Bir ikona aşık olmak!
Pınar Çekirge aşkına
hiç ihanet etmedi, hep sevdi, her zaman bunu dillendirmekten de çekinmedi. O
bir ikona aşık olmuştu, ikon kendi yaşamının koşturması içinde, yapımcıların
arka arkaya getirdiği nefes almamacasına bir setten ötekine taşıyordu. İkonun sesi
yoktu, sesi başkası hayata verirken, o perdeye kendi görüntüsünü ve sessiz film
gibi mimiklerini yansıtmaya çalışıyordu. Her şeyi kamera önünde öğrenecekti,
ona kamera önünde nasıl davranmasını öğretecek ne bir öğretmen vardı ne de
yönetmen, çünkü zamanları yoktu. Bir film bittiğinde diğerinin çekimleri hemen
başlar, senaryo denen kağıt parçaları çekim öncesi kısa bir sunum ile
anlatılırdı. Artık ondan o şekilde davranması beklenirdi.
O sarışın bir ikondu
ve şehri temsil ediyordu, öte yandan geleceği de. Sabır ile davrana mutlu sonu
hak eder, ne kadar eziyet çekerse çeksin!
O beyaz perdenin bir
imgesi olmuştu, o imge bir çok genç kızın hayalini süslerken, dergiler
aracılığı ile kendisine haran bir erkek kitlesi yaratıyordu. Açık hava
sinemalara akşamları giden halk, onun perdede görünmesini sabır ile bekler,
giymiş olduğu hırkanın şeklini çıkarmaya çalışırlardı ellerde yünler ve şişler
ile. O artık evin bir parçasıydı ve onun kıyafetleri, görünümü, yürüyüşü
toplumun bir yönünü etkiliyordu, etkilemeseydi, arka arkaya çekilen o kadar
filme kim giderdi. Filmleri salonları dolduruyor, salonların dolması yapımcıyı
mutlu ediyor ve yeni filmin startını hemen veriyordu.
Filiz Akın, dört
yapraklı yoncanın bir yaprağını temsil etmektedir. Dört yapraklı yonca şans demektir,
umudu anlatır, güveni ve istikrarın habercisidir. Bir anlamı ile bu starlar
topluma güven, huzur ve gelecek günlerin güzel haberlerinin geleceğini
fısıldamaktalar.
Dört yapraklı yoncanın
bir yaprağı olacağını bilemeden girdi beyaz perdenin dünyasına. Artist
mecmuasına gönderdiği bir fotoğraf, onun hayatını değiştireceğini ve genç
cumhuriyetin starı olacağını bilemezdi. Henüz on dokuz yaşındaydı ve girdiği
yarışmada birinci olmuştu. Fotoğrafı derginin kapağını kaplamış, bütün ülkeye
yeni sanatçı olarak tanıtıldığı günlerde, okumuş, dil bilen ve şehirli bir kız
olarak dikkatleri üzerine çekiyordu.
Bozkırın havasından
İstanbul’un Yeşilçam’ına doğru yola çıktığında henüz hayata ürkek bir kuş edası
ile bakıyordu. Artık o İstanbul’un sinema dünyasının bir parçası olacaktı,
birbirini izleyen ve birbirine benzeyen filmlerde rol alıyor ve dönemin
ihtiyaçlarına yanıt veren bir yıldız olarak doğmuştu. O bir yıldız olarak
sinemaya adımını atmış ve yıldız olarak yaşamasını bilmiştir ve iktisatta
geçerli olan çan eğrisinin tepesindeyken sinemayı o bıraktı. Yüzden fazla
filmde rol almış, birbirinden değerli yönetmenler ile çalışmış olmasına rağmen,
kendi değimi ile kaliteli ve kendisini gösterebileceği filmler/ senaryolar
karşısına çıkmamıştı. Yönetmenlerin en kötü filmlerinde rol almış olmasına
rağmen, gönüllerde kurduğu taht, zaman içinde bir ikona dönecek ve unutulmazlar
arasında yerini koruyacaktı.
Pınar Çekirge’nin
filmleri değerlendirmesi sonucuna göre yüzde onu sinema tarihine altın harfler
ile unutulmazlar arasına kendisini kayıt ettirecek ve oradan geleceğe hep başı
dik, onurlu, ülkenin batılı yüzü olarak hep gülümseyecektir. O bir sinema
starıdır ve ikon olmuştur. Sahne ve tv ekranları için yaptıkları onun
geçmişinin başarısının üzerine çıkmamış, hep sinemanın gölgesinde kalmıştır. O
sinema ile tarihimizin belirli döneminde yerini almış ve hep orada
kalmıştır.
