Galata Gazete


7 Haziran 2016 Salı

Yola çıkmışken…

Yola çıkmışken…

Yola çıkmışken amaca varılana kadar dönüş düşünülmez. Amaca varmadan yolun uzunluğunu ve keskin virajlarını bahane ederek geri dönenler olmuştur ama artık ayrıldıkları yer aynı gibi görülse de değişmiştir, değişim zamanın içinde gizli olarak durur. Dönüş içinde travmasını ve hayal kırıklıklarını barındırır. Toplumsal olaylarda travmalar daha köklüdür ve de nesilden nesile geçen bir geleneğini içinde yaratabilir.
Yola çıkanlar her daim ileri gidemezler, zaman zaman çıkmaz sokaklara yolları düşer, o da ileriyi görmemezlikten gelmekte olan zamanın neler getirdiğini bilmezlikten kaynaklanır, çünkü bilmedikleri coğrafyada yol almak demek her an yoldan çıkmak ve biraz daha yolu uzatmak anlamına gelebilir. Günümüz teknolojisi içinde yolu uzaydan izleyerek bize aktaran ‘navigations’ aletleri ile bilinmeyen yol yok gibidir, çünkü oradan elde ettikleri bilgiler ile yine onların çıkarları doğrultusunda yol alınır. “Sora sora Bağdat bulunur” artık tozlu raflarda kalmış bir atasözü olarak kalacaktır, kimse kimseye bir şey sormadan teknolojinin ürünü bilgiler ile yine onlara bağlı olarak yol alır. Teknolojiye bağlı kalanlar teknolojinin belirlediği yollardan gider, ki aynı zamanda bu teknoloji araç içinde yol alanları da izler, gerekli gördüğü yerlere rapor olarak sunar. Büyük biraderin gözü her daim üzerimizde, sadece gözü değil kulağı da! Teknolojinin en son sürümleri bize ucuz bir şekilde sunulurken, onlar aslında bizden elde ettiği bilgiler ile kendi tüketim toplumunu yaratıyorlar, yaratırken de bizim algılarımız ile (hangi kültür olursa olsun) oynadıklarını görebiliriz. Dünyada elektrik fişi bile standart olamazken, birçok şey artık standartlaşmış ve bir birine benzer şehirlerin oluşturduğu bir dünyaya sahip olduk.
İnsan yolu yarattı, yol insanı ve şehirlerin oluşumuna katkısı büyük oldu ve insanı biçimlendirdi. Bugün yollar daha geniş ama daha fazla araca sahip. Yolların gelişmiş olması bize zaman kazandıracağı tasarlanırken, tersi yollarda daha fazla zaman kaybetmeye başladık. Şehirlerarası mesafe göreceli olarak azalırken, yollarda kazandığımız zaman bize yerli gelmemektedir. Sürekli zamana ihtiyaç duyan ve sürekli acil bir şeyleri yaparken buluyoruz kendimizi ve hatta hiç düşünmeden bize verilen görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Sürekli hareket halinde ve sürekli yorgunuz ama zaman bize yetecek kadar da kendimizi planlayacak dahi zamanımız yok!
Yola çıkmayan ve yolda olmayan artık insan yok… Her şey yollarda, yollar belirlemekte bizi… Ticaret hayatı şehirleri oluşturdu ama şehirlerin nasıl olacağını ne kadar genişleyeceğine yollar karar vermektedir. Yol olmayan yerde üretim yoktur, yol olmayan yerde hayat modern yaşamın dışındadır.
Yaşadığımız zamanın ruhu yollarda verilmektedir.
Yollar toplumsal olayların da belirleyicisidir. Yollar olmasa meydanların anlamı olmaz. Kapitalist sistem kendisini korumak adına yolları kontrol ederken, her yere kamera yerleştirirken ve istediği gibi trafiğin akmasını sağlarken, elbette o yollarda kapitalist sistemi yok edecek olan işçi sınıfı da kendisine yaşam alanı bulmakta ve hak ve siyasi mücadelesini vermektedir. Fransız devriminden sonra gelişen ulusal devletler ve yaşama mücadelesi de yollarda oldu.
Toplumsal olaylar dengeli, istikrarlı ve belirli bir plan ile oluşmaz. Emperyalizm çağında ulusal devletler ancak emperyalist devletlerin çıkarlarına uygun olarak göreceli olarak bağımsızlık verilmiş ama devletin organizasyonu bağımsızlık hakkı verenin çıkarına uygun yapılandırılmıştır. Dengesiz gelişen toplumsal olayların sonucu bugün dünyada bir birinden farklı ulus devletleri ve geri bıraktırılmış toplumlardan bahsedebiliriz. Fakat hepsinde yol vardır ve yola hakim olan o ülkeye de hakimdir.
