Irkçılık!
Çocuklarımız ırkçı
kültürü ile yetişiyor, gelecekleri ırkçılık çatışması içinde geçecek korkusu
içindeyiz. Irkçılık; katliam, soykırım demektir, toprağın kan ile sulanıp,
sonra kan ile sulanan toprağa methiyeler düzmektir. “Düşün altındaki binlerce
kefensiz yatanı.”
Türkçede ırkçı o kadar
kelime ve cümle var ki, istediğin kadar sakın çocuğunu bir yerde ırkçı söylem
ile yüzleşiyor. Ermeni tohumu, Rum dölü derken Çingenelere, Abdallara ve “mum
söndü” sözlerine kadar her yerde ırkçılık besleniyor, devlet eli ile
geliştiriliyor. Efelik yapacağım diyen ‘yeni Türkiye’nin’ cumhurbaşkanı var ki
her sözü ırkçıları kışkırtmakla kalmıyor, yeni cümleler ile yeni bir ırkçı
dalgayı da besliyor.
Bir yandan Kürt
açılımı öte yandan cepheleşme... çok kültürlü bir açılım yapılacağı farz
edilirken, tek bayrak, tek dil, tek mezhep, tek tek sözler bu açılımın kara bir
delik konumuna dönüştürüyor, çünkü hayaller, gelecek projeleri açılımın
çatışmazlık ortamında eritiliyor yok ediliyor. Bu siyaset gündemde kaldığı sürece
köşe başında ırkçı nutuk atanda olur, Kaş’da olduğu gibi “sen pis Kürtsün”
denilerek dövülerek öldüren genç de...
Eğitim, benim düşünce
yapıma göre devletin en önemli ırkçılığı beslediği ve çocukların hayallerinin
çalındığı yerdir. Okullarda ırkçılık temelden öğretiliyor, “bu vatan için canım
feda” derken, düşman kim, kime karşı savaşacaksın sözü muğlak bırakılarak öteki
her hangi biri potansiyel kurban olabiliyor... çoğu zaman kurbanlardan devşirme
yeniçeriler ile gelecek zaman diliminin savaşçıları yetiştiriliyor. Osmanlıda
olduğu gibi ailelerden zorla çocuk alınmıyor, okula zor ile götürülerek zaten
çocuklar ailelerden uzaklaştırılıyor. Zorunlu din eğitimi, alevi çocukları
devşirmek amacıyla kullanılan bir araç olmayı sürdürüyor. Her yere cami inşaatı
ile Müslüman ülke olduğumuz yalanı sürekli ve günde beş defa minarelerden
haykırılıyor. Bir ülkede bir dini görüşten çoğunluk olması, o ülkenin o dinden
olduğu anlamına gelmez, aksine diğer dinler ve mezhepler ile ortak yaşadığı bir
coğrafyadan bahsedebiliriz. Türkiye zor ile Sünni, Hanefi çoğunluk yaratmak
için kuruluşundan hatta Osmanlı ve daha öncesi Anadolu Selçuklu döneminden bu
yana uygulanan devlet politikasında ısrar etmektedir. O kadar ısrarlı politika
yapmasına rağmen başarılı olmayanlar, yeni devşirme yöntemi eğitim ile
başarmanın yollarını aramaktadır. Her okul imam hatip yapıldı ve hala bazı saf
vatandaşlarımız "okuluma dokunma" kampanyaları yapmaktadır. Hangi
okul olursa olsun, hepsi aynı politikanın üründür, asimilasyon politikasının
bir parçasıdır. Kötünün, kötüsüne razı olmak durumu, eğitime bütçe isteyenlerin
ne kadar aptallaştırıldığını ortaya koymaktadır. İmam Hatip Lisesi yerine
Anadolu Lisesi istemek aptallıktan başka bir şey değildir, çünkü bütün
okullarda din zorunludur, din dersi zorunlu olduğu yerde Alevi çocuklarına
uygulanan asimilasyon politikasının devamı anlamına gelmektedir.