Peki, neden stara
dayalı bir sinemamız oldu, neden şu anda starların yerini yönetmenler aldı
sorusu aklınıza geliyordur, çünkü hepsi bir pazarlama yöntemi olarak karşımızda
dururken, gözümüz ile görmediğimiz, kulağımız ile duymadığımız yapımcı, yani
sermayenin neden görünür kılınmadığını sorguladınız mı? Bütün bu pazarlama
araçlarının arkasında ki sermayenin istemleri sinemayı, sanatı, sanatçıyı belirlemekte
ve kendi ihtiyaçlarına cevap bulmaktadır. Sermayenin ihtiyacı daha çok para ve
daha çok ürünün piyasaya sürümüdür. Bunun içinde sömürü kaçınılmazdır. Para
yatıran, parasına artı değer katarak kasasına koymak için hesaplar yapar ve
güvendiği işe riski en az düzeyde tutacak şekilde parayı yatırır. Sermaye için
risk önemlidir, o yüzden en az riskli olan şey daha önce denenmişi ve başarı
kazanılmışı tekrar etmektir. Sinemamız doğuşundan star dönemine geçiş bütün bu
ihtiyaçlara aranan cevaplardır. Star dönemi olarak kabul ettiğimiz altmışlı ve
yetmişli yılların başında birbirine benzer ve sadece starların perdede
gözükmesine dayalı gösterimlerin olması tesadüfi değildir. İkinci tesadüfi
olmayan şey ise, iktidarın ve ülkenin içinde bulunduğu siyasi ihtiyaçlar.
Karmaşadan çıkmış, bir askeri darbe sonrası ve idam edilen siyasi liderler.
Halk bir anlamda yeni dönemde de bastırılmış, sindirilmiş ve kendisini nispi
olarak ifade ediyor gibi gözüküp, sessizce onayladığı bir dönemi işaret ediyor.
Bu dönemde beyaz perdede verilen mesaj, sonu iyi biten filmler ve dramlardır.
Her dramın, trajedinin sonu iyi biter. O yüzden yaşadığınız trajedi ve dram ne
olursa olsun sabredin, sonunda hep birlikte güleceğiz mesajı bütün toplumun
katmanlarına verilmektedir. Sınıf farkı ve kültürler arası ayrılıklar yok
sayılmış, her orta düzeyde seyirciye bilinçaltına verilen mesajlı filmler
denetleme kurulundan çabuk çıkıp, ülkenin en uzak köşesine kadar
gidiyordu.
Sözünü ettiğimiz
altmışlı yıllarda ki sinema dünyasında yer alan sermeye grubu, bir sinema
sektörü oluşturma yerine her filmden en çok kazanç elde etmeyi ve kısa yoldan
Beyoğlu ile özdeşlemiş Sülün Osman geleneği ad değiştirerek Selçuk Parsadan ve
şimdi adını bilmediğim bir isim ile yaşatmaktır. Bugün o günlerden bugüne
yaşayan nice Sülün Osmanlar bu piyasadan gelip geçti. Köyden gelmiş, gözü henüz
açılmamış, saf, temiz ama bir an önce zengin olma hayali olanlara Taksim
meydanında bulunan anıt hala pazarlanmaya devam ediliyor. Nice güzel ve
yakışıklı gençlerimiz Beyoğlu piyasasında meze olarak pazarlanma işlerini şekil
değiştirmiş de olsa içerik olarak bugün varlığını koruduğunu düşünüyorum. Çünkü
hala bir sinema sektörü oluşmadığına göre, bu piyasa, her ne kadar özneler
değişmiş olsa da kendisini tekrar ederek ve zaman içinde biraz değişerek
konumunu korumaktadır.
Dünün starlarının
yerini, bugün belli yönetmenlerin alması sermaye için bir şey ifade
etmemektedir, aynı şekilde koydukları paranın karışlığını iş yapacağı insana
yatırım ile “çorbasını” ısıtmaya ve var etmeye devam etmektedir. O yüzden
yönetmenlerde adı duyulmuş, ekranlarda biraz popüler olmuş ve popüler
sanatçılar arasından seçerek, yeni kişilerin yarışmalar aracılığı ile piyasa
içine kaynaştırarak bir süreklilik kazandırılmış bir piyasadan söz etmekteyiz.
