Kimlikli kimliksizler!
Ulus devlet projesi bir coğrafya içinde yaşayan her insana
bir vatandaşlık kartı vermesi ile başladı. Vatandaşlık belgesi aynı zamanda
homojen toplum yaratmak için bir projenin de ilk adımı oldu. Artık toplumlar
imparatorluklarda olduğu gibi çok çeşitli, her dilin özgürce kullanıldığı,
öğrenimin küçük cemaatler içinde yapıldığı alan olmaktan çıkarılıyor ve birey
devlet için var olmaya ve devletin bekası için çalışmaya güdülendi. Çok
kültürlüğün yerini devletin hakim olan görüşüne uygun yeni bir kültür
yaratıldı. Tarih yeniden yazıldı ve hakim olan kültürün geçmişi yeniden
yorumlandı ve yeni destanlar ve öyküler bu geçmişin içine monte edildi. Kısaca ulus devlet kendisini tanımlamak için
yeniden bir ulus yarattı ve o ulusun o coğrafyaya tek hakim olduğu fikrini
yaymak için eğitim kurumları kurdu ve insanlar öğrenimden eğitime doğru geçiş
yaptırıldı. Ulus devleti homojen olacaktı, homojen olması içinde o güne kadar
insanlığın bulduğu tüm işkence yöntemlerinden daha kötüsü bilimin kullanılması
ile bulundu. Eğitim!
Eğitilmiş insanlar aptallaştırılıyordu, çünkü bir kalıp
şeklinde düşünülmesi ve devletinin hizmetinde olan ve devletin de kendi
halkının iyiliğini düşünen bir yapıya dönüştürülmesi ivedilikle hayata
geçirildi ve bu geçiş dönemi sermaye birikiminin oluşması ve yeni yaşam ve
düşünce yöntemi kapitalizmin feodal ve kırpıntılarının üzerine oturması
anlamına geliyordu. İmparatorluğun mutlak hakimiyetinin yerini para ve ona
sahip olanlar alıyordu ve kısa sürede de aldı.
İmparatorluktan kalanlar hemen ortadan buharlaşmadı, yok
olmadı. Onlar da o coğrafyanın içinde yaşamaya devam ettiler. Önceden
planlandığı gibi her şey kısa sürede çözülmedi, ulus devletin sorunları ve
projenin aksayan yönleri kısa sürede hayatta karşılığı çatışma olarak ortaya
çıktı. İmparatorluk coğrafyası bu çatışmanın sonunda küçülmeye ve geniş
topraklardan daha çekirdek diyebileceğimiz bir alana doğru kayma söz konusu
oldu. Sömürge imparatorlukların yerin emperyalist devletler alıyordu ve de bu
kaybedilen topraklar üzerinde emperyalist devletlerin çıkarını kollayan ve
onlar için uydu olarak çalışacak yeni tip sömürge devletler kuruldu. Her ne
kadar bağımsız ve özgür gibi gözükseler de geçmişten gelen bir bağımlılık
ilişkisi içinde yeni birlikler ve müttefik ilişkileri kuruldu. O ülkelere de
gelişmekte olan ülkeler adını verdiler. Bu gelişmekte olan ülkelerin sınırları
onların bağımsızlık savaşları veya büyük savaşların sonunda cetvel ile sınırlar
emperyalist devletlerin rızası ve bilgisi dahilinde o ülkelerin siyasi insanları
tarafından çizildi. Yeni devletler, yeni bayraklar ve yeni piyasa koşulları
artık evrensel boyutta kendisini ifade etmeye başladı. Bu ifade ulus devletin
bir coğrafya içinde sermaye birikimi evresinin de sonu anlamına geliyordu.
Sermaye ulusların üstünde hakimiyet kurmak istiyordu. Ve bu hakimiyet sessizce
emperyalist politikaların sonucunda olacaktı. Savaşlı ya da savaşsız artık
dünya sermaye sahipleri tarafından paylaşılacaktı. En kaba sermaye yayılımı
amerikan iki içecek firmasın dünyaya yayılması ve lojistik olarak dağılımına
bakarak görebiliriz. Coca Cola ve Pepsi iki şirket aynı alanda üretim yapıyor
ve tüketimi teşvik ederken bir birinin pazarlarına ancak tampon bölgelerde
giriyor ve esas yayılımını ve satışını kendi aralarında yaptıkları anlaşmaya
uygun şekilde yapıyordu. Bazı ülkelerde Pepsi çok tüketilirken Coca Cola o
ülkede az tüketilebiliyordu, tersi durumda söz konusu olan ülkelerde vardı,
rekabet eder gibi gözüken ama aslında rekabet etmeden tüketimi teşvik eden iki
ayrı firma yeni ‘kızıl elma’ oluyordu. İmparatorlukların sömürge için hedefi
olarak ortaya koyduğu kızıl elma efsanesinin yerini başka hedefler alıyordu ve
aldı da! Bu arada ulus devlet içinde diğer halklar asimilasyon ile devlet ulusu
içinde eritilmeye devam edildi ve büyük oradan da başarıya ulaştılar…
Her ne kadar büyük oranda başarıya ulaşılmış gibi olsa da
halen devam eden sorunların başında yer almaya devam ediyor. Ulus devlet hiçbir
zaman gerçek anlamda homojen bir toplum yaratılamadı. Soykırım ve katliamlar
ile de bu sorunu ortadan yok edemedi. Ulus devlet projesinin aksak yönleri
elbette var olan sistemin tıkanmasını ve yeni çözüm yolların açılması anlamına
gelmekteydi ve liberal ekonominin devlete hakim olması ile birlikte ulus
devletin tüm birikimleri ve devlete yüklenen anlamların için boşaltıldı ve
yeniden yapılanma sürece girdi.
Bu yeni sürecin yeni sömürge devletlerde daha fazla etkisi
olacağı çok önceden belliydi, çünkü ideal ulus devlet oluşmadan yeni sömürgeye
uygun bir ulus devlet yaratılmış ve kolajlanmış bir yapıya sahiptir. Gevşek
bağlar ile ulus devlete bağılı olanlar bu liberal politikalardan etkilenmemesi
mümkün değildi, devlet kuruluşunda yer alan ayaklanmalar ve itirazlar bu
dönemde ortaya çıktı. Devletler için sorunların ortaya çıkması şaşırtıcı
değildir, kontrollü kriz en olması gereken olarak bir politik tercih olarak
ortada durur. Devletler kendi varlığını devam ettirebilmek için kontrollü
krizler yaratır ve o krizler ile toplum içine fısıldar, “bensiz sizler aslında
bir hiçsiniz ve o yüzden beni kollayın ve de koruyun” der. Ulus devletin yerini hala henüz netleşmemiş
bir devlet alırken ulusların yumuşak karnı olan ulus sorunu yeniden ortaya
çıkarılmış ve kimlikler, kültürler yeninde kendisini bulmak ve biçimlendirme
dönemine girdik. Bu dönemin çatışması kontrol dışına çıkabilir, çünkü devlet
değişimdedir ve artık kontrollü değildir. Eskisi gibi bir sınır içinde
değildir, sorun evrenseldir. Evrensel olan sorunların kontrolü daha karmaşıktır
ve çıkar çatışmaları bu sorunun yakıcı veya daha hafif geçişini ortaya
çıkarabilir.
Ulus devletinin yapısal olarak ortaya çıkardığı bu sorun
kimlikli insanların kimliksizleştirilmesine karşı bir isyanıdır. Devletin
ulusundan olmayanları, kültürüne uymayanları ve popüler söylem ile
ötekileştirilenlerin isyanı bu geçiş dönemin karakteristik özelliğidir. Çünkü
yok sayılanlar, yok kabul edilmişlerin yeninden kimliklerine kavuşma süreci… Bu
süreçte kendi kimliğini yeniden kavuşanlar ve yeninde ifade etmeye çalışanlar
içinde de birçok çelişkinin de olması doğaldır, el yordamı ve olayların iteklemesi
ile bir tarafa doğru çekilmektedir insanlar. Ülkenin siyasi iradesi siyasi
çıkarları cepheleşmeyi getiriyorsa, halklar arasında çatışma körüklenir. Sıcak
çatışmanın hakim olduğu yerlerde akıl yerini duygular aldığında linç kültürü
toplumu kucaklar ve salgın hastalık gibi yayılır…
Bizler ne olursa olsun bir arada yaşamak zorundayız. Hangi
sistem olursa olsun, hangi devlet kavramı hayata geçirilirse geçirilsin Anadolu
topraklarında yüzlerce kültür bir arada yaşamıştır. Tarihin sayfalarında
savaşların tozlu ve kanlı kelimeleri bize gelmektedir, fakat her tarih olayı
bize başka şeylerde fısıldar, birilerin çıkarı zaman içinde yok olmuş ve o
savaşlar da anlamsızlaşmıştır. Yok olan kültürler, yok olan insanlar ile
sorunlar çözülmüyor… Bir arada yaşamak
zorundayız. Bir arada yaşamak demek, herkesin aynı dili konuşması ve aynı
şekilde olaylara refleks vermesi değildir... Değişik tepkiler, kültürler o
toplumun zenginliğini ortaya koyar, her birey aynı davranırsa, aynı dili konuşursa,
aynı pencereden bakarsa orada çok kültürlülük olmaz, asimile olmuş ve üst
kimlik kavramına biat edenler olur ki, üst kimlik diye bir şey yoktur,
sömürgelerin çıkardığı kuru bir laftan başka şey ifade etmez... Bir arada
olmanın birinci koşulu ayrımsız bütün kültürlerin eşit olduğu ve fırsat
verildiğinde zenginleşeceği fikrine sahip olmaktan geçer...
Kimlikli kimliksizlerin yerini kimlikli insanların alacağı
bir dünya olacağı kabul ediliyor, umarım bu geçiş süreci çok kanlı olmadan ve
barış ve huzur ile geçiş yapabilelim.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.