Ulus devleti kuramamış birçok ulus vardır. Onların önemli bölümü parçalanmış şeklide değişik ulus devletlerinin topraklarında yaşama mahkum edilmiştir. Afrika, Ortadoğu ve Uzakdoğu sınırlarına baktığımızda birçok ulusal mücadele eden örgütlere ve iç savaşlara rastlamaktayız.
Ülkemiz içinde ve sınırlarında da ulus devleti kuramamış Kürtlerin mücadelesine yakınan tanıklık etmekteyiz. Ortadoğu mozaiği içinde ulus devleti mücadelesi veren Kürtler savaş içinde kilit noktaya gelmiştir. Ulus devleti kurmak an meselesi olduğu dillendirilmesine rağmen parçalarda gelişen her toplumsal denge bu anın ertelenmesine sebep olmaktadır, çünkü her parça bir birini etkilemekte ve çıkar çatışması içinde savaş o coğrafyada yaşayan hakları bir arada yaşamasını ortadan kaldırmaktadır. Emperyalist devletlerin çıkar çatışması ve kapitalist sistemin yeninden yapılandırma sürecinin geçiş sürecinde ulusal mücadele etmek ince bir ipte yürümek kadar tehlikelidir, dengeler iyi hesaplanmazsa başka bir parçanın parçalanmış mültecisi olabilir.
Ulus devletler oluşturulurken dünya yeni bir dengeye oturtulduğu düşünüldü ve ulusların hangisi erk hangisinin yok sayıldığı o dönemin dengeleri içinde karşılaştırmalı tarih içinde bir nebze de anlayabiliyoruz. Çıkar çatışmaları dünya haritası üzerine cetvel koyarak sınır koyanlar bugün yaşadığımız kaosun da mimarlarıdırlar.
Savaş kuralsızdır, teknolojisi elinde bulunduran her türlü yolu mubah görmektedir. Orantısız güç gösterisiz ve orantısız saldırılar ‘Embedded’ medya aracılığı ile dünyaya bir yılbaşı partisi gibi sunulmaktadır. Bu kuralsız ve kirli savaşın kirli yüzü güçlünün yenilgisi ile ortaya çıkacaktır, çünkü güçlü, güçlü kaldığı sürece gerçekler her daim gölgede kalmaya mahkumdur ve kimse bu gerçekleri gün yüzüne çıkaramadığı için kirli savaş daha da kirlenerek devam edecektir. Bunun içinde fütursuz, ilkesiz ve ben güçlüyüm her şeyi yapmak benim hakkım inancı ile dünyaya bakanlar ve dünyaya yeni biçim verenlerin birincil önceliği yok olan yerler değil, kendi içinde ki yaşadıkları ekonomik krizi kendi lehlerine döndürmektir. Kendi ülkelerinde artan yaşam kalitesi aslında kontrollüdür ve dünya haklarını koyun gibi görenler kendi halkını da sonsuz bir illüzyon uykusu içinde bırakmaktalar. Savaşın sonucu olan mülteciler kapılarına dayandığında mültecileri bir yerlerde toplama kamplarında gözden uzak toplamanın yolları diplomatik yollardan çıkar çatışmasının kapalı kapılar arkasında tehditler ile olmaktadır. Bugün yaşadığımız çağ, güçlü olanın güçsüzü hiçe saymak ve istediği iktidarı iktidarda tutmak için cinayetleri yapma özgürlüğüdür.
Ulusal mücadele edenler amaçlarına giden yolda her şeyi mubah olarak görebilirler, yeter ki nihai amaca hizmet etsin. Düşmanlarını bile el üstünde tutabilirler, yeter ki kendilerini muhatap alsınlar. Masa başında pazarlık yaparken etrafında yaşanan tüm gelişmelere kulaklarını kapatırlar, gözlerinin ucu ile görürler ama görmezden gelirler yeter ki amaçlarına giden yolda bir adım olsun... Ama işin boyutu öyle olmadığını, düşman olarak gördüklerinin iktidarı altında bitmez tükenmez bir tecrübe ile hilelerin her türlüsünün olduğunu yaşayarak görecekler… Yaşam acımasızdır ama toplumsal olaylarda birçok cana mal olur…
Siyaset bir adım ötesini önceden tahmin edip ona göre adım atabilmektir… Bizde adımlar olay başa geldikten sonra pişmanlık olarak ortaya çıkar.
