Genç
Karl Marks (Le jeune Karl Marx)
1844 yılında havanın ağır, kasvetli olduğu zaman diliminde Prusya İmparatorluğu içinde yer alan Köln şehrinde bir gazete bürosunda (Die Neue Rheinische Zeitung) gazete çalışanları tartışma halindedir. Bu tartışma aslında bir kişinin yol haritasını daha net ve somut ifade etme yol ayrımıdır.
Dışarında
polis gazete bürosuna baskın yapmak için hazırlık yapmaktadır. İçeride
hararetli bir tartışma söz konusudur. Marks gazetenin politikasını
eleştirirken Hegel’ci bakışın gazetenin sayfalarına hakim olduğunu
belirtmektedir. İdealist bakış açısı var olan düzenin devam ettirmek anlamına
geldiğini ama materyalist ve diyalektik bakış açısı içinde değiştirmek olduğunu
vurgulamaktadır.
Değişim
kaçınılmazdır ve bunu yeni oluşmuş olan işçi sınıfı yapacaktır.
Ormanda
sahipsiz ağaç parçalarını (dallarını) toplayan köylü ve emekçilere her yerin
sahibi olduğunu iddia eden güç sahipleri adına yasa dışı dalları almak yani
çalmak suçundan eziyet etmektedir. Bu yaşanan somut durumun somut tahlili
Marks’ın yeni yol haritasını da biçimlendirmektedir. Değiştirmesi gereken bir
durum söz konusudur, var olanı artık iyileştirecek her hangi bir yorum güç
sahipleri lehine çalışmak anlamındadır…
Polis
baskını gazetenin kapanması anlamına gelmektedir. Her biri bu durumu bilmektedir
ve bundan sonra ne yapacaklarını konuşmaktalar… Marks artık yeni bir kapı
açmak adına büronun kapısını açacak ve teslim olacaktır. Gazetenin sahibi de
tutuklanır ve karakola giderken yeni rotlarını da birbirine açıklarlar, daha
cesur bir gazete çıkarmaktır tutuklanmaya cevap. Ama sürgüne gönderililer
birlikte… Paris sürgün yeridir onların ve kavgalarını oradan sürdüreceklerdir.
Gazete çıkar. Marks geçimini gazetelere yazdığı yazılardan
sağlanmaktadır… Fakirdir ve evlidir. İkinci çocuğunun haberini almadan önce
gazete bürosunda Engels ile karşılaşır ve ilk temas değildir,
daha önce Berlin’de karşılaşmışlar ama birbirlerine uzak durmuşlar.. Şimdi birbirlerini uzaktan da olsa daha iyi
tanımaktalar, çünkü her iki tarafta birbirinin yazdıklarını okumuş ve ilgi ile
karşılamıştır. Marks’ın teorisine cevap aslında Engels’in İngiltere’de işçi
sınıfı üzerine yazmış olduğu kitap kapatmaktadır… Engels’in teori açığını da Marks karşılamaktadır… İki
ayrı dünya, biri burjuva yaşamın içinden gelmiş ve hala babasının burjuva
kültürü içinde yaşadığı birden fazla şehirde fabrika sahibi bir kapitalist. Engels babasının yanında
çalışmaktadır. Sanayi devrimin değiştirdiği İngiltere Manchester şehrinde
işçilerin durumunu gözlemlemiş, araştırmış ve “İngiltere'de Emekçi Sınıfların
Durumu” adlı kitapta toplamıştır.
Engels doğal gözlemi güçlü ve rahatlıkla ilişki
kurabilen biridir. Babasının fabrikasında çalışanların nasıl bir arada
olamadıkları, haklı olsalar da haklarını ekmek kaygısı yüzünden sessizce kabul
ettiklerini gözlemlemiş ve bir gün fabrikada yaşanan işçi cinayeti sonrası
İrlandalı bir işçinin (Mary Burns) itirazına şahitlik etmiş ve dik duruşu
ona ilgisini çekmiştir. İşten ayrılan İrlandalı işçi kadını izler ve onların
toplu bulunduğu kahveye gitmiştir. Bu takip onda Marks ile yolculuğuna ilk
adımıdır aslında... Bilmeden iki Alman vatandaşı başka coğrafyalarda tercihleri
yolarlını kesiştirecektir…
İki
insan biri sürgün Paris sokaklarındadır… Ortak imza kullanacakları bir
çalışmanın da ilk adımdır. Paris o zaman diliminde anarşistler, sosyalistlerin
da tartışma ve propaganda alanıdır… sokaklar bir şenlik havasındadır, işçiler
kendilerine açılan kapılara ilgilidir. İzlemekte ve tartışmalara taraf
olmaktadır…
Mark
bir sokak etkinliğinde Proudhon ile tanışır… Onun soyut kavramlarına
somut sorular sorarak ilgisini çeker be kısa sürede “samimi” bir iletişim
içinde olurlar…
Karl Marx, görüşlerinin
biçimlendiği 1844'lü yıllardan başlayarak materyalistti ve yaşamının sonuna
kadar felsefeyi bilimsel temelleri üzerine oturtma mücadelesi verdi, oturttu ve
geliştirdi. Bu görüşlerini Paris’te karşılaştığı Proudhon ile tartışması,
görüşlerinin aynı zamanda test edilmesi anlamındadır ve belirleyici olacaktır…
Proudhon eleştirisi “Eleştirel Eleştirinin
Eleştirisi” olarak ilk anda düşünülse de daha sonra Mark tarafından “Kutsal
Aile” olarak yayınlanacaktır. Elbette bu eleştirel tutuma giden yol Mark ve
Engels’in İngiltere merkezli uluslar arası işçi örgütü içinde çalışmasıdır.
