Biz öldük!
Ankara katliamında biz öldük, öldürüldük. Vahşi bir cinayete
kurban gittik. İslam tarihinin en kanı katliamı olarak geçen Kerbala olayının
başlangıcına denk gelen günlerde vurulduk. Susuz kalmadık, çölde değildik ama
Ortadoğu olan ülkemizin tam göbeğinde havaya uçurulduk, üstelik içimize kadar
giren canlı bombalar sayesinde.
Her şeyin bilindiği ve gözler önünde olan olay sonucunda
yüzden fazla canımız toprak ile buluştu, bir o kadar canımız hastanelerde şifa
bekler konumunda. Bu göz göre göre bir katliamdı, canlı bombaların aramıza
katılıp patlamasına olanak sunan ise hepimizin bildiği ve Suriye savaşının
başlangıcından sonra ilk katliamda (Suruç) rol oynayanlar olduğunu hepimiz
ismimiz gibi biliyoruz.
Cümleleri yuvarlamadan, köşeli vurgular yapmadan somut bir
durum var, öldürüldük! Hepimiz kurbanız ölüm karşısında. İçimizde patlayan
bombaya karşı savunmasız, tedbirsiz ve o kadar bilgisizdik. Kafamızdan aşağıya
doğru giydirilen çuvalın içinde olayların akışına göre tepkiler verir konuma
dönüştürüldük. Anlık tepkiler, anlık duygusal yorumlar, anlık bakışlar ve anlık
taraf konumun da olmamız bizim tercihimiz değil, bizi yönetenlerin,
biçimlendirenlerin oluşturmuş olduğu gündem değişiklikleri arasında algılarımız
ile oynayanların başarısı olarak bizler canlı bombanın olduğu yerde duruyorduk.
Patlayan bombanın gelişim sürecinde değildik, sonuçtuk!
Bomba ