İvan İvanoviç var mıydı, yok muydu?
Nazım Hikmet’in ustalıkla ele aldığı ve yaşadığı zamanın
ruhunu eleştiren büyük bir eseri yeninden sürgüne kaçmak zorunda olduğu ülkede
sahnede hayat buluyor. Bu oyun birçok defa değişik yorumlar ile sahneye
uyarlanmıştır ama bu sefer Tiyatroadam programı içinde Emrah Eren tarafından
yorumlanmıştır. Yönetmen her ne kadar yazıldığı tarihi duruş noktası almış olsa
da yaşadığımız çağa ve bugüne yönelik göndermeler yapmaktadır. Zaman, ülke,
coğrafya değişmiş olsa da baskının hakim olduğu halkın üstünde kendisini gören
devlet ve onun bürokratları olduğu sürece birbirine benzer olaylar her zaman
yaşanacaktır.
Herhangi bir şehirde idareci olan Petrof hümanist
yaklaşmaktadır kendisine gelen kasabalılara. Onların işini zamanı oldukça aracı
kullanmadan yerine getirmektedir. Mesai saati kavramına bakmadan işine tutkun,
halkla birlikte halkın içinde ve halkın dili ile hizmet etmektedir.
Birlikte çalıştığı insanlara hiyerarşi gözetmeden davranır, herkesin
yardımına koşar… Ama bu pozitif seyri bir şeyler değiştirecektir, o
değiştirecek olan kendisine yardım edecek işbirlikçiler ile bir plan
hazırlamaktadır. "Kanser nasıl insan etinin, kurt nasıl derinin düşmanıysa
ben de Sergey Konstanivoç'in öyle düşmanıyım." diye sesli düşünür ve Petrof'a yaşamı boyunca çekeceği bir acı
vermek istemektedir.
Petrof bütün iyi niyetliliği ile yanında çalışanlara,
devlete ve kasabanın halkına hizmet ederken sinsice arkasından bir şeylerin
döndüğünün farkında değildir. Oyun içinde kasketli olarak ortaya çıkan işçi
sınıfının temsilcisi böyle bir oyunun oynandığını ve bu oyunu hazırlayanı
fısıldar ama pek önemsemez.
Uzun bir süre Petrof’un zayıf noktasını araştıran İvan
İvanoviç sonunda istediğini bulur: Sevginin yanı sıra, kesinlikle
"otorite" ve "hava"sı olması gerektiğine inandırır onu.
Havası ve otoritesi olmayan bir yöneticinin işlerini hakkıyla yapamayacağına
ikna eder. Petrof bu iç konuşmalarını baş ağrısı içinde seyirciye
ulaştırır, içinde bir kurt onu yemektedir ve yeni tercihine doğru yönlendirilmektedir.
Geçmişten gelen, halkın çoğu tarafından kabul görmüş otoriter bir yönetici!
Yaşadığının tam tersi bir sürece doğru yönlenmektedir. Aynadaki aksi onu teslim
almaya başlamıştır.
Emrah Eren oyunun başlangıcında zamanın tıklamasını ses ile
durağan ve hareket eden yelkovan gibi zamanın işlediğini belirlemiş ve bu zaman
ve hareket noktasında müziğin durağın ve yükselişine göre tık takları içinde
bir değişimin olacağı fikrini baştan vermektedir. Şarap bardağı imgesel olarak
sanırım seçilmiş, o Petrof’un eline verildiğinde iç konulmaya geçiş, elinden
alındığında zamana dönüşü betimlemektedir. Petrof’un iç sesi her zaman yukarıda
ve metin okuyuşu içinde bir planın hazırlayıcısı ve uygulayıcısı olarak oyunun
iç sesini seyirciye taşımaktadır. Olayın geçtiği alan herhangi bir devlet
dairesi olması onu kimliksiz ve sıradanlaştırmıyor, aksine onu evrenselliğe
taşıyan yerel bir yansıma olduğunu sahne düzenin hareketli, ışığın onu
destekleyen gölgelemeleri ve müziğin ritmi oyunun içinde kara mizahın dilini
daha da öne çıkardığını düşünüyorum.
Çevresinden iyice kopan, çekinilen bir insan olan Petrof acı
çekmeye başlar. İşi çözen olmaktan daha çok artık o otoriterdir ve çevresinden
hizmeti emirleri ile almaktadır. O her şeyi bilen, her şeye hükmeden ve her
şeyden haberdar olduğuna inana ve dünyanın merkezinde olduğunu düşünen bir
yerel yöneticidir. O bundan rahatsızdır aslında ve "içinde, yüreğinde
korkunç bir karanlık" duymaktadır. Çağrılı olarak gittiği Büyük Kent'te
gördükleri, yaşadıkları, bir başka kendisi olan Konstantin Sergeyeviç'le
karşılaşması. Sergey Konstantinoviç'i allak bullak eder ve Petrof değişiminden
bu yana ilk kez düşünmeye başlar. Bütün olup bitenlerin ayrımına varır, zaman
yitirmeden kendi yerine dönüp İvan İvanoviç’i aramaya koyulur. İvan İvanoviç?..
Sorar, sorgular ama kimse böyle birini tanımamaktadır…
Özel tiyatrolar elbette ödenekli tiyatrolara göre daha
ekonomik çalışmak zorundadır. Sahne üzerinde ve sahneye etki eden her şey çok
dikkatli hesaplanmak zorundadır, çünkü ekonomik koşullar ve zamanımızın
seyircisini kaybeden tiyatro en az masrafla en üst performansı ile seyircisini
kucaklaması zorunludur. Tiyatroadam sanırım bunu başarmış, on yıllık sahnede
kalma ve semiricisi ile bulaşmasını tam profesyonel bir şekilde gerçekleştirmiş.
Oyunun sunumundan, sahnede buluşmaya kadar her adımı iyi hesaplamışlar. Oyuna
girmeden elde ettiğim broşürü, afişi, salonda yerleşme ve tiyatro
çalışanlarının disiplinli ve kıyafetleri ile dikkatimi çekti. Birçok özel
tiyatroda görmediğim eskiden devlet ve şehir tiyatrolarında karşılaştığım o
disiplini durumu görmek beni açıkça mutlu etti.
Oyunu yorumlayan, sahneye koyan, bugüne dair söylemleri
içinde rahatsız etmeden yerleştiren, oyunu üç bölümden iki bölüme getiren ve
keyifli zaman geçirmemize olanak veren ve de kara mizahın güzel yönlerini canlı
olarak beynimizde yeniden canlandıranların
emeğine teşekkür ederim..
İsmail Cem Özkan
Yazan: Nazım Hikmet
Yöneten: Emrah Eren
Dekor - Kostüm Tasarım: Barış Dinçel
Işık Tasarım: Yüksel Aymaz
Hareket Düzeni: Esra Yurttut
Oynayanlar: Aşkın Şenol, Baransel Gürsoy, Berk Yaygın, Deniz Özmen, Fatih Koyunoğlu, Gökhan Azlağ, Pınar Tuncegil
Yöneten: Emrah Eren
Dekor - Kostüm Tasarım: Barış Dinçel
Işık Tasarım: Yüksel Aymaz
Hareket Düzeni: Esra Yurttut
Oynayanlar: Aşkın Şenol, Baransel Gürsoy, Berk Yaygın, Deniz Özmen, Fatih Koyunoğlu, Gökhan Azlağ, Pınar Tuncegil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.