Örgüt, ölüm ile büyür!
Örgüt olabilmenin temelinde hedef olmak zorundadır ve
bu ortak hedefleri olan insanlar bir araya gelir, ikinci aşamada para gelir.
Para olmadan örgüt olunmaz, çünkü işleyiş ve hareketin temelinde para yatar.
Para olmadan artık gönüllü olarak bir yerden bir yere yürümez! Üçüncü koşul ise lojistiktir. Lojistik hem örgüt iç işleyişi
hem de hedefler yönünde hareket alanı sağlayan ana yoldur. Bu yol olmadan insan
ya da canlılarda olduğu gibi damardan bir şey akmayınca yapı çöker ve ölür.
Devletler yol olmadan var olamazlar örneğin, o yüzden devlet hükmettiği yere en
kısa sürede ulaşabilmesi için yolları geliştirir, yolda mola yerleri, ve ikame
depoları oluşturur ve lazım olduğunda en kısa sürede o malı oradan alıp hedefe
ulaştırmak ile yükümlüdür. Eğer bunu yapamaz ise örgütsel işleyişini kaybeder
ve kaos ve kriz yaşar. Kriz yönetimi en kısa sürede krize yol açan sorunu
çözmekten geçer. Lojistik aynı zamanda olası krizi yönteme ve çözme aracıdır.
Örgüt olmanın olmazsa olmazı bu üç saç ayağıdır, bir
tanesinin eksik olması örgüt olmanın dışında geçici organizasyonlar /
inisiyatif / proje vb. adını alır.
Örgüt olmak için kurumlar ve bireyler planlı ve eş
güdümlü hareket etmesi zorunludur.
Örgüt olmanın tarifi içinde devamlılık esastır.
Örgüt içinde bireylerin ve kurumaların hareketleri baştan kabul edilmiş kurallar tarafından belirlenir.
Böylece belli bir iş, eş güdümlü, iş bölümüne ve uzmanlaşmaya dayalı bu sistem
sayesinde yerine getirilebilecektir.
Örgüt kültürü, üyeler tarafından paylaşılan temel değerler
olarak tanımlanabilir. Genellikle örgüt kurucuları bu kültürün oluşmasını
belirler ve yönlendirir.
Her siyasi örgütün hedefinde kitleselleşme vardır.
Kitleselleşebilmesi içinde hedefleri yönünde sempatizanlar yaratması için
seçilmiş toplumsal kitle ile iletişime geçmek zorunluluğu vardır. Bu hedef
kitle ile iletişime geçmek için değişik araçlar kullanılabilinir. Teknoloji ve
kültüre bağlı olarak her örgütsel yapı, hedef kitle ile iletişim kurmak ve
sürekliliği sağlamak zorundadır.
Örgüt nedir ne değildir konusu uzun yıllardır
sosyoloji ve felsefe alanında tartışmalara neden olmuş, değişik tanımlar yerine
getirilmiştir. Ben yaşadıklarımın ve okuduklarımın ışığı altında yukarıda
kabaca olsa da bir çerçeve içine oturtmaya çalıştım. Fakat yaşam içinde oluşan
siyasi örgütlerin büyümesi ve gelişmesini tarih bilgileri altında incelediğimde
yazdığım cümlelerin çok eksik olduğunu düşünüyorum. Fakat kısa ve köşe yazısı
formatı içinde ancak bu kadar yazabiliyorum, çünkü yazının konusu için bu örgüt
tanımının önemli olmasından ve vurgulamak istediğimi baştan anlatarak giriş
yapmak istedim. Çünkü her cümle farklı algıları ortaya çıkarmasını istemiyorum.
Yaşadığımız çağda örgütler kendiliğinden kurulurken,
bazıları bir proje ile hayat bulurken, birçoğu devlet kendi varlığını korumak
ve zorunlu olduğunu vurgulamak için kendisine karşıymış gibi örgütler kurabilir
ve yönetebilir. Genelde devlet dilinde bu örgütlere anarşist ve terörist diye
anılır ama genel verilen bu isimlerin gerçeği yansıtmadığı yaşanan pratikler
göstermiştir. Elbette gerçek anlamda anarşist gruplar ve örgütler bu cümlemin
dışındadır. Devletin ne dediği değil, onların kendilerini nasıl tanımladığı
önemlidir.
