Köprüyü
geçene kadar…
Kitaplarım
var ama hiç biri basılı değil, (toplu imzalı olanlar hariç) çünkü hacimli ve
birbirinden faklı alanlarda ürün vermişim. İlk oluşturduğum kitabım karikatür
alanındadır ve onu kitap haline getirmişim ama henüz baskı yapmamışım, çünkü
karikatür satılmaz. Yayınevleri de para almadan kitap basmaz, onu bilen eski
ustalarım sponsor bulduğunda hemen kitabını bastırır, üstelik zıtlıkların bir
bütünü gibi yansır, kapitalist sistemi eleştirir ama kitabın arkasında sponsor
yazar… Önemli olan o ustam için geleceğe meslek adına bir şeyler bırakmak,
gazete, dergi sayfalarında yayınlananlar yok olup gitmektedir… Gündemin bu
kadar hızlı değiştiği dönemlerde kitaplar gelecek için bırakılmış dip
notlardır… Ustamın bu çabasını saygı ile karşılarım, duruş noktası bellidir.
Belediyeler
karikatür sergisi yaparlar ama onlarda karikatür için kitapçık, tanıtım broşürü
yapmaz, belki de siyasi gündemde kendisine karşı bu yayınladığı eser belge
olarak kullanılmasın diye, sadece açılan sergi afişleri kalır…
Karikatür
dışında benim öykü kitabım bulunur, yayınevinde yayınlanacak en son kitap
olarak durur, belki bir gün yayınlanır… Öykü kitabı da karikatür gibi satılmaz,
şiir, öykü kitapevlerinin hiç istemediği ve hacim kaplayan nesneler olarak
görüldüğü alandır, satmaz. Satılmayan şeyinde kitap raflarında raf işgal etmesi
verimlilik ilkesi gereği zarardır… Adam orada kültür satmıyor ki her hangi bir
ticari mal, o da süpermarket mantığı içinde bakmak zorunda, en çok satan en çok
yer kaplaması gereklidir… Ticari kurumlar kar zarar mantığı içinde verimlilik
esasını uygular. Kitapevlerini eleştirmek kolay ama ticari hayat bu şekilde…
Karikatür
dışında görsel alanda ürettiğim afişlerimdir. Son yıllarda afişler ile günlük
tutuyorum. Sosyal medyadan da yayınlıyorum. Oradan herkes yararlanabilir ama
kronolojik çalışma yapmak isteyenler için biraz karışıktır, kitap olarak
çıkarsa elbette bir düzende bir öykü içinde verilecektir… Her afişin,
karikatürün bir öyküsü vardır, şiirsel imgeleri içindedir. Şiir, karikatür,
grafik bunlar hepsi bir birine akraba alanlardır, öykü hepsini içinde taşır…
Seksenli yıllarda Ankara’da Asaf Koçak, Adnan Yücel ve benim Mülkiyeliler
Birliği bahçesinde işgal ettiğimiz masanın konusuydu. Asaf, Sivas’ta mızıka
çalarken son nefesini verdi, son nefesini verdiği zaman heykelleri ile ilk defa
geçinecek kadar elde ettiği günlere denk geliyordu, Adnan Yücel dostum ile Ankara
dışında yıllar sonra Almanya’da buluşmuştum, daha sonra erken yaşlarda
aramızdan ayrıldı… Şiir, karikatür imgeler bizim dünyamızdı, o sohbetlerin
ürünü eserlere da yansıdı, kitap haline gelecek şekilde toparlandı… Kitabı
olanın adının olduğu bir dünyada kitapsız biriyim…
Geçenlerde
bir arkadaşım siyasetten davran, direkt yazma, konuşma dedi, bende ona dedim ki
beni böyle kabul etsinler, basacaklarsa kitabımı benim düşüncemi bilerek
bassınlar, ikiyüzlü olamam...
Bir
çok yayıncı arkadaşım var, bir çok kitabın kapağını yaptım, yayınevi sahibi
arkadaş çevremin geniş olması benim kitabımın basılması anlamına gelmiyor,
çünkü ne kadar para o kadar kitap anlayışının hakim olduğu ticari yaşamda,
dönüşü olmayan depoda bekleyecek kitap basılmaz… Bazı yayınevleri de ticari
kaygıdan daha çok siyasi kaygıları ve parası kendi okuyucu kitlesinde
eritebileceği bir hazır etnik pazara sahip. O etnik pazara başka ve farklı
görüşün girmesini istemezler. Birbirini besleyen ve destekleyen kitaplar
basarlar… Kendilerinin ne kadar haklı olduğunu kanıtlayacak arka zemin
oluşturacak kitaplar onların yayın listesindedir ki, benim gibi özgün ve
düşünceleri tamamı ile eleştirel konumda olanı istemezler, çünkü benim gibi
biri bir düşünceye ne tam biat eder ne de tam uyar.
