Test etmek!
Test etmek siyasi literatürümüze bir operasyon öncesi,
hedef kitlenin gücünü ölçmek amaçlı küçük operasyon olarak geçmiştir. Her darbe
öncesi ve büyük operasyonlar öncesinde devlet erkini elinde bulunduran ya da
silahlı gücü elinde bulunduranlar hedef kitlenin direnme gücünü birçok amaçlı
şekilde test eder. Bu savaşın genel kuralıdır. İç savaş konumunda olan ülkede
genelde bu testler devlet erki tarafından örgütlü ama örgütsüzmüş gibi,
tesadüfmüş gibi hava verilerek yapılmaya çalışılır ama siyasi irade eğer o
testten başarı görmüşse artık onu tutana aşk olsun, her türlü algı ile
oynayarak amaca hizmet eden kamuoyu oluşturulur. Kamuoyu ise medya aracılığı
ile yaratılır ve artık o gerçekleştiğinde “bakın doğruyu bu medya grubu
yazıyor” ya da “şu yorumcu bildi” diyerek o testin psikolojik olgusunu birden
kahraman ve sözü dinlenen biri ilan eder (Fuat Avni böyle ihtiyaçtan üretilmiş
sanal bir kahramandır.) …
Bir gün bir ülkenin başbakanı ya da yetkilisi kalkıp iç
savaşa bile hazırım diyorsa bilin ki orada toplumun iç dinamiklerini psikolojik
açıdan test ediyordur, kim, hangi grup ya da katman nasıl/ne kadar karşı
çıkacak... Toplum kesimlerinin içinde ince bir ayar vardır, o ayar ile
iktidarda kalmak için oynayacağım diyordur. Kanlı bir geleceğin ön ayak
sesleridir. Kapalı kapılar arkasında yapılan programlar ve stratejiler hayata
denk düşmez genelde, çok karmaşıktır. Hayat içinde ve nereden hangi dengenin
bozulacağını kimse hemen hesaplayamaz, çünkü bunu yapabilmesi için elinde güçlü
teknoloji, silah ve ‘embedded’ kullanabileceği medya olması gereklidir. İç
savaş koşullarında medya artık devletin medyası değil, direnenlerin medyasıdır
ve daha çok izlenir. Resmi açıklamaların hepsinin yalan olduğu en ücra yerde
yaşayan da bu durumu en kısa sürede algılar. O yüzden “iç savaş koşullarında
ben hazırlıklıyım” demek sadece “ben iktidarım için maceraya atılmaya hazırım”
demektir ve kaybedeceği artık ne çocuğunu düşünür ne de o güne kadar
biriktirdiği maddi kaynaklarını. Hepsini harcayarak büyük olasılıkla sonu kanlı
olacaktır.
İç savaşta galip gelen devlet değildir, çünkü kazanan hangi
taraf olursa olsun devlet değişecek ve uzun süre yaşanan travmayı üzerinden
atlatamayacaktır. İç barış geçici sağlansa da savaş koşulu her zaman oluşmaya
hazırdır ve parçalanma kaçınılmazdır. Savaş var olanın parçalanarak yeniden
sınırların oluşması demektir ki, ülkemiz öznelinde Osmanlıdan bugüne kadar
kaybedilen renklerin içine başka renklerin de katılması anlamına gelir.
Türkiye kısa tarihi içinde iç savaşı gördü, kanlı bir cephe
savaşına doğru eğrildi. Gerçi bunu devletin yeniden biçimlendirilmesi için
yapılan bir iç savaş olduğunu bugün yaşadığımız sonuca bakarak söyleyebiliriz.
İç savaş koşulları yine başka bir hesaplaşma olarak gündeme gelen darbe
sonucunda oluşturulmuş atmosfer ile ilintilidir. Her toplumsal olayın bir
geçmişi vardır ve o geçmiş geleceğin hangi rotada gitmesini isteyen erklerin
bilgisi dahilinde olmaktadır. Türkiye kurulduktan sonra bir kaç defa amacı,
hedefi ve işleyişi yeniden gözden geçirilmiş ve evrensel olarak değişen siyasi
atmosfere paralel şekilde değişime uğramıştır. Latin Amerika ülkelerinde
başlayan bir darbe koşulu dalga olarak bizi de aynı yıllar içinde vurması
tesadüfi değildir, çünkü Amerika’nın (kapitalist güç) etkisi altında olan
ülkeler genelde benzer siyasi çalkantıları yaşamıştır. Karbon kağıdında
çoğaltılan siyasi projeler bir biri arkasına ülkelerin içinde iç savaş olarak
uygulanmış ve bu stratejiyi planlayanların amacına hizmet edecek şekilde
uygulanan ülkelerin devlet yapısı değiştirilmiştir.