Afganistan'ın Sovyet işgalinden sonra ortaya çıkan
siyasi atmosfer içinde Amerika direkt olarak Afganistan içinde işgale karşı
savaşma yerine, yönlendirebildiği, kontrol edebildiği örgütler kurdu. Bu
örgütler müttefik devletler içinde müttefik devletin siyasi iktidarına karşı
kurulmuş olsa da, Afgan işgali ile birlikte bu örgütler müttefik devletinde
mücadele etmesi yerine Afganistan içinde mücadele etmesi sağlanmıştır. Soğuk
savaş koşullar içinde geliştirilen bu yöntem yeni bir doktrinin ürünü olarak
karşımıza çıktı. Bu doktrin “Yeşil Kuşak” adı verilen bir kuşak üzerinde olan
tüm devletlerin geleceğini belirleyecektir. Daha sonra bu BOP (Büyük Ortadoğu
Projesi) olarak değiştirilmiştir.
Örgütler bu kuşak ve projeler içinde yeniden
düzenlenmiş, yeni düşman ve müttefik tanımları yapılmıştır. Elbette kurulan her
örgüt amacına uygun davranmış olmasına rağmen, kontrol dışı ve kurucularına
karşı saldırılar da gerçekleştirmiştir.
Örgütler, kurulduğundan itibaren Amerika ve NATO'nun
yarattığı lojistik hatları kullandılar ve çok kolay bir şekilde başarılara imza
attılar. Dolar ve lojistik başkasının kontrolü altında büyüyen İslam menşeli
örgütler, amaç İslam birliği altında ellerinde ki olanakların kıymetini zaman
içinde anladılar. Devleti olmayan devlet gibi çalışan karmaşık ve geniş bir
coğrafyaya seslenebilecekleri çok kültürlü, çok uluslu ama tek dinli ve İslam
cihadını dünya çapında yaygınlaştırabilecek konuma doğru eğildiler. Sorun kuruluşunda yer alan üç saç
ayağın ikisi başkansın elindeydi. O başkasının elinde yüksek ve henüz siviller
tarafından kullanılmayan savaş teknolojisi vardır. Onların bilgileri dışında
nefes almaları imkansız gibidir. Fakat zaman içinde El Kaide liderleri bunun
farkına vararak kullanamadıkları teknolojiyi kullanmayarak kurtulmaya
çalıştılar. Üyelerine ise teknoloji şeytanın işidir diyerek onlarında
alışkanlıklarını yok etmeye ve en ilkel koşullarda mücadele etmesini öğretmeye
çalıştılar. İşte bu girişim onların sonunu hazırlayan bir süreci anlatır. Bugün
o ekolden gelen liderlerin önemli bölümü öldürülmüştür.
Kontrol dışı olan hiçbir yapı bu küresel dünyada
yaşama şansı yoktur, çünkü her birey teknolojiyi kullanmakta ve her teknoloji
aynı zamanda askeri istihbarat için bir araçtır.
NATO varlık sebebi kara paranın küresel olarak kontrol
etmek ve ona göre müdahil olmaktır. Devletler kara para yaratır ve kontrollü
bir şekilde bu kara paranın alanı içinde örgütler kurar ay da yönetir. Devlet
olmanın temelinde düşman olmak zorundadır,
Düşmanı olmayan devlet, devlet değildir!
