Cansız
bedenler çürürken…
Etrafta
cesetler nefes almadan yatıyor. Üzerlerinde ne bir leş yiyici, ne de leş
yiyerek geçinen insan vardı. Sessizlik ortamı kucaklamış, etrafta biraz önce
yaşanan savaşın son izi olan duman dağılıyordu. Savaş artık mertçe değil,
görünmeyen yerden gelen bir bombanın yer yüzüne yakınken patlaması sonucu bir
hançer şeklinde insanın arkasından saplanmasıydı. Düşmanı görmüyordun, nasıl
biri, ne konuşur, nasıl yaşar gözünde canlandırmadan onun attığı bir bomba ile
yok oluyorsun. Ne bir ses kalıyor geriye, ne de yaşayan her hangi bir şey.
Cesetler
sokakların içinde, kapı önlerinde, kokuşmaya henüz başlamadan öyle duruyor.
Zaman durmuş gibi gözükmesine rağmen, zaman sürekli kendi devinimi içinde yol
almaya devam ediyordu. Bir çok insan ise o ölüm anını beyaz ekranları aracılığı
ile şahitlik yapıyordu, bir direğe bağlanmış kameralar aracılığı ile.
Ölüm, sessizce
kucaklıyordu tüm yaşayanları.
Yaşayanlar ise
bir birini boğazlıyordu.
Her boğazlama
ise birilerin elini ovuşturmasına yol açıyor, kasalarına giren dolarları
düşünüyordu.
Birileri ise
ertesi gün çocuğunu hangi kreş yuvasına yazdıracağını düşünmekte ve kreş
parasını nasıl ödeyeceğini hesapları içindeydi.
Savaş
yaşandığı yeri yok ediyor, diğer yerlerde ise savaştan elde edilen sermeye
birikimin getirmiş olduğu göreceli refahı yaşıyordu.
Tarih
sayfaları kan ile doluydu.
Kan geçmişin
izlerini, kelimelerini, zaferlerini şanlı, onurlu, onursuz, yenilmiş,
kazanılmış şekilde yazıyor, soykırıma uğramışları ise hiç anmadan geçiyordu,
çünkü soykırımın yaşayan çocukları yoktu, yok olan nesillerini, atalarını
ansınlar, dillendirsinler.
Sessizlik ölüm
anında yoktu sadece, soyu kurumuşların tarihi de sessizdi, kimse anımsamak ve
için toprak altını kazmıyor, o dönemden kalan tabletleri popüler şekilde
dillendirmiyordu. Sessizce geçiştirilen tabletlerde kanların üzerinde kendi
parmak izimiz varsa, o parmak izini silmek için son teknoloji ürünü temizlik
malzemeleri ile izleri karıştırmaya çalışıyor buluyorduk kendimizi.
Kan suçu
yaratır, suçlular kan izlerini silmek için ellerinde ki her olanağı kullanır.
Suçlular bir
arada yaşamak yerine, kendi homojen toplumunda yaşamaya özen gösterir, toplumu
içinde bu homojen yapıyı bozan varsa hemen onu yok etmeyi düşünür ve onu yok
etmek için iftiralar, linç etmek için ortam hazırlar, sonra onun acı çekmesini
büyük bir keyif ile izler.
Kan ile
beslenenler, kan aktıkça daha çok mutlu olur ve suçlarına ortak bulmaktan keyif
duyarlar.
Suçlular tek
olayı sevmez, suçlarını kitleselleştirmek için uğraşılar, çünkü kitlesel
yapılan şeyleri suç olarak kabul edilmez. Toplum bir bütün olarak cinayet
işlemez inancı hakimdir, çünkü çoğunluk her daim haklıdır ve hakkını zor
kullanım aracı olan devlet mekanizmasını kullanarak gösterir.
Devlet,
suçluların suçlarını suç olmaktan çıkaran bir araçtır.
Devlet olan
yerde, fakirler zenginleri öldürmesin diye yasalar vardır. Zenginler ise suçu
kendi güçlerine göre tanımlar ve uygulatır.
Devlet olan
yerde suç kavramı, zenginler arasında ki orantısız rekabeti dengelemek için
vardır.
Devlet olan
yerde kim suçlu, kim suçsuz kavramını çıkar ilişkisi belirler ve uygular.
Çıkar ilişkisi
sözde herkesin eşit hakları olduğu, rekabetin eşit güçler arsında yapıldığı
farz edilir ama hayatta öyle bir şey yoktur, çünkü maddi gücü olan, güçsüzü
yanına alır ve istediği verimliliği elde edene kadar çalıştırır, işine
yaramadığı an posasını bir delikten aşağıya bırakır.