Devletimiz sabit ve durağan değildir, sürekli iç dinamiklere
rağmen dıştan gelen bir dalganın etkisi ile değişime uğramış ve toplumsal
çalkantılar ve kırılmalar buna bağlı olarak olmuştur.
“Your boys have done it” (senin çocuklar işi
bitirdi ) sözü bizim yakın tarihimiz içinde önemli bir kırılma sonucunda
karar mekanizmasında söylenen bir sözdür ve yoruma açık bir cümle bile
değildir. Bu kadar çıplak ve net ifade sanırım olamaz.
Elbette devletin yeniden yapılandırılması ve yeni dünya
düzeni içinde ister istemez yeni figürlerin ortaya çıkarılması sadece sistemin
daha uzun ayakta kalması için önünde engel gördüklerini temizleme aracıdır.
Sistem kendisini yenilerken içinde yarattığı düşmanını da bir biçimde yeniden
konumlandırmakta ve hizaya sokmaktadır.
Ulus devletin ortadan kalktığı ve yeni devletin henüz
oturmadığı bir süreçte, hala birçok ülke içinde ulusal sorun ve o soruna dayalı
olarak iç savaş koşullarının yaşanması dengesiz bir tarih çizgisinin olduğu
gerçeği ile karşılaşırız ama nihai hedef yolunda etnik kimliklerin öne
çıkarılması ve var olan ülkelerin parçalanması yeni piyasa kavgasının
sonucudur.
Kapitalizm her bunalımını değişimini savaş ile yapmış, savaş
sonucunda kazanan figürler eli ile gerçekleştirmiştir. Savaş aynı zamanda
değişimi yapacak olan güce halk nezdinde kahramanlık payesi vererek
yaptıklarını bir süreliğine sorgulamaktan alı koyan bir özelliktir.
Sorgulanmayan değişime direnç de olmaz.
Gürcistan’da yaşanan iç savaş bugün o ülkenin ordusuz olması
tesadüfi değildir. Ülkeyi üçe parçalamışlar ve her bir parçasında başka
ülkelerin barış gücü konumlandırılmıştır. Sanki ülke parçalanmamış gibi bir
bütün gibi gösterilmesine rağmen ülke pratik olarak parçalıdır ve ülke içinde
bu parçalara geçiş serbest değildir. Aynı şekilde Ukrayna benzer bir devrim
yaşamış ve hala orada sıcak savaşın olduğu noktadır. Gürcistan ile aynı kaderi
paylaşmaktadır. Ülke değişik ülkelerin ordusu tarafından kontrol edilmektedir.