Muhalif olan ve devlet ile mücadele eden örgütler,
silahlı mücadeleyi temel almışsa kendisini ölüm ve kan ile beslemek zorundadır,
çünkü ölüm ve kan örgütün sesinin daha da duyurması ve devlet ile sorunu olan
vatandaşların bu zorbalığa karşı direnenlerin kahraman olarak algılanmasını ve
destanlaşmasına ortam hazırlar. Ne kadar çok saldırı ve ölmek ve öldürmek o
kadar daha çok yeni üye, daha çok para, daha çok ilişki demektir. Ölüm kısaca
propaganda aracıdır. O araç hem örgüt ilişkilerini daha sıcak tutar, daha çok
disiplinize eder, hem de dışarıya karşı bazı insanların (örgütün hedefindeki)
sempatisini kazanır. Bu sempatizanların örgüt üyesi olmasını kolaylaştıran
süreçler ölüm sonrası yapılan eylemler ve seremonidir. Üye olacak kişinin hem
onuru okşanır hem de amaç uğruna öldüğünde nasıl uğurlanacağını yaşarken görür.
Hasan Sabbah bu kuşak sürecinde birden popüler olması tesadüfi değildir. İslam
örgütleri canlı bomba eylem biçimini öncelikle Müslümanların çok yaşadığı yerlerde
ve farklı mezheplere karşı kullanmıştır. Mezhepler arasında yer alan çelişkiler
kullanılırken, mezhepler arası diyaloğu da ortadan kaldırmıştır. Her canlı
bomba ve sonucunda ölüm birilerini çok sevindirirken, birilerine yas
yaşatmıştır. Canlı bombada amaç çok insan öldürmek değildir, genelde bomba
taşıyan ve birkaç kişi ölür ama etkisi bir atom bombası kadardır. Toplum içinde
çelişkilerden yararlanılır ve yeni bir söylem zor ile benimsetilir. Toplumun
dokusu ve dinamikleri ile oynanır. Bu kargaşaya ve daha çok ölüme yol açar ki,
batının silahı ile doğunun insanı bir birini boğazlar.
El Kaide ve türevleri Suudi rejimine karşı kurulmuş
ama en çok da Suudi parası ile eylem yapar konumda olmasını kimse sorgulamaz,
çünkü ölüm düşünmeyi ve sorgulamayı ortadan kaldırır, güçlü olan kendi sesini
duyurur ve toplumun algısı ile oynanarak tercih etme hakkı elinden alınır.
Yazılan senaryoya tam uyum yani biat artık tek tanrıya değil, güce ve parayadır.
Danimarka’da yaşanan karikatür krizi aslında
kurgulanmış ve bu kontrol dışına düşmüş örgütleri ve öfkeyi kontrol altına
almak için yaratılmış suni bir gündemdir. O gündem o kadar iyi bir şekilde
kullanılmıştır ki, Irak işgali ve Suriye iç savaşında olması olası direnişleri
kontrollü bir şekilde oluşturulan yeni örgütler ve liderler ile yürütür hala
gelinmiştir.
İslam dini kendisinden önce olan tüm dinlere sahip
çıkan ve hepsini kucaklayan bir din olarak kendisini tanımlar ve uygulamaları
eleştirir, Allah'ın kelamına sahip çıkar. Müslüman inancında tüm peygamberler
aslında Müslüman’dır der. Çıkan bir karikatür sonucunda bir çok Müslüman
ölmüştür, kendisini yakmıştır. Bu aynı zamanda dünyada oluşturulan yeni İslam
algısının da biçimlendirilmesi ve var olan yerine; görmek istedikleri İslami
yaratma sürecidir. Dinde reform yaşamış, laik devlet anlayışını özümsemiş
toplumlarda bu son yaratılan İslam profili aynı zamanda üçüncü büyük savaşın
düşmanın da kim olacağını işaret etmektedir. Bu imaj, çoğunluğu Hristiyan olan
toplumlarda islamofobi algısının kök salması ve ırkçı örgütleri yaşanan krizde
İslam, Yahudi dünyasından gelen ötekilerin dışlanması ve yeni Avrupa
ideallerine uygun homojen toplum yaratılması için fırsattır. Yaşanan ekonomik
krizi çözememiş, uzun süreli devam eden kriz, kriz olmaktan çıkmış artık kısır
döngüye dönüşmüştür. Bu döngüden çıkış yolu olarak savaş ve savaş sanayisi,
ilaç / gıda sekötürü güçlendirilmesi ve üretir, ürettiğini satar konumuna
getirilmesi gereklidir. Savaş işte bu kısır döngüden çıkmak için önemli bir
araçtır, çünkü savaş olan ülkelerde üretim olmaz, silah tüketimi fazla ve
yeterli besin olmadığından ilaç tüketimi normal zamanların daha üstünde ve
üstelik karaborsadır. Avrupa kendi iç tüketimi için gıda üretir hale gelmiş,
çiftçisini destekler ve ona Pazar açmıştır. Afrika’dan, Ortadoğu’dan artık gıda
malzemesi Avrupa ve Amerika yolunda değildir. Tersi söz konusudur.