Sınıf mücadelesinde ise pazarlık yoktur, “ya hep beraber” der ve devrim mücadelesi ileriye taşınacak adımlar atılması için çaba gösterilir... Fakat bizim gibi ulusal sorunu çözememiş toplumlarda işte teoride olduğu gibi olmuyor… Güçsüzlüğünü başkasının gölgesine saklanarak gizler ve o gölgeden güçlüymüş gibi imajlar vererek bir illüzyon içinde başarı beklenir kılmaya çalışır ama ne Godot gelir ne de başarı... Sonuç ne mi olur? İktidar istediği rejimi ve düzeni iki adım ileri bir adım geri şeklinde sanki taviz veriyormuş gibi yaparak amacına ulaşır...
Amaç ve hedef doğrultusunda tereddütler her zaman yenilgiyi beraberinde taşır...
Tereddüt ile olaya bakanlar ve elde ettiklerini kaybetme korkusu ile iktidara yaklaşanlar elbette o iktidarın sadece yedek değneği konumunda olurlar... Karalık aydınlığa evrileceğine zifir karanlığa çoktan bükülmüştür... yollar her daim aydınlığa götürmez toplumları, yaşadığımız çağda gibi zifir karanlığa da taşıyabilir.
Yola çıkanların amaçları net değilse ve kervan yolda düzülür mantığı ile bakmaya devam ederlerse düzlen kervan değil kendileri olur.
Ülkemiz gibi ulusal sorunu tam çözememiş, sürekli ertelenmiş yüzleşilecek sorunlar ile baş başa kalanlarda ilişkiler ve olaylar sanıldığından daha karmaşıktır, karmaşık yapanların başında ise çıkarlardır. Ulusal mücadele yapan halkın işçi sınıfı nihai hedefi önce ulus sonra işçi devleti diye tanımlarsa işte işten çıkılmayan bir mücadele yolu ortaya çıkar ki, çıkar çatışmalarına göre eğilen, bükülen bir ilişkiler ağı oluşur. Sokak dili ile fır fır dönenlerin oluşturmuş olduğu siyaset sahnesinde her an her kişi, kurum arkasından bıçaklanabileceği gibi de el sıkışabilir de. Kapalı kapılar arkasında gerçekleştirilen her türlü görüşme halklara ve işçi sınıfına yapılmış en büyük tehdit olduğunu zaman kısa bir an sonraya ortaya çıkarmış olsa da artık iş işten geçmiş, iktidar istediği hedefe daha hızlı bir şekilde ulaşmaktadır. Bu ortam içinde sınıf mücadelesi yapanların her zaman diğer kitle örgütleri yanında marjinal kalması onların doğru tespitler yapmadığını göstermez, ama onların ne kadar örgütsüz ve dağınık olduğunu kanıtlar.
Yola çıkanların yolda bir şeyleri düzeltme işini el yordamı ile yapması onları nihai amacından uzaklaştırır hatta çoğu zaman çıkmaz sokaklarda birilerine yol sorur bulurlar kendilerini. Teknolojiye bağımlılık ilişkisi olanların yolda olmaları aslında her daim kontrollü yol aldıkları ve belirlenen hattalar üzerinden dışarıya çıkamadıklarını gösterir. Öncelikle yolda olanların Roma yolunu kullanarak Roma Devleti’ni ortadan kaldırmadığını tarih bize Hannibal’ın hayatına bakarak söyler. Büyük strateji uzmanı nasıl yenildiği hala tarih sayfalarında canlıdır.
Yolda olanların Godot’u bekleme lüksü yoktur, eğer beklerlerse de zaten gelmeyecektir…
Yollar bize çok şey anlatır, çok şey öğretir ama ne yazık ki yolda arabası devrilenler bir daha arabayı ayağa kaldırma yerine kader çizgisi içinde kendilerini kurtaracak bir araç beklerler ki, gelecek olanda zaten sistemin aracıdır ve o kendi amacına uygun olarak kaldırır ve ücretini fazlası ile alır. Ama derseniz ki “kapitalist kendini asacak ipi bile para ile satar”… satar ama artık güçsüz, zavallı ve durağan olmadığını da tarihin sayfalarına bakarak görebilirsiniz, o içinizden birilerini zaten bilinç olarak çoktan satın almıştır bile ve sizi arkadan bıçaklayacak ortamı yaratmış olabilir…
Yolda yol alırken çevreme bakmayı çok severim, gözümün önünden bir ömür de geçebilir, bir film şeridi de…
İsmail Cem Özkan


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.