Renkli devrimler Amerika’nın direkt kontrol ettiği ülkelerde olmadı ama sonucu
itibarı ile ister istemez Amerikan kontrolünde ki ülkeleri de etkiledi. Latin
ülkeleri bu dalgadan uzak kalmış olması ve orada solun bilinçli yükselmesi
liberal dalgayı engelleyememiştir. Bugün Latin ülkeleri huzurlu değildir ve
yeniden devlet yapısı biçimlendirilmektedir. Amerika kıtası sermayenin serbest
dolaştığı ve ulus devleti tarafından engellenen konumunda değildir…
Ulus devlet yoktur ama yerine konumlanan devlet henüz adı
konmamıştır ve gelişim sürecini bitirmemiştir. Bugün yaşadığımız ve tüm
alışkanlıklarımızın yok edildiği süreç içerisinde yeniden toplumlar
konumlanırken, sistemin bir dişlisi konumuna getiriliyoruz. Kapı kulu şeklinde
bize yabancı olmayan bir yeni sömürge biçiminde işçi sınıfı bugün parçalıdır,
zayıftır, uluslar arası ölçekte firmalarda örgütlülüğü tartışmalıdır. Taşeron
ve rekabet koşullarında işçiler kendisini kanıtlamak ve işverene proje sunmak
ile yükümlü kılınmıştır. İşçinin artık bir merkezde çalışması söz konusu değil,
aksine tüm coğrafyalarda taşeron olarak hareket halinde olacak şekilde
konumlanmaktadır. Bugün işe girdiği merkezde başlayıp, aynı coğrafyada emekli
olma olasılığı gittikçe azalacak, paranın hareketi gibi sürekli piyasa içinde
borsada hareket halinde para gibi konumlanacaktır. Lazım ve gerekli olduğu yere
işçi transfer edilip en “verimli” şekilde ondan faydalanılacaktır. Alman
otomobil sanayisi tüm Almanya’ya yayılan üretim platformlarında değişik
firmalara yaptırılan parçalarının birleşimi ile ortaya çıkan süreç şimdi
evrensel model olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir ürünün parçaları değişik
ülkelerde üretilirken nihai montaj değişik ülkelerde olabilecek şekilde
planlanmıştır. “made in” kavramı ürünlerin üzerinde genelde olmayacaktır. Marka
yeterli olacak ve insanlar o markanın bir çalışanı ve parçası olacak, aidat duygusu
ulusal değil, markanın olacaktır. Çalıştığı marka ile gurur duyan, onun ile
kendisini tanımlayan bir şekle girmesi beni açıkçası şaşırtmayacaktır. Bugün
ulusal bayrak önünde yapılan törenlerin artık olmayacağını ama markanın bayrağı
önünde saygı ile eğildiği bir sürece doğru evrildiğimizi düşünüyorum. HSCB Bank
gibi merkez bankaların tüm coğrafyalarda işlem yaparken, ulusa ait merkezi
bankaların olmayacağı ve birleştirilmiş ulusların merkezlerinin ürettiği ve
onların borsalarına bağlı yeni bir yaşamın gelmekte olduğunu düşünmekteyim…
Bugün her ürünün borsası yaratılma sürecindeyiz. Ülkemiz öznelinde enerji
borsası yaratılması için öncelikle doğa yağmalanmakta ve enerji firmalarının
oluşması ve o sayede borsanın açılması için koşullar zorlamaktadır. Bugün HES
ve diğer enerji üreten kaynakların birer yağmalanır gibi teşvik edilmesi
borsanın oluşturulması ve ulus devletinin atar daması olan alt yapının
parçalanmasıdır. (Kapitalizm elinde var olan her şeyi yağmalayarak büyür,
yeniden oluşturma ve koruma güdüsü ancak ondan verimli bir şekilde yararlandığı
koşullarda olur. Yağma kapitalizmin ruhunda hiç değişmeden devam edecektir.)
Ulus devletin sunduğu enerji, eğitim, güvenlik, sağlık artık devletin
tekelinden çıkmakta ve borsalar sayesinde uluslararası piyasaya sunulmaktadır.
Eğitim özelleştirilmesi ve bazı özel okulların birer eğitim dışında sermayelere
satılması ve onların da bir ucunun uluslar arası firmalara ait olması henüz
başlangıçtır. Gelmekte olan devlette alt yapı parası olana sunulacak ve alt yapının
sahipleri borsada işlem gören firmalar olacaktır. Borsa, ulusal olmaktan çıkıp,
evrensel işleyişin birer pazarı ve alanı olarak önem kazanacaktır. Klasik
kapitalist sistemde ulus için işlem yapan borsalar artık ulus için değil, bağlı
bulunduğu sistem için işlem yapacak ve onun atardamarı olacaktır.
Test etmek konusuna geri dönersek, işte ulusal devletin
hakim gücü gibi gözüken iktidar kendi iktidarını daha uzun yaşatmak için iç
savaşı göze alarak kendi gördüğü güçleri test ettiğini sanırken, aslında onu
test eden başkalarıdır. Esas güç iktidarda değildir, iktidar sistemin sadece
piyonudur ve o görevini tamamlamak üzerindedir. Şimdilik sistem ihtiyaç duyduğu
atomize edilmiş toplumlarda devlet yeni anlayışı ve işlevi ile varlığını
koruyacaktır.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.