Kan davası
Her şey 1937 yılının Kasım ayının ortasında sona erdi,
aslında bir başlangıçtı, çünkü Maraş, Çorum, Sivas onu izleyecek, Ankara’nın
merkezinde darağacı kurulacak üç fidan asılacak, Kızıldere'de yiğitler teslim
alma yerine yerinde infaz edilecekti... Acının sonu yoktu, çünkü darbeler,
yasalar, anayasalar hepsi bir şeyler karşı yapılıyordu. 37 yılının 15 Mayısında
sona eren bugün aslında devam eden bir öç alma, yok etme, kendisine benzetme
operasyonun devamıdır...
Ölüm üzerine politika yapanlar, acılar üzerine topluma hiza
verenler yeniden biçim verirken yeryüzü kan, gökyüzü kanın kokusu ile
doldurdular. Çocuk babalarından önce ölmeye başladı. Korku beyinlere işlenmeye,
kalabalıktan uzak durmak adına toplu cinayetler işlenmeye devam ediyor. Sırf birileri
siyasi çıkar uğruna feda ediyor bu ülkenin namuslu, güzel insanlarını...
İdam sehpaları kuruyorlar halka birlikte halkı için
çalışanlara karşı.
Ölüm mangaları sabahın ayazında kapıları çalıyor... Canlı
bombalar şehirlerin en kalabalık noktalarında kurbanlarını arıyor...
Ülke bir kan girdabının içinde.
Ülke Bağdat, Halep, Musul oluyor gün geçtikçe... Bu ülkenin
vatandaşı Sabra - Şatilla kampında ölen hiç bir şeyden habersiz Filistinli
oluyor...
Ölüm sadece yeni düzen otursun diye başımızda...
Birileri kasalarına para doldurup gizli hesaplarına para
gönderirken, birileri de aniden patlayan bir şeyin kurbanı oluyor...
Her şey 1937 yılında belki de daha önce karanlık salonu mum,
lüks, çıra ile aydınlatıp orada insanların boyunlarına ilmik geçirme ile
başladı...
Yenidünya düzeni önce parçala sonra birleştir modeline göre
yeniden düzenleniyor.
Önce bir bomba patlar, telaş, şaşkınlık, panik başlar, ne
oluyoruz diye sorarlar... Arkasından bir daha patlar, katliam olur yine aynı
telaş hakimdir, arkasından canlı bomba, arkasından başkası, arkasından intihar
saldırısı, ölümler üst üste gelir ve sonunda kanıksanır... Burası bir Halep
olur... Kimse umursamaz bile... Yaşadığı yerde sürgün, yaşadığı yerde çaresiz,
yaşadığı yerde gözlemci... Her yer Bağdat olur… Kimse sormadan birden Bağdat’ta
yaşar bulmuştur kendini...
Şimdi şu patlattı, bu patlattı... Aslında bu projeydi işte
sonuç filan da diyecekler... Birisi kalkacak bu hibrit diyecek, öteki
taşeron... Diğeri falan başkası filan... Birisi üstlenecek, belki de zıt
kutuplar aynı anda üstlenecek... Ama sonuç; anayasa değişimi bu ölenlerin ve
yaralıların üzerine örtülecek... Birisi şerbet içip dua etmeye bilmem ne
türbesine gidecek... Diğerleri korkacak, çünkü eğer amacına ulaşırsa birisi;
ilk yenecek yemek en yakınında ki olacak...
Kötüler sürekli kazanıyorsa adalet kadın ismi olarak kalmaya
devam eder.
“Ben dedim oldu” diyenlerin oluşturacağı yasa ve hukuk
maddeleri hepsi insanlığın geleceğine saplanmış hançerdir... Onların yaratmış
olduğu sistem bugün ülkemizde yaşanmaktadır. Sağcısı, solcusu, dincisi ve de
diğer yapıdakilerin hepsi aslında bir birinin karbon kağıda konmuş gibi
liderlerinden oluşmaktadır, sadece kullandıkları kelimeler farklıdır...
Başkanlığa karşı olanlar içlerinde ki başkanlığı yaşatmaya
devam ediyor... İçinde ki ve dışında ki başkanlara karşı olun! Tek bilenin hakim olduğu ve tek bilenin her
şeyi yönlendirdiği yerde başkanlık zaten vardır ama adı farklı telaffuz
edilebilinir...
Fiili olan bu durumu değiştirin, tüm başkanları başınızdan
atın!... Çünkü hiç kimsenin bir başkana ihtiyacı yoktur, ortak akıl her şeyin
üstündedir de diyemem ama başkandan da iyidir... Başkan olan yerde diktatörlük
kaçınılmazdır, eğer lideri denetleyecek ve hesap soracak bir sistem yoksa.
Kan deryası içinde kaç gemi yüzer?
"Ya başkanlık ya kaos" diye büyük puntolar ile
başlık atanlar son dönemeci kaos ile aşacaklarını sanıyorlar... Sonra amacına
ulaşılınca amaç yolunda her şey mubahtır deyip şerbet içecekler mi?...
Hibrit savaşlarının bir diğer özelliği de kullanıyorum
derken kullanılanların olmasıdır... Dışarıdaki pirince göz dikenin evindeki
bulgurdan olmasıdır ki artık ülkemizde bulgur da dışarından gelir olmuş...
Kan davası sonuçta hasımların birbirini yok etmesi değildir,
aslında kendini yok etmesidir.
Kan davası yaşadığın yerin zenginliğinin tükenmesidir,
çeşitliliğin yol olmasıdır. Kan davası güdenlerin yaşadığı yerde kazanan her
zaman oraya göz koymuş emperyalist güçler ve onların işbirlikçileridir…
Kaybedenler her daim canlarını kaybedenler olacaktır…
Kan davası çözüm değildir, intikam sözleri yangının üzerine
benzin dökmektir. Nefret söylemleri ayrışmayı derinleştirir… Bizler neden
başkalarının çıkarı için kavga ediyoruz ki? Bunu soracak akil akla ihtiyaç
vardır ve o soru için henüz geç değildir. Soru soruldu mu, cevap da gecikmeden
bulunur. Cevap ortak aklın ürünü olduğu zaman toplum sözleşmesinin maddeleri
olur…
Ülkemizde beslenilen nefret söylemini durdurun! İntikam
sloganları artık atılmasın! Dökülen kanlar hepsi bizimdir, canların toprağa
düşmesini durdurun!
İç ve dış savaşa hayır, çocuklarımız gelecek kaygısı ile
büyüsün, yeter ki can kaygısı olmasın!
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.