Üyelikleri için kendilerine referans olarak gösterdikleri Lyon’da örgütlü olan
Proudhon’u bu örgütlü yapı içine davet etmeleri gerekmektedir… Fakat Belçika’da
yapılan bir toplantı sırasında Proudhon katılamayacağını
belirtir ve en son çıkan kitabını hediye eder. Kutsal Aile bu karşılaşmanın
sonucunda ortaya çıkar, bir anlamda bir kopuşu da temsil eder… Marks ve Engels artık örgütçü yönlerini
ortaya çıkarır. Marks, bugüne kadar filozofların dünyayı yalnızca
farklı biçimlerde yorumladıklarını, artık dünyanın değiştirilmesi gerektiğini
belirtir.
Londra’da
yapılan örgütün ikinci kongresinde Engels salona hakim bir konuşma
yaparak örgütün adının Komünist Birliği olduğunu ilen eder. İlan etmek ile
kalmaz Manifesto yazımı işini de Marks, Engels ve Marks’ın eşi Jenny Marx üstelenmiştir. Merkez
komite gibidir Mark’ın evi… Engels’in eşi (hayat arkadaşı) Mary Burns evlilik kurumuna karşı
keskin ve radikal eleştirisi filmin odak noktalarından biridir.
Bütün
insanlar kardeş değildir; bütün işçiler kardeştir ve burjuvaziye karşı
birleşmelidir…
“Komünistlerin,
tüm proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları yoktur… Komünizme özgü olan,
bütünüyle mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetinin kaldırılmasıdır…
Komünizm, kimsenin toplumsal ürünleri mülk edinme gücünü elinden almıyor,
yalnızca o mülkiyet yoluyla başkasının emeğini boyunduruğa sokma gücünü alıyor…
İşçilerin vatanı yoktur. Zaten onların olmayan bir şeyin, alınması da mümkün
değil. Bir bireyin bir başka bireyi sömürmesi ortadan kalktığı ölçüde, bir
ulusun da ötekini sömürmesi ortadan kalkacaktır... Komünistler, görüş ve
niyetlerini gizlemeyi reddederler. Amaçlarına ancak bugüne kadarki tüm
toplumsal düzenin zorla yıkılmasıyla ulaşabileceklerini açıkça bildirirler.
Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler.
Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok. Bir dünya var
kazanacakları.
Bütün
ülkelerin proleterleri, birleşin!”
Marks’ın
ve Engels’in 1844-1848 yılları arasındaki hayatını konu eden film kendi içinde
kurgusu ile bana göre başarılı bir çalışmadır. Her ne kadar kurgu içinde
gerçeklikten kopan yazım olmuş olsa da o da son yıllarda sinemada popüler olan
çok dilli bir görselin uzanımı gibidir. Çok dili kült olacak filmlerden birisi
olmaya adaydır. Sahnelerin geçişleri, görüntü ve kamera hareketleri, arka
görüntülerin çok tizi bir çalışma ile oyunun akışı içinde sunulması, özellikle
ışık ve çevre seçimi yönetmenin ne kadar titiz çalıştığını gösteriyor. Elbette
oyuncular filme doğallık katmış olsalar da çok kısa sürede çekilen bu filmde
yüz ifadeleri ve sakal uzaması gibi olgular göz ardı edilmiş. Dört sene insanı
yıpratan bir süreçtir ama filmde o yıpranmayı göremiyoruz. Marks sürgün hayatı ve sürekli
yer değiştirmesi, gelen her yeni çocuk ve sorumluluk onun omuzunda ki yükü
ağırlaştırmasını pek hissedemiyoruz. Marks’ın çocukları ile ilişkisi de film
içinde yoktur… sanki ideal bir yaşam yaşıyorlar ve her şey onlara hizmetine
sunulmuş kırımız halı üzerinde yürür gibiler… Engels’in “hayat arkadaşı” ile
ilişkisi farklı bir boyutta olmasına rağmen radikal düşünce yapısı ve hayat
tercihi Engels üzerine etkisi yokmuş gibi sunulmuş…
Film
her şeye rağmen izlenmesi gereken, içinde ince ince sunduğu ironiyi ve kara
mizahı seyirciye yediren bir film… Emeği geçenlerin emeklerine sağlık, önemli
bir açığı sanki kapatmışlar gibi… Marks ve Engels’in hayatını
belirleyen ortamın (çevrenin) kronolojik olmasa da seçkin de olsa sunulması
önemli diye düşünüyorum… Masasının başında oturmuş ve kitap yazan filozoflar
olmadığını ve işçiler arasında işçilerin önünde konuşan bir filozofların
çağından bahsediyoruz… Film onu göstermiş olması en azından evinden,
masasından devrim yapma hayal kuranlara inceden bir mesaj vermiştir diye
düşünüyorum. Başkalarının çocukları üzerinden hayatı planlayanlar öncelikle
kendi ve en yakınları üzerinden hayatlarını değiştirsinler… Bunu bile söylemesi önemlidir…
İsmail
Cem Özkan
Genç
Karl Marx..
Yönetmen: Raoul Peck
Yapımcı:
Nicolas Blanc, Rémi Grellety, Robert Guédiguian, Raoul Peck
Senarist:
Pascal Bonitzer, Raoul Peck
Oyuncular: August Diehl, Stefan Konarske, Vicky Krieps, Olivier Gourmet, Hannah Steele
Müzik: Alexei Aigui
Görüntü
yönetmeni: Kolja Brandt
Sanat
yönetmeni: Merlin Ortner
Kurgu:
Frédérique Broos
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.