Galata Gazete


28 Aralık 2015 Pazartesi

Azaldık, hadi çoğalalım!

Azaldık, hadi çoğalalım!

Siyasette azalarak çoğalmak kavramı vardır ama 12 Eylül’den sonra sol istikrarlı bir şekilde azaldı, zaman zaman çoğaldı gibi gözüktü ama gündemin sık değişimi içinde savrulup gitti. Elbette azalmak zaman zaman gerçekten önemlidir, fakat azalmanın da niteliklisi olanı gelecek için umut verir. Nitelikli insanların dışarıya düşmesi ile azalma var olanın daha da tükenmesi ve yok olması anlamına gelir. Her dibe vuruş, yukarıya sıçrayacağı anlamına gelmediğini 12 Eylül sonrası solun durumuna bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz, çünkü zemin çamurlaşmış, balçık görünümündedir ve oraya düşen yukarıya ne yazık ki sıçrayamadı, sadece çırpındı...
Sol siyaset bizi ilgilendiriyor, çünkü özgürlük, adalet, eşitlik gibi kavramlar sola aittir ve sağın bunları sağlamayacağını yaşadığımız yakın tarih içine bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Liberallerin özgürlük anlayışı ise işçi sınıfını daha fakirleştirmek/ köleleştirmek ve patron ne derse ve patronun çıkarı ne ise ona evet anlamındadır. Kısaca, burjuvazinin özgürlük anlayışının sonsuz, örgütlü işçi sınıfının yok olması anlamındadır.
Özgürlük kavramını hayatta karşılığını bulmak istiyorsanız solun iktidara gelmesini sağlamamız gereklidir, çünkü o zaman sol olarak kendilerini adlandıranların gerçek sol olup olmadıklarını ancak iktidardayken test edebiliriz.
Sol, çoğu zaman sosyal demokrat çizgi içinde iktidara gelmiş gibi algılanmaktadır. Oysa sosyal demokratlar iktidarları döneminde  işçi sınıfının kazanılmış özgürlüklerin/ hakların tırpanlandığını, Almanya örneğinde olduğu gibi işçi sınıfının kazanımlarının sessizce ortadan kalktığına şahit oluruz. Sosyal demokrat olduğunu söyleyenlerin sosyallikleri sadece kitle partisi olmasından öte bir anlam ifade etmediği, demokrasi kavramını ise muhafazakar partilerin anlayışından ödünç aldığına parti içi duruşu ve işleyişine bakarak söyleyebiliriz.
Sol, kendi zemini tam olarak tanımlayamaz ve ayaklarının bastığı yerde örgütlü bir güç olmadığı zaman çöl kumunun üzerinde hareket eden bir turiste benzer. En ufak bir kum yığının tepesinden aşağıya kayar, kum fırtınasında yönünü kaybeder. Ortadoğu ülkesi konumuna gelmiş olan ülkemizde sol özellikle kendisini çok iyi tanımlamalı ve bastığı zeminin kum olmamasına dikkat etmelidir. Çünkü içine aldığı liberal düşüncelerdeki profesyonel insanların etkisi ile küçük bir çıkar peşinde koşarken, gündemin hızlı değişimi içinde savaştığı iktidar ile paralel düşünen bir konuma gelmiş ve taraftarlarının aslı varken kopyası ile uğraşmam diyerek çıkarların iteklemesi ile iktidarın yedek değneği oluverir.
Solun hedefi demokratik kitle örgütü olmak değil, iktidara gelip toplumu dönüştürmek ve sınıfları ortadan kaldırmaktır. Sınıf mücadelesini sınıfı ortadan kaldırmak için verir, çünkü sınıflar olduğu sürece özgürlük gerçek anlamda yaşanmayacak ve çıkarlara göre özgürlük kavramı değişmeye devam edecektir. Adalet kavramı da özgürlük kavramına bağlı olarak değişime ve algı erkin gücünün etkisine göre anlamlandırılacaktır.
Sol neden dibe vurdu da sıçrayamadı diye sorduğumuzda verdiğimiz yanıt genelde zeminin sıçramaya uygun olmamasını dillendiririz. Peki, bu zemin neden sıçramaya uygun olmadı ya da geçmiş dibe vuruşlar ile son vuruş arasında fark nereden kaynaklanıyor? Bu soruya somut durumlar ve tarih çizgisi dikkate alınarak yanıt verilebilmiş olsaydı bugün sol hala dağınık ve hala bir arada nasıl hareket edebiliriz sorusuna el yordamı ile yanıt arar olmazdı. El yordamı ile yanıt aranıyor, çünkü 12 Eylül öncesi örgütlü yapılar ile sonrası oluşan siyasi atmosfer arasında devamlılıktan bahsedemiyoruz. Kitle olarak yok olmuş, ideolojik olarak bel bağladıkları sistem çözülmüş, yerine yenisi henüz oluşturulamamış. Liberal düşünce yapısı ve algısı solu da içine almış ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ ‘kendiliğindencilik’ anlayışı hakim olmuş. Yenildiğini kabul edenlerin travması üstlerine yapışmış, onu silkeleyecek yeni yapılanmanın henüz ortaya çıkmaması ve ülkenin içinde bulunduğu düşük yoğunluklu savaş durumu, güçlerin ve siyasi odağın sürekli değişimini gündem değişimi içinde yer alması bunda etkili olmuştur.
