Duvar!
Duvar yazıları 12 Eylül öncesinde o bölgenin kimin hakimi
olduğunu göstermek için yapılırdı, ne mesaj verdiği daha sonra ki öncelikliydi.
Polis zorla ve sıkıyönetim döneminde jandarma zoru ile apartman sakinlerine
sildirilirdi... Silinmesi aslında başka yazı yazmak için fırsattı. Sokaklar
renkleniyordu, renklenen sokaklar asılında gelmekte olan karanlığın ve
çatışmanın kanlı yüzünün ilk sinyalini veriyordu. Sokaklardaki duvar yazıları
gece yarısı silahların gölgesinde korkuya rağmen yapılmaya başlamıştı. Cepheler
duvar yazıların sınır çizgisi oluyordu. Her duvar yazısı kurtarılmış bölgeyi
yaratıyor ve düz bir çizgiden oluşmadığını gösteriyordu.
Yaşama kaygısı ve savunma faşistler ile aradaki sınır
çizgisini hem etnik, hem de mezhepsel farklılıkların ortaya çıkmasını da
beraberinde getiriyordu, çünkü Maraş katliamı bu ülke ki fay hatlarının
ayrışmasını çizmişti. Daha önce yaşanan Kızıldere katliamı ve birbirini izleyen
idamlar ve katliamlar ülkenin nasıl bir değişim içinde olduğunu, değişen
dünyada roller yeniden oluşturulurken, yaratılan yeni siyasi atmosferde
ülkemizde nerede duracağını belirleyen bir dış etkinin ülke içine yansımasından
başkası değildi. Kuzeyimizde yer alan ülkenin çıkarı ile okyanuslar ötesindeki
emperyalist ülkelerin çıkarları kuruluşumuzda olduğu gibi belirleyici oluyordu.
İki kutubun çıkarı bizi olgunlaştırıyor ve verilen role göre haklımız ülke ile
birlikte kalıba dökülüyordu.
İran Şahı’nın darbe iktidara getirilmesi ve yenidünya
imparatorluğunun oluşum sürecinde bir hareketli fay üstünde oturan ülkemiz, iç
dinamiklerinin fay hattının kırılması süreci duvar yazılarında bilinçsizce
ortaya çıkmıştır. Kavgaya davet vardır ve o davete riayet edilmişti.
Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar ülkemize krediler açıyor,
büyük GAP projesi için temeller atılıyordu. Atılan her temel töreni ülkemiz
içinde yeni zenginlerin ortaya çıkmasını ve ekonomimizin daha fazla dışa
bağımlılığını artırıyordu. Krediler ile kıskaca alınmış ülkemizin siyasileri
hangisi iktidara gelirse gelsin kredi verenlerin lehine ve çıkarına çalışmak
zorundaydı. Batıya yönlendirilmiş gibi yapılan balkan devleti Osmanlı
devletinin yerini ortağa merkezli bir devlet alıyordu. Bu geçiş süreci
darbeleri, binlerce insanımızın kanına ve milyonlarca insanın yer
değiştirmesine neden olacaktı.
Çocuktum ama büyükler gibi düşünür ülkenin sorunlarını ve
çözüm yollarını üzerimize almış bireyler gibiydik. Bizim tercihimiz olmayan bir
duruşun savunucuları ve kavganın tarafı olmuştuk. Bir yanda Türk İslam tezi ile
saldıran ve devlet güdümlü ve kontrolünde bir faşist örgütlü güç
(kontrgerilla), o örgütlü güce karşı gelen ve savunmak durumunda kalan
devrimciler. Devrimciler henüz hazır olmadıkları kavgaya davet almışlar ve
kavgada taraf olmuşlardı. Sokaklara hakim olan ülkenin geleceğine dair söz
söyleyebileceği günlerde her birimiz kavganın sıcak gündemi içinde olgunlaşıyor
ve farkına varmadan sorumlulukların altına giriyorduk. Bizim üzerimizden esen
rüzgara karşı direniyorduk, sokaklarımız bizimdi! Bizim olduğunu da yazılarımız
ile düşmana belirtiyorduk.
Mahallelerin hakimleriydi sokak yazıları. O yazılara bakılır
ve o sokaktan geçilirken sorulacak sorulara, kem gözler ile izleyen gözlere
yürüyüş ritminden tutun, her davranış ile yanıt vermek zorundaydınız, çünkü
sınırlar sokaklar arasında görünmeyen çizgiler ile oluşturulmuştu.
O dönemde belgesel izleyecek tek kanalımız vardı, o
belgesellerden öğrenmiştik sanırım bazı hayvanlar yaşam alanlarını bıraktıkları
koku ile belirler ve o alana başka erkeğin girmesini engellemiş olurdu. Giren
olursa çatışma kaçınılmazdır. Yazılı duvarlar işte sihirli bir koku salmıştır.
O alana başka sol siyaset giremez girerse eğer sol içi çatışma kaçınılmazdır.
Daha genelde bu sol içi çatışma güvenli (kurtarılmış) bölgeler içinde olurdu.
Sosyal faşistler ile mücadele ettikleri kadar faşistler ile mücadele etmemiş
örgütler bile oluştu. Goşistler ile mücadele edildiği kadar faşizme karşı laf
söylenmemiştir... Neyse bütün bunların ortasında bir de orta yolcular vardı ki
en ağır kavgayı da bu orta yolcular birbirine benzerleri ile yaptı... Pantolon
davası faşistlere gösterilmeyen silahların birbirine gösterildiği çatışma
sürecidir.
Bütün bu süreçler işte kurtarılmış bölge kabul edilen
alanlarda oldu.
Bugün duvar yazılara bakıyorum, bir birinin üstüne yazı
yazmalar yeniden başlamış... Kurtarılmış bölgenin çocuklarının canı sıkılıyor
sanırım... Kokularını bırakıyorlar... Ama o kokuların olduğu yerde mücadele
sonuçta birbirine benzerler benzer propaganda yapmak ve ayrıntıda propagandanın
özelliklerini aramak şeklinde...
Duvarlarda sloganların yerini şiir almış olsa güzel kokular
yayılsa ne güzel olurdu...
Bugünlerde hayır şiirleri gerçekten ne güzel yarışırdı
duvara ama bu güvenli bölgeler dışında olsa... Çünkü güvenli bölgelerin aslında
güvensiz olduğunu bir darbe ile bir çok kişi canı ile bir çoğu işkence
tezgahlarında öğrendi. Öğrenen acısı ile yaşadı, orada yaşayanlar
gecekondularını apartman yaptı...
Hayat bir döngü ise başka şekilde dönsün artık...
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.