Bir alkış üzerine…
Günlük politik olayları normal şartlarda yazmam, çünkü günlük olan adı üstünde sabun köpüğü işler. Gün sonunda dahi unutulur gider. Hafızası olmayan toplumlarda bu unutkanlık olay yaşanırken meydana gelir.
Ülkemizin değişik zamanlarda tarihi kırılma anları olmuştur, kırılma sonucunda oluşan artçı sarsıntılar ve esas amaca yönelik düzenlemeler bir çok insanın kafasının karışmasına ve hangi amaç ile bu dokunuşların yapıldığı sorgulanır ve sorgulama da olay ile birlikte unutulur gidilir.
12 Eylül, bize liberal düşünceyi ve Ortadoğu hedefine yönelik yol haritası hediye etmekle kalmadı, kirli bir savaşı da armağan olarak bıraktı. Kirli savaşın koşullarını 12 Eylül rejimi yaratmış ve bu yaratılan ortamının kontrollü unsuru olarak PKK taraf olarak yerini almıştır. Şimdi kontrollü olması kavramını kısaca açıklayayım, çünkü ilk kurşunu PKK sıktığı sanılır ama bu bir yanılgıdır, ilk kurşunu 12 Eylül sonrasında başka bir Kürt örgütü sıkmış ama etkisi olmamıştır. PKK’nın sıktığı kurşunun kelebek etkisi yapması sadece PKK örgütlü yapısı açıklanamaz, açıklamaya çalışmak demek olayları bir bütün görmemek anlamına gelir. O dönemde ilk kurşun sonrası devletin refleksi ortadadır. Küçümsenmiş hatta bir vızıltı olarak algılanmış olmasına rağmen, Özal açısından rahatsızlık duyduğu Kürt sorunun gündeme getirip, 12 Eylül generallerinin yarattığı Kürtleri ‘kart - kurt’ görme bakış açısını değiştirmek içinde bir fırsattır. Özal bu fırsatı değerlendirmek istemiş ne yazık ki bu fırsat onun istediği gibi olmamış ve kendi sonunu da hazırlamıştır. Buna rağmen, Özal ve liberal düşünce yapısı köklü değişime uğraması için ortam hazırlanmış ve Türk tarihi içinde açıkça konuşulmayan konular tabu olmaktan çıkmış, tartışılır, konuşulur olmuştur. 12 Eylül rejiminin yasakladığı bu konu aslında başka bir şeye hizmet etmiştir, çünkü rotamızı Ortadoğu’ya çevirdiğimizde ister istemez karşımıza Kürt sorunu, Ermeni sorunu ve diğer sorunların çıkacağını darbeciler ve projeyi hayata geçirenler biliyorlardı. Bu sorunu baştan zor ile bastırıp yok sayarak, Kürtleri ve Alevileri asimilasyon etmek için bir fırsat yaratmıştır ama bu fırsat direnç ile karşılaşmıştır. 12 Eylül rejimi solu yok ettiği gibi diğer sorunları da bir koğuş sistemi ile toplum ile kaynaştırıp, çoğunluğun içinde erimesini tasavvur ettiği yaptığı müdahalelerle anlaşılıyor. Alevi köylerine cami, Kürt köylerinin Kürtçe kalan isimlerini değiştirmek, ‘Türkçe Konuş’ kampanyaları bu bakış açısının sonucudur.
PKK’nın yönlendirdiği ama belirleyemediği bir adı konmamış düşük yoğunluklu kirli savaşın hala sona ermemiş olması bugün yaşadığımız süreci tam olarak kavramamızın önünde engel olarak durmaktadır. Çünkü sona ermemiş bir olayın romanı yazılamayacağı gibi, tam olarak figürleri ile birlikte anlaşılması zordur. Çünkü sonuca bakarak at izini, it izinden ayırmak daha kolaydır, yaşanan süreçte bu izler iç içedir ve savaş karmaşık ilişkilerin bir bütündür.