Özgünlüğüm
özgürlüğümdedir.
Özgün
olmak ve özgür olmak bir anlamda ekonomik özgürlük demektir. Ekonomik özgür
olmayanların siyaset arenasında yeri olamaz, çünkü siyaset, politika para
işidir ve parası olan parasının gücü kadar sesini duyurabilir. Siyaset hayat
yayın hayatımızdan farklı değildir.
Kitap
yayınlamak aslında pazarlamaktır. Yazanın pazarladığı bir dünyada yayınevinin
isteği ile ya da kendi verdiği parayı kurtarmak için değişik mecralarda sergi,
toplantı, okuma günü, kitap fuarları, kitap satın alan kütüphaneler, kitap eki
çıkaran gazete ve yayınevleri ile işbirliği içinde olmayan benim gibi bir
üreticinin kitabı sürekli sanal olarak varlığını korur ama kağıt üzerine
düşmez…
Para
ilişkisi dostlukları ortadan kaldıran, çıkar üzerine kurulu yeni bir ilişkinin
doğmasına sebep olur. O ilişki içinde insan ister istemez ilke diye kavramı bir
kenara bırakmak zorundadır, çünkü ilişkiler çıkar üzerine kurulur…
Yayınevi
sahibi arkadaşlarım bana gel senin kitabını basalım demediği günler içinde “yahu
dedim” kendi kendime “o kadar geniş çevrem var, paranın suyu çektiği günlerde
vakıflar ile görüş.” Vakıflar değişik alanlarda hizmet veren kurumlardır ve
karşılıksız işler yaparlar. Elbette siyasi beklentilerine uygun olanlara yardım
ederler. Bu alanda en meşhur olanları Almanlardır ama Amerikan ve İngiliz
sermayesinin de azımsanamayacak vakıf işleri vardır. Değişik vakıflar ile
görüştüm, birisi kabul etti ama sanırım Trump sonrası değişim onların varlığını
sorgular kıldı ki bana dönüş yapamadılar... Bakalım vakıf adına iş yapanlar ne
zaman dönüş yapacak?
Köprüyü
geçene, meşhur olana kadar ayıya ‘dayı de’ mantığı içinde olmuş olsaydım bugünlerde
farklı şeyler yapıyor olabilirdim. Çünkü popüler kültür yayın dünyasında böyle
olanaklar yarattı, sipariş ile yazdırılan kitaplar, sipariş işi proje içinde
yayınlanan broşürler, kitapçıklarda imza karşılığı para almalar…
Dünya
değişmektedir, değişimin yaratmış olduğu büyük kırılmaların yaşadığı zaman
diliminden geçmekteyiz ve hayata bakışıma uygun düşüncelerimi durduğum yere
göre yorumlayan köşe yazıları yazıyorum. Köşe yazılarım birilerini kollayan ve
onu görmezden gelen içerikte değildir. Çünkü köprüyü geçerken ayıya ayı
diyorum, onu görmezden gelmiş olsam hayata bakışımda bir şeyler eksik olacaktı,
çünkü dünyanın değişiminde önemli figürlerden birini yok saymak hayata bakışını
topal bırakır ki, ülkemizde muhalefet ne yazık ki çok şeyi gömemezden gelerek
çıkarlarına göre davranış içinde olduğu için gerçek anlamda muhalefet hareketi
yaratamadı. Son otuz yılda muhalefetin neden çapsız olduğunu sorgulamayanların
projeleri çıkar gereği yapılması gereken ve aktivistler ile hayata
dokunulduğunu dillendirilir. Projeler ve aktivistler muhalefetin
ehlileştirilmesinde kullanılan sadece araçlardan bir kaçıdır ve ekonomik
temelleri tartışılmayan her girişim birilerine hizmet eder.
İlkelerin
hakim olmadığı bir alanda ben hala ilke diye tutunmayı bıraksam mı?
Özgünlüğün
özgürlük olmadığını gelinen bu süreçte görmüş bulunuyorum…
İsmail
Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.