Savaş, çıkar
ilişkilerin sonucunda oluşur ve çıkarlar olduğu sürece
insanlar birbirine kırdırılır, zenginler daha çok zengin olur.
Savaş olan
yerde kara ilişkiler ve para olur ve ama her savaş kontrollüdür ve kontrollü
olarak kara paranın ve insan hareketine izin verilir, gerek görüldüğünde izin
verilenler suçlu olarak gösterilip linç edilmeleri sağlanır.
Her sömürge
toplumunda, toplumun sürekli parçalanması ve atomize olması için iç çatışma
sürekli sıcak tutulur, eğitim ile bu çatışmanın tohumları kuşaktan kuşağa
aktarılır.
Yarı sömürge
ve sömürge toplumlarda ekranlar bu çatışmanın her an gündemde kalması için
programlar yapılmasına olanak verilir, ortam hazırlanır.
Her ortam
başka bir cinayetin habercisidir. Cinayet işlendikten sonra bu haberleri doğru
okumaya gayret ederiz.
TV
programlarını genelde balon olarak görürüm ve ilgilenmem ama yaşadığımız
zamanın ruhu içinde bizi her yerden kuşatan uyarıcılar var, o uyarıcılara karşı
insan ister istemez kafasını dönderip bakıyor.
Savaş sadece
silah ile olmuyor, başka öldürme araçları ile beynimizin içi boşaltılırken,
geçmiş birikimlerimizin de antika dükkanında satılan metaya dönüşmüş olduğu
gerçekliği ile karşı karşıya kalıyoruz.
Sosyal
medyadan gelen mesajlara bakınca tartışma değil de sanki cephe savaşı! TV
ekranlarında reyting için yapılan popüler programların ister istemez bir
izleyici fun club’ü oluyor. Her fun club’ün bir de popüler lideri!
Liderlerin
etrafında bileylenmiş taraftarlar ve tutuğu liderin (tartışma programında
aslında sıradan bir konuk) sözlerini sosyal medya hesaplarından paylaşırken,
aynı zamanda rakip gördüklerini küçümseyen, alaya alan cümleler gördüm.
İlkel bir
duruş olarak algıladım, çünkü savaşı isteyen ve cephede birbirini öldüren
insanlar, düşünme yerine eylem yapan, eyleminin sonucunu düşünemeyen bir piyon
konuma getirilmiş birey ve içgüdüsü ile oklarını (cümlelerini) fırlatırken
görürüm.
TV
ekranlarında kan dökülmedi, baş yarılmadı ama balon sohbetlerden bugüne kalan
sadece öfke, içini boşaltmış, ekran karşısında tatmin olmuş bireylerin
bıraktığı kondomları sosyal medya sayfamda kelimeler olarak gördüm...
Sonuçta bu
toplum içinde yaşayan ve farklı doğruları olan bireylerin neden bir arada huzur
içinde yaşayamayacağının küçük bir deney sahnesi olmasından öğreticiydi.
Bizler bir
arada değil, bölünerek yaşamayı ve öldürerek kan ile beslenmeyi kendimize doğru
olarak kabul etmiş bir kültürün evlatlarıyız.
Tarihimiz kan akıyor,
insanlar kan içinde boğuluyor, doğal olarak onların torunları da kan içmek için
kan dökmek adına fırsat kolluyor...
Etrafta cansız
bedenler, nefes almayan canlılar. Henüz duman o ölüm yerinin üzerinde.
Sokakta bir
direkte duran kameradan canlı olarak o ölüm anını ve sonrasını evimizden, yolda
giderken akıllı telefon ekranlarımızdan seyrediyoruz.
Her birimiz
her şeyi görüyoruz, ama farkına varamıyoruz, çünkü her birimiz
yalnızlaştırılıyoruz.
Yalnızlaşan
insan korkar, korktuğunda sosyal medyadaki duvarına bir şeyler yazar, fun club
üyesi gibi tuttuğu liderinin her cümlesini paylaşmak için algılarını sadece o
ana odaklar ve paylaşır. Karşısında gördüğü düşmanını küçümser, onu işlevsiz
bırakıp, tek başına bir çukurda, o cansız bedenlerin arasında görmek ister.
Korku,
yaşadığımız toplumu daha da atomize ediyor, parçalanıyoruz. Parçalandıkça kendi
doğrumuzun tüm dünyaya egemen olmasını düşünüyor, bizim konuştuğumuz dilin
hakim olmasını düşlüyoruz.
Görüyoruz,
farkında değiliz!
Cansız
bedenler çürürken, çürüyenin sadece o beden olduğunu düşünüyoruz, kendimizi
görmeden!
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.