Yapay olarak oluşturulan bu yeni düşman algısı ve
İslam algısının Avrupa ve dünya gözünde değiştirilmesini İslam dünyasında
yaşayan aydınların ve münevverlerin kabul edilmesi bir uzun süren toplum
mühendisliğinin başarısıdır. Ilımlı İslam, bir ajitasyon ve propaganda
sürecinin toplum mühendisler tarafından her türlü algı kullanılarak yarattığı
bir olgudur. Bu açıdan bakarsanız Sivas yangını bu mühendislerin kullandığı bir
propaganda aracı olmuş ve AKP iktidarına giden yolun “hızlı tren” rayını
döşemiştir. Sivas katliamı dinci örgütlere doğru kitlesel katılımın ve ülkede
oluşturulan yeni hassasiyetleri yaratmıştır. Yeni yaratılan hassasiyette
eskiden hoşgörü ile bakılan şeylere, bugün bizim ile dalga geçiyorlar algı
değişimine ve düşmanlık söylemlerine doğru dönüşmesi sağlanmıştır.
İslam dünyasının peygamberi Hz. Muhammed’tir ve son
kitabın gelmesine aracı olan son ve tek peygamberdir. İslam, Hz. İbrahim’den
beri gelen her kutsal kitaba sahip çıkar ve onları için aracı olanlarda bizim
tanrımızın elçileridir der. Bugün bunu diyen artık yoktur, sanki son otuz yılda
unutulmuş gibidir. Unutulmuş gibidir, çünkü Hz. İsa karikatürüne ses çıkarmayıp
hoş görenler, bir provokasyonun piyonu olabiliyorlar.
Yayınlanan karikatür, fotoğraf, çizgi, minyatür ilk
defa yapılıyormuş gibi algı oluşturuldu ve olaylar çelişkilerin ve
değiştirilmesi istenen ülkelerde patlama yaptı. Aslında İslam dünyası geçmiş
birikimi ile en hoşgörülü dindir, bütün dinlerin ve görüşlerin kendi içinde
yaşaması için ortam hazırlar ve olanaklar sunar. Ama bu hoşgörü artık yoktur,
en ufak tepki büyütülmekte ve cinayet işlemek için ortam yaratılmaktadır.
Bunların hiç biri tesadüfi değildir, çünkü genetiğimiz, kültürümüz ve birikimlerimiz
ile oynuyorlar, üstelik başarıyorlar da.
Yaşanan Danimarka ve Fransa olayları ben de farklı
duygular oluşturdu, çünkü algılar ile oynanırken birden arkasında olmayacağın
bir adamın arkasında bağırır bulduk kendimizi. Derin bir nefes alıp kendi kendimize
soru soramaz hale geldik. Nereye doğru gidiyoruz? Biz dışlanıyoruz ama nereye
doğru?
Ölümler, cinayetler aslında din adına değildir. Tam
tersi örgütün iç dinamiklerini savaşa hazır hale getiren iç iletişimi
güçlendirmek, öte yandan düşman olarak gösterilenlere gözdağı vermek, orada
(Avrupa ve Amerika’da) yaşayan ve dışlanan ve dışlanacaklara kucak açma
eylemleridir. Her ölüm ve cinayet örgütleri daha da büyütmektedir.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.