Erdoğan hükumeti ile birlikte 12 Eylül rejiminin reflekslerinde bir değişime şahitlik ediyoruz. Susurluk olayında yaşadığımız sürecin bir sonucu olarak yeni dokunuşlar ve savaştan nemalananların değişime uğradığını ve yeni bir kadronun bu savaş içinde yer aldığına şahitlik etmekteyiz. Susurluk olayının aktörlerinden birinin “dağda çatışma yerine ovada siyaset” tezi Erdoğan hükumeti ile birlikte gerçek anlamda karşılığını bulmuş, PKK yıllarca istediği bir muhatap bulmuştur. Bu muhatabını kaybetmemek için her türlü özveride bulunmasının beklide en önemli nedeni liderinin bir adada tutuklu olmasıdır. Liderinin geleceği için, lider konumunun üzerine başka bir kişinin/kurumunun söz hakkının olmaması için her türlü örgüt içi bir hiyerarşi yaşamaya devam etmektedir. Bu örgüt şeması içinde lider dışında birilerinin popüler olması söz konusu dahi olamaz. Çünkü “dere geçerken at değiştirilemez!”
PKK tipik bir Ortadoğu örgütüdür, lideri etrafında ve liderine sonsuz bir biat kültürü ile bağlı yapısı vardır. Aynı şekilde muhatabı konumunda olan Erdoğan içinde geçerlidir. Bunun böyle olmasının tek nedeni artık bizlerin kabul edelim etmeyelim bir Ortadoğu ülkesi olmamız ve toplumun homojen yapısı dil, kültür yerine din ile ölçüldüğü noktadayız.
Son yapılan seçim ve bu seçimi olanaklı kılan referandum sürecinde kurumların, bireylerin almış olduğu kişisel ve kurumsal konumları bu tipik Ortadoğu ülkesi olmamızın yaratmış olduğu zeminin çöl kumları ile kaplanmış olduğundan anlaşılmaktadır. Çöl kumu üzerinde politika; omurgasız, birbirini taklit eden tekrarlar, kişiliksiz, kültürsüz, değeri olmayan ve ne zaman kimler ile ittifak kuracağı belli olmayan bir kaosu anlatır.
PKK, muhatabını kaybetmemek için bu çöl kumları üzerine refleks olarak öğrendiği tepkileri sürekli vermektedir. Bunda bir istikrar sergilemektedir.
Politika çıkarlar ilişkisidir, çıkarlar sorunların çözümünden daha önceliklidir.
Kürt sorunun çözümü bir çıkarlar ilişkisi içinde devam etmektedir. Muhataplar kapalı kapılar arkasında bir birlerine fısıldamaktalar ve bizler dışarıda olanlar bu fısıldamalardan anlamlar çıkarmamaya çalışmaktayız. Kulağımıza gelen fısıltıların hangisi doğru ve balon olduğunu ayıracak kadar bilgi sahibi değiliz ve olay henüz sonuçlanmamıştır. Sonuçlanmadığı içinde hareketlere bakarak bir sonuç çıkaramayız, sadece anlamlar çıkarabiliriz. O anlamlarda bizim önyargılarımız olur ama önsezilerimiz ile hep çelişki içindedir.
Mecliste bir yemin töreninde birilerinin alkışlaması anlaşılmamış, hatta neden alkışladı diye suçlamaya kadar götürülmüştür. Bu yaşanan süreci anlamamak anlamına gelir ve sizin yaratmış olduğunuz gerçek ile yaşanan gerçek arasında oluşan uçurumu da işaret eder. Önsezileriniz sizi doğrularken, ön yargılarınız ne yazık ki hayal kırıkları yaratmaya devam etmektedir.
Mecliste yaşanan alkış bu ilişkilerin doğal sonucudur ve o sonucu belirleyen bizim bilmediğimizi kapılar arkasında gizlenen gerçeklerde kendisini konumlandırmaktadır. ‘Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ yapan ve bir masa başında pazarlık yapanlar ile devletin refleksleri zaman zaman paralel olması, birbirinin liderinin ruhunu okşaması kadar doğal ne olabilir ki? Bizler ilkelerin olduğu bir zemin üzerinde değiliz, çöl kumları üzerinde yapılan politika, bireylerin çelişki gibi duran tavırlarını anlamak için çöl fırtınasının esip esmediğine dikkatlice bakın derim, bu arada gözünüzü kumlardan koruyun, çünkü bir bakmışsınız gözünüz sizin gözünüz olmayabilir, başkasının gözü ile olaya bakar bulabilirsiniz kendinizi.
Çölde olayları izlemek kolay değildir, çünkü her çölün tanrısı sürekli değişir, bugün biat ettiğiniz tanrı ertesi gün başkası olabilir…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.