Ulus sınırları içinde
olan ve sınıf kavgasını ulusal gören her anlayışın içinde ırkçılık tohumu
vardır ve fırsat bulduğunda büyüyebilir. Bugün kendisini ulusal devrimci
görenlerin hemen hemen hepsinde altını biraz kazıyın ‘national socialism’
görülebilinir. Bu sadece ulusal olduğunu söyleyen çevre ile sınırlı değildir,
en yakınınızda dahi görme ihtimaliniz yüksektir...
Kültürsüzleşen,
omurgasızlaşan bir toplumda bugün ırkçı olan, çıkarına uygun olduğunda birden
Kürt dostu olur, gider Kürt bölgesinde tüccar dahi olabilir. Çıkarlar ırkçılığı
beslerken, öte yandan ırkçılığı da bir satılacak mal karşılığında rafa
kaldırabilir.
Irkçılığın temelinde
homojen toplum ve ulusal sermaye birikimi düşüncesi yatmıyor mu? Homojen toplum
yaratma ve kirli olarak gördüğü diğerlerini ortadan kaldırma üzerine düşünce
yapısı ve örgütlenmesi kuruludur... Dini ırkçılık en güzel örneğini ISİD içinde
görmüyor muyuz? Türk ırkçılığı, henüz gelişim aşamasında olan Kürt ırkçılığı,
Yunan ırkçılığı, Bulgar ırkçılığı hepsini ortak kılan ve ırkçı birlikleri
meydana getiren düşünce temelinde hükmettikleri bölgede ari, temiz, homojen bir
toplum olması ve diğerleri ile ittifak yapısını üzerine kurulu olmasıdır.
Avrupa ırkçılığı işte bu temelde yeni düşman kategorisi İslam ve Asya
göçmenleri üzerine oturtmuştur.
Ortadoğu’da Arapları
öldüren Yahudi ırkçısı Fransa’da Avrupa / Fransız faşistlerinin saldırılarına
karşı Araplarla işbirliği yapmak zorundadır. Ülkesinde ırkçı, yurt dışında
ırkçı karşıtı bir konumda olabiliyor. Türkiye’de ırkçı Avrupa’da sosyal
demokrat olmaları gibi... Diğer yandan kapitalist düşünce içinde ırkçı karşıtı
söylem ticareti artırın, ortada ırkçı kalmaz. o yüzden ticaret alanları serbest
bölge olsun söylemini geliştirdiler ama o da ırkçılık yok etmediği gibi
zayıflayan ve yok olamaya yüz tutmuş ulusal kapitalistler tarafından global
firmaları boykot ve onlara yapmış oldukları eylemler ile alttan alta bu yeni
ırkçı dalgayı besliyorlar...
Irkçılık ile mücadele
etmek demek, nasıl bir gelecek arzulandığı ile orantılıdır. Gelecek “bir arada
yaşama” yerine tek düşünce doğruluğu üzerinde kurgulandığı an ırkçılık
bataklığına düşmek ve her hangi bir çamur içinde bocalamayı getirebilir.
Irkçılığı ortadan
kaldıran bana göre en önemli politika işçi sınıfının vatanı tüm dünya olduğu ve
sınıf iktidarını ve politikasını savunmaktan geçiyor.
Irkçı olmayı ortadan
kaldırmanın birinci koşulu dilde ırkçılığı besleyen cümleleri temizlemek,
Türk işçisi yerine işçi demek, çünkü işçinin Türkü Kürdü olmaz, olduğunu
savunmak işte Hitler gibi bir sosyalisti ortaya çıkarır...
Emeğine geçinenlerin
alın terinin rengi yoktur, üretim kademesinde olanların hepsi işçidir ve
eşittir...
Irkçılık ile mücadele
etmenin birincil koşulu, çok kültürlü toplumu savunmak ve bir arada yaşamı
savunmaktan geçiyor. Gezi Direnişi, yakın tarihimiz içinde ırkçılara karşı
atılan en önemli tokattır. Oradan öğrendiğimiz bir çok şeyi, çok kısa süre
içinde ve iç içe yaşadık. Gezi Direnişi içinde başardıklarımızı gelecek toplumu
içinde rahatlıkla başarabiliriz.
Mücadele ortak
olmalıdır.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.