı gelenekte ise eleştiri pratik süreç ile olur.
Nasuh Mitap bir sürecin önemli bir tanığıdır, onun yaşamı
bir dönemi anlamak için ipuçlarını içinde barındırır. Onun hayatını anlatmak
demek siyasi gelişmeleri gözden geçirmek ve onun duruş noktasından yeniden
yorumlamak demektir. Köşe yazısı boyutunda bunu yapacak ne yazık ki gücüm yok. Başaran
Aksu sözünü ödünç alarak diyebilirim ki; Nasuh Mitap “iradenin etik suskunluğu”
Ölenler bu dünyadan gittiler ama onları yaşatacak şey
mücadeledir... Onları aşıp güzel günleri görmektir...
Tek tek gidiyorlar geleneği yaratanlar...
Gelenek ancak mücadele içinde yaşar. Ölenleri sözler ile
anmak önemli değildir, onları aşan ve pratiğimize onların eksiklerini
tamamlamaktır. Onlar, Mustafa Özenç duygularında seslendirdiği gibi; “o büyük
gün geldiğinde...” zaten aramızda olacaklar.
İsmail Cem Özkan
“O büyük gün geldiğinde
ben kimbilir kaç yıldan beri
ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde
sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım
fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi
uyanıp, sesimi kimse duymadan
o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla
kara toprağın altından, ben de haykıracağım.
Unutup geçmişte kalan acı dünü
kimbilir belki bir kış günü
üzerimi yorgan gibi kaplayan
bembayaz karın soğuğundan....
ya da sonbahar mevsiminde
kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım
ve milyonları saran o doyulmaz sevince
ben de sessizce ortak olacağım.
Mevsim ilkbahar sıcak bir yaz olsa da
gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım
adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da
kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım
hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma
o müjdeyi ben doğadan alacağım
nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama
hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.”
ben kimbilir kaç yıldan beri
ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde
sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım
fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi
uyanıp, sesimi kimse duymadan
o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla
kara toprağın altından, ben de haykıracağım.
Unutup geçmişte kalan acı dünü
kimbilir belki bir kış günü
üzerimi yorgan gibi kaplayan
bembayaz karın soğuğundan....
ya da sonbahar mevsiminde
kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım
ve milyonları saran o doyulmaz sevince
ben de sessizce ortak olacağım.
Mevsim ilkbahar sıcak bir yaz olsa da
gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım
adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da
kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım
hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma
o müjdeyi ben doğadan alacağım
nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama
hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.”
Mustafa Özenç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.