Belgeler
yaratılırken, masumlar ceza alır, suçlular aklanır!
Ülkemizin
klasik bir ahlak anlayışı vardır ve bu ahlak anlayışı yasalarımıza da kağıt
üzerinde sinmemişse de yasaları uygulayıcılarının ‘kanaatlerine’ etki etmiştir.
“Ölen her daim suçludur, yaşayanlar kader kurbanıdır, af edilmesi ve hoş
görülmesi gereklidir!” bu anlayış doğrultusunda aflar meclis sıralarından el
kaldırılarak geçilir, cezaevleri bir boşalır ve kısa zamanda eskisinden daha
fazla insan o boşalan yeri doldurur. Tarihimizin sürekli tekrarlayan
refleksleri arasında bu durumu görebilirsiniz.
Bizim gibi
ülkelerin başka bir refleksi vardır ki, bağımsız olduğu söylenen kurumların
bağımsız olmadığı, ülkeyi idare eden erkin görüşlerini yansıttığını ve o
görüşler doğrultusunda belgeler oluşturduğu, belgeler oluşturmakla kalmayıp erk
görüşüne uygun yeni bir tarih yazıcılığına soyunduğunu görebiliriz. Hakim güce
göre kendi konumunu ve duruş noktasını değiştiren bir bürokratik yapımızın
varlığını ne yazık ki ret edemeyiz. Kendisini toplumun üstünde gören, toplumu
yönetilmesi gereken bir ‘sürü’ olduğu, o sürüye akıl verilebileceği ama o
sürüye ait bireylerin itiraz edenlerin cezalandırılabileceği bir düzenleme söz
konusudur. O yüzden bizim gibi ülkelerde fikir hürriyeti her daim tartışma
konusu olmakla kalmamış, aynı zamanda fikrini açıkça açıklayanların
cezalandırıldığı bir devlet anlayışının hakim olduğunu yakın tarihimize bakarak
dahi anlaşılabilinir.
Mahkemeler
aldıkları kararlar ve uygulamaları ile her daim vicdanları rahatlatan uygulama
içinde olmamış, dönemsel ihtiyaçlara göre oluşturulmuş olağan üstü yetkili
mahkemelerin genelde kararları siyasi iradenin ihtiyacına göre yapılmıştır. O
mahkemelerde belgeler karanlık noktalarda üretilmiş ve doğru kabul edilerek
ceza verilmesi gereken kişi ya da kişilere yasaların ilgili maddesi
uygulanmıştır.
Karanlık nokta
konusunu biraz açmakta fayda vardır, çünkü bu karanlık noktalar tam olarak
anlaşılmadan verilen cezaların hangi vicdanlara seslendiği tam olarak
anlaşılmaz. 12 Eylül gibi askeri rejim altında kararlar üstten gelen siyasi
tercihlere uygun olarak ‘olağanüstü koşullar’ altında verilmiştir. Bu
olağanüstü koşullar altında Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı (DAL) ve
benzeri yapılar içinde profesyonel işkencecilerin hazırlamış olduğu ve işkence
altında ki bireye imzalatılan belgeler tartışmasız doğru kabul edilmiş ve bu
belgelere dayandırılarak bir çok insan suçu işlediği veya işlemediği konusu
araştırılmadan yargılanmış ve ceza almalarına sebep olmuştur. Yangından mal
kaçırır gibi, insanlar kısa zamanda yargılanmış, idam sehpaları kurulmuş ve
sırası ile insanlar idam edilmiştir.
