Roller!
Toplumun bize yüklediği rolleri hiç düşünmeden hemen kabul
ederiz, hatta o kadar çabuk benimseriz ki hiç sorgulamayız, sorgulamayı da
aklımıza dahi getirmeyiz. Biz o rol için yaratılmış ve onu gerektiği gibi
oynamaya yükümlüyüzdür sanki! Fakat buna rağmen tarihin bize yüklediği rolleri
nedense içgüdüsel ya da güvenlik kaygılarımız yüzünden ret ediyoruz. Tarihin
bize yüklediği rol ancak toplumsal hareketlilik içinde kendiliğinden gelişen
toplumsal dalgada bir su damlası olabiliyoruz. Ve bu içgüdüsel hareketlilik
toplu olduğunda güçlü etki yaratmış olmasına rağmen ne yazık ki değişimin
habercisi olmaktan öteye gitmiyor. Tarih değişimler küçük adımlar şeklinde
olabilirken aynı zamanda köklü ve keskin çatlamalara yol açan sarsıntılar ile
de ilerlemektedir. Bu ilerleyiş sanıldığı ve düşünüldüğü gibi her daim
aydınlığa ve çağdaşlığa değil, tersi de söz konusu olduğu yaşadığımız çağın
ruhuna bakarak anlayabiliyoruz.
Tarihin bize yüklediği rolleri neden ret ediyor ya da
görmemezlikten geliyoruz? Bu sorunun yanıtı ancak olaylar bittikten sonra
aslında ben ya da biz şunları yapabilirdik, şu olanakları elimizden kaçırdık
şeklinde olabilmektedir ama en önemli sebep örgütlü ve hazırlıklı
olmadığımızdan yatar. Tarih ancak örgütlü ve bilinçli dokunuşlar yapanların iradesi
ile değişir. O irade bizi ancak kriz ortamında krizi daha iyi kontrol etmeyi ve
yönlendirmeyi getirir ki o da gerçek anlamda örgütlü olmayı ve örgütlü hareket
etmeyi gerçekleştirildiğini gösterir.
Yakın tarihimiz içinde birçok kırılma ve tarihin değiştiğine
şahitlik ettik. Bu değişimlerin ve dokunuşların içinde devlet denen örgütlü
yapının içinde ama kontrol dışında başka bir örgütlü yapının varlığını görmek
şaşırtıcı değildir. Tarih, devlet denen mekanizmanın başlangıçta ilerici zaman
içinde hatta çok kısa zamanda tutucu ve ilerleme karşısında en büyük engel
konumuna büründüğünü bilmekteyiz. Dağılan
devlet yerine yeniden konumlanan devlet tarihsel olarak bir birinin devamıdır
ama ayrıştığı noktaları öne çıkarmayı severiz.
Evrensel olarak yaşanan kriz ortamlarında ulus devleti doğumundan
yüzyıl sonra dağılma sürecine girdi. Bu süreci iyi kontrol edebilen kapitalizm
karşısında etkili ve güçlü bir sınıf olması gereken işçi sınıfını güçsüz yani
örgütsüz konumuna getirmiş, var olan örgütlü yapılarını parçalamış ve kazandığı
tüm kazanımları bir bir liberal söylemler ile elinden almış…
Kapitalizm açısından liberal ekonominin çarkları arasında
işçi sınıfını bir bütün olmaktan çıkarıp parçalayarak ulus devlet yapısının
dağılma sürecini iyi kontrol ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ulus devleti
artık ortadan kalkmıştır ama etkisini birçok yerde sürdürmeye ve algısal olarak
varlığını korumaya devam etmektedir.
Liberal söylemler ile yeniden oluşturulan devlet mekanizması
bugün yaşanan kriz ortamına cevap olamamaktadır, henüz hukuki süreci ve yasal
zemin üzerine oluşmakta olan devlet oturmuş değildir. Alt yapısı ve nereye
doğru savrulacağı henüz belli olmayan yeni devlet mekanizmasının en zayıf
döneminde, işçi sınıfının oluşturması muhtemel devlet algısı, örgütlü gücü
yazık ki hala ortada yok, hala geleceğe cevap verebilecek çağdaş bir örgütlenmeyi
yaratacak evrensel işçi sınıf bütünlüğü yok.