Geçmişin dergilerin yaptığı işlevi bugün yarışmalar ve ekranlar aracılığı ile
yaz döneminde uygulanan ve iş yapması beklenmeyen avantür işler ile piyasanın
tepkisi ölçülmekte ve olumlu mesaj alınan yapımlar devam ettirilmektedir. Bu
durum yeni bir anlayışı da beraberinde getirmiştir, çünkü sermaye grubunun
tamamı ile değiştiği, yapımcılar, dağıtımcılar ve tv sahiplerinin
inisiyatiflerine daha bağlı konuma gelmiştir. Film ve dizi film için para yatıranlar
bu işin lojistik yönünü düşünmek ve çözmek zorundadır, çünkü ürettirdiği bir
film, dizi elinde patlama ve iflas etmesi anlık bir durum olarak kendisini son
yıllarda can alıcı şekilde hissettirmektedir.
Çekilecek her film
için bile bugün geçmişin starları olmasa da ünlü, iş yapacak yüzler aranır.
İsmi olmayanlar ile çekilen bir fil büyük bir risktir, seyirci her ne kadar her
şeyi tüketir gibi algı oluşmuş olsa da tüketim de hala seçicidir. Sinema / tv
piyasamız sürekli değişi yaşamakta ve bu değişim her siyasi iktidar değişimi
gibi bir birine paralel günlük olayların ve beklentilerin de izlerini üzerinde
taşımaktadır.
Zamanın ruhunu
incelemek istiyorsanız, ülkemizde üretilen sinemalarımızın içeriğine, sesleniş
diline bakın, o zamanın ruhunda ki toplumsal reflekslerimizi, algılarımızı
gözlemleyebilirsiniz. Sinemamız günlük siyasi atmosferden bağımsız değildir,
devletin ihtiyaçlarına göre ve sermayenin çıkarlarına uygun olarak konu
çeşitliliğine gidebilmektedir. Devletten bağımsız, özgür bir sinemamız hiç
olmamıştır, olma ihtimali de sermayenin devlet ile ilişkisine bağlı olarak
yoktur.
Pınar Çekirge,
Başrolde Filiz Akın adlı kitabını oluştururken bir sinema zamanı kullanmış.
Kitabın orta sayfalarına ulaştığımızda on dakika ara verip, o döne Filiz Akın
ile birlikte aynı setleri paylaşmış Hulusi Kentmen, Necdet Tosun, Mualla Sürer
kişilikleri çerçevesinde o dönemde perdeye yansıyan nice sinema emekçisinin
anısını sayfalara yansıtır. Her biri özverili, güzel, değerli, dostları ile
dayanışmasını bilen ve bugün unutulan meziyetlere sahip insanlardı. Onlar Filiz
Akın’ı yaratmış ve beslemişlerdir. Onlarsız ne Filiz Akın olur, ne de diğer
yonca yaprakları, ne de erkek starlar. İyi oyuncu gösteren yanında ve birlikte
rol aldığı insanların yetenekleridir, onların iyi oynamaları starı daha büyük
yapar ve ikon seviyesine taşır.
Kitap her ne kadar
Pınar Çekirge imzası ile çıkmışsa da Pınar Çekirge, alçakgönüllülüğünü bu
kitapta da göstermiş, Filiz Akın hakkında yazanların birbirinden değerli
yazarlar da kitabın sayfalarına; hem başlangıçta hem de son bölümünde yer
ayırmıştır. Pınar Çekirge bir anlamda Filiz Akın hakkında kim ne yazmışsa bir
ansiklopedi kaynakçası hazırlar gibi kitabını hazırlamış ve araştırmacılar için
bir fener görevini sunmuştur.
Pınar Çekirge aşkına
hiç ihanet etmedi, etmediği gibi oturup kitabını yazdı. Aşkın ve tutkunun bir
kitabı olarak son satırına kadar okudum ve bu içten duyguları yansıtan
satırları okumaktan büyük keyif aldım.
Sinemanın (bize ait
ama tartışmalı tarih olarak) yüzüncü yılında yayınlan bu kitap bir döneme
damgasını vuran star sistemini anlamak ve o dönemi o günkü koşullar içinde
anlamak için önemli bir kaynak olarak karşımda duruyor. Bu zaman içinde
yayınlanmasının bir anlamı ve değeri var, çünkü bugünkü sinemamız nereden geldiği
ve nereye gidiyor sorusunu sormak için öncelikle bazı şeyleri bilmek
gereklidir, bu kitap ile bu açığa karşı yapılmış en güzel müdahaledir diye
düşünüyorum. Şimdiden iyi okumalar, benim gibi umarım zevk alırsınız.
İsmail Cem Özkan
Pınar Çekirge
Başrolde Filiz Akın
Altın Bilek Yayınları,
2014
ISBN 978-605-5831-68-7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.