12 Eylül sonrası ülkemizde ‘proje’lere hayat verilmiştir. Kısa süreli, amacı ve beklentisi belli olan projeler, profesyoneller ve denenmişler tarafından parti eli ile toplum değişimi üzerine zaman ve kitle algısı ile oynanmış ve çok önceden biçilen rollerin dışında yeni rotaya uygun kısa süreli projelere hayat verilmiş.  Projeler kısa sürede beklenen amacına ulaşırken, yeni projeler ve projelere uygun siyasi parti tabelaları değiştirilmiştir. Doğal olarak projeye göre liderlerin beklentileri de değişmiş ve zamanın ruhuna uygun liderler projelerin yürütücüsü olarak işlevsel hale getirilmiştir. Evrensel anlamda çalışan değişik vakıflar temsilciklerini ülkemizde de açarak, vakıfların denetiminde birçok toplumsal araştırma yapılmış ve projeye finans destek sağlayanlar için ülkenin daha saydam olması sağlanmıştır. Doğal zenginlikler ve var olan sanayi yatırımları ‘özelleştirme’ adı altında devlet elinden alınmış ve uluslar arası firmaların birer şubesi konumuna getirilirken işçi sınıfının örgütlenmesi önünde uluslararası bir duvar örülmüştür.
Ülkenin zemini değişirken elbette solun ayakları basması gereken zeminde buna bağlı olarak değişmiştir. Sınıf mücadelesini gölgede bırakacak etnik mücadele tercih edilmiş ve devlet buna göre ortam hazırlamıştır. Tipik Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi din ile halklar bir birine bağlanması proje olarak hayata geçirilmiştir. Her proje beklenen sonucu elbette vermez, ülkemiz kağıt üzerinde %99 Müslüman olduğu kabul edilirken ülkenin aslında %99 homojen olmadığı gerçeği ile karşı karşıya kalınmış.
Ülkenin sorunları o kadar iç içe geçmiştir ki, hangi sorun nerede başlıyor nerede bitiyor, hangi toplumsal katmanın odak noktası, hangisinin değil ayrışımı bile yapılamayacak kadar giringen bir yapı projeye para verenlerin önüne sorun olarak gelmiştir. Geçmiş devlet yapısı / anlayışı çökmüş ve yerine gerçek anlamda bir devlet anlayışı henüz oturtulamadığı için gerilim siyasetinden erk sahipleri medet ummaktadır. Gerilim siyaseti o kadar uzun süre uygulanmıştır ki, toplum dinamikleri arasında cepheleşmeler artmış ve duygusal bağlar çok zayıflamıştır bu durum da dış dinamiklerin alacağı tavır ülkenin geleceğini belirleyebilecek konuma gelmiştir.  
Gerilim siyaseti erk sahibine çöken sistemin sorunlarını saklayabilmek için dış politikaya önem vermeyi zorunlu kılmıştır. içeride ki kaos bir anlamda gözden uzak tutulmaya çalışılmış, sorun yokmuş gibi davranılarak sözde ‘çözüm süreçleri’ başlatılmış, düşük yoğunluklu çatışmanın tarafları ilk defa bu süreç döneminde ‘muhatap’ bulmuştur. Muhatap bulunmuş olsa da hukuki anlamda tek adım atılamadığı içinde bu süreç başka gerilim politikası ile yok edilmiştir.  Güneyden gelen politik çöl fırtınası karşısında politikasız kalanlar günlük sorunlara küçük dokunuşlar yaparak, gündem değiştirerek, sorunu zamana yayarak yok etme telaşındadır.
Özgürlük, adalet, eşitlik kavramlarına uzak olan muhafazakar yapının bu yaşanan kaos ortamından çıkaracak somut bir projesi yoktur, (geçmişte denenmişleri tekrar tekrar denemektedir) artık dışarında gelecek yeni projelere açık ve verilecek projeler ile çıkış kapısı arayacaktır. Sol, yaşadığı sorunları (örgütsel) aşamamış olduğu içinde iktidar, iktidarda kalmaya ve zamana yayarak sorunu çözmeyi ummaktadır.
Azaldık, hadi çoğalalım!
Solcuların yan yana gelip nitelikli bir sıçrama yapması kaçınılmazdır. Sol politikayı birilerin gölgesinde örgütlemek yerine kendi ayakları üzerine durarak ve zemini iyi tespit ederek yapmak ile yükümlüdür. Çünkü yaşanan düşük yoğunluklu savaş ya da hibrit savaşında çok can kaybetmeye ve mülteci yolu ve mülteci veren ülke konumundan çıkamayız.
Bugüne kadar yapılan devletin etnik ve dinci örgütlenmeleri sorunları çözmemiş, halı altına iteklemiştir. Halı artık akan kanı saklayamaz, adaletsizliği gizleyemez konumundadır.
Geçmiş acılar tekrar yanşaması istenmiyorsa sol görev başına!


İsmail Cem Özkan 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.