Sınıf kavgası eskisi gibi belirli alan ile artık sınırlı
değildir, çünkü kapitalizm üretim araçlarını evrensel olarak dağıttığı
koşullarda elbette işçilerde evrensel olarak eylemleri örgütlemek ile
yükümlüdür. Alın terinin ne ulusu, ne ırkı ne de dini vardır. Bir ürün bir çok
kültür ve coğrafya parçasında birleşerek meydana geldiği ortamda, üretmeden
rakamlar ile kar hanesine rakam ekleyen borsaların dünyasında işçiye ve
emekçiye sadece rakamların kırpıntıları kalmakla beraber, aynı zamanda üreten
tüketicidir. Her işçi tüketeceği kadar maaş alırken, ay sonunda tasarruf yerine
borç öder konumuna getirtilerek evrensel olarak hareket alanı daraltılmaktadır.
Emperyalist olan ulus devletler kendi işçilerini sömürgelerden ve yarı
sömürgelerden gelen zenginlik ile sosyal devlet sınırları içinde memnun etmeye
ve onları pasifize etmeye özen gösterirdi, fakat bugün ki durumda bu durum söz
konusu olmaktan çıkmıştır. Eskiden en çok kar eden çelik sanayisi bile kapanma
ve işçiler işsizlik maaşlarına mahkum edilmektedir. Zengin ve orta sınıfı
olmasına özen gösterilen ülkelerde HartzVI
(Almanya’da sosyal yardımı düzenleyen bir hukuki düzenleme, kaç yıl
çalışmış, ne kadar maaş aldığına bakılmadan belirli süre işsiz kalan tüm
işsizler eşitlenir ve ellerinde olan maddi kaynaklar sorgulanarak bütün
işsizler eşitlenir.) adı altında birbirine benzer yasal düzenlemeler evrensel
olarak tüm devletlerde uygulanmayı beklemektedir. Bugün birçok ülkede bu
uygulama henüz yoksa nedeni ülkelerin içişleri ve devletlerinin henüz şekil
değiştirmemesinde aramak gereklidir. En önemli neden ise evrensel hukuk
düzenlemesi ve kontrol mekanizmasının henüz oluşturulmamsıdır. Sermaye sahipleri tüm ülkelerde aynı
düzenlemede maaşa bağlı işçileri ile verimli bir pazar oluşturma hayalleri
içindedir…
Devletin parçalanma süreci tüm devletlerde aynı zaman içinde
ve aynı çizgi izlememmiş olması devletin oluşmakta olan devlet içinde yeniden
yorumlandığı gerçeğini değiştirmez. Ulus devleti kurulduktan tam yüz yıl sonra
artık tarih sahnesine veda ederken, iki büyük savaş yaşamış ulus devletler
tarihin karanlık noktalarına bıraktığı karanlık suçlarının üstünü de
aydınlatabilecek ne yazık ki oluşmakta olan devlet ışık saçmıyor. Oluşmakta
olan tıpkı içinden çıktığı ulus devlet gibi baskı, zulüm ve insan haklarına
saygısız tutumunu kapitalist sistem içinde varlığını yeni figürler ile oynamaya
devam edecektir.
Tarih yazımı yeni devlet anlayışının oluşumu sürecinde
değişecektir. Yeni kahramanlar ve yeni düşmanlar bu süreç içinde yaratılıp,
bugüne kadar kahraman olarak gördüklerimizin aslında kahraman olmadıkları, ulus
devleti adına cani olduklarını öğreneceğiz. O dönemde ölen, öldürülen birçok
olay gün yüzüne belki çıkacak, belki de hiç açılmamak üzere ileri tarihlere
bırakılacak… Tarih yazımı ve söylemi bize yeni roller verecek ve bizler verilen
bu rolü hiç düşünmeden kabul edeceğiz büyük olasılıkla…
Sınıf kavgası varlığını yeni devlet anlayışı içinde devam
edecek, fakat o kavgada da bugüne kadar alışageldiğimiz yöntemlerin fark
etmeden değişen biçimi ile evrensel bir kavganın tarafı olacağız… Klasik
kitaplarımızda sürekli vurgulanan işçi sınıfı birliği gerçek anlamda belki
gerçekten tarih sahnesine çıkıp beklenen o muhteşem özgürlük ve demokrasi
mücadelesi sonucunda gerçekleşebilir…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.