Her iktidar
kendi rejimi altında her daim bir olağanüstü koşul olduğunu kabul etmiş ve bu
koşullara uygun mahkemelerin çalışmasına izin vermiştir. Özel yetkili
mahkemelerin ‘süper’ savcıları kolluk güçleri ile sıkı bir işbirliği içinde
dava konusu dosyaları hazırlamış ve mahkemelerde binlerce sayfalık tutanakları
okumuştur. Kolluk güçleri son yıllarda yaşadığımız bir seri davanın sonucuna
nasıl etki ettiğine dair belgeler gün yüzüne çıkmış ve arka arkaya önce doğru
kabul edilenlerin aslında doğru olmadığı ve mahkemeyi yanılttığı iddia edilen
kolluk güçlerinde çalışanların sorgulandığı bir sürece girdik. Belgeler
yaratılmış, suç delileri suç ortamına suç aranırken yerleştirilmiş ve ‘masum’
insanlar cezaevlerinde yıllar boyu yatmış ve de sonunda ‘uzun’ yargılanmaktan
dolayı serbest kalmışlar. Suç mu, o da siyasi iradenin tercihine kalmış şekilde
ileri bir tarihte olup olmadığına karar verilecek şekilde ertelenmiştir. Bir
çok suç delil yetersizliğinden suç olarak cezalandırılmasına gerek görülmeden
üstü örtülmüştür. Gerçek suçlular elbette ceza alacak değildir, çünkü gerçek
suçlular ortamı hazırlayanlardır, tetikçiler sadece sonuçtur!
Kısaca suçu
ortaya çıkaran belge bulmak yerine belge uydurmuşlar, siyasi iradenin ön
yargılarını doğrulamak adına... Bu tarihimiz içinde hep böyle olmuştur, 12
Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, İstiklal Mahkemeleri, DGM'ler vb tüm oluşturulan
mahkemelerin savcıları, hakimleri kanıt bulmak yerine kanıt yaratmışlar ve
hüküm vermişlerdir. Polis, işkence odalarında (DAL), arama yaptıkları yerlerde
kanıt üretmiş ve araştırmaya girmeden var olan suçları genelde masumların
üzerine yayarak olayı çözmüşlerdir, üstelik ödüllendirilmişlerdir. O yüzden o
adını andığım mahkemelerin kararları sonucu bir çok masum insan öldürülmüş,
cezalandırılmış, ‘pardon’ dahi denmemiştir.
Ön yargılar
ile yapılan tüm yargılanmalar, kararlar insanlık tarihi içinde suçtur. Bu suçun
oluşmasını sağlayan siyasi tercihler ve o tercihin yaratmış olduğu güçtür.
Bugün devlet kurumunun kanıt bulma yerine kanıt üretme hakkını savunanların her
birinin elinde geçmişte işlenen suçların izleri vardır...
Elbette bu
kanıt bulma sürecine sadece polisleri, savcıları ve de hakimleri katmak büyük
bir haksızlıktır. Bu süreç karmaşık bir bütündür. İşkence görene sağlam raporu
veren hekim de suçludur, işkence merkezlerine elektrik alt yapısını kuran
tekniker de! Kanıt uydurmak için bilişim sektöründen anlayan ve yazılım işi
yapabilen mühendisler ve onların teknik alt yapısında çalışanlar da... Bir
kanıt yaratma uğruna yüzlerce insan birlikte çalıştı, o işlenen suçta her
birinin parmak izi olmaya devam ediyor...
Suç, kanıt
üretildiğinde kabul edilen bir ceza maddesi oluyor yaşadığımız ülkede, ne yazık
ki ne yazık kii.. Bu da istendiğinde siyasi ve ekonomik çıkara göre suç kavramı
keyfi olabiliyor...
Yazımı başka
bir bakış açısını da ekleyerek bitireyim; yukarıda yazdığım bakış açısı ve
mantık yolunuzu izleyen sadece devlet yapıyor da kendisini devlet yerine koyan
ve devleti değiştirmek isteyenler yapmıyor mu? Aynısını ve belki daha
acımasızını kendisini devlet gibi gören ve içine girmiş olan casusları yok
edeceğim bahanesi ile yüzlerce masum ve kendisini bir ideale adamış bireylerin
kişisel tarihini incelerseniz, aynı sorun ile karşılaşırsınız. Belgeler sözlü
ifadeler ile üretilmiş ve kuşkular ile insanlar yok edilmiştir.
Düşman olarak
görülen kurumlar ile mücadele ve kavga ettiğini iddia edenler, kendi
içişlerinde suç üretiyor ve suça uygun delil üretimi yapıyorsa, mücadele ettiği
mekanizmanın sadece kötü kopyası olmayı aşamazlar.
Bir birine
benzeyen kurumlar birbirlerini yok edemez, sadece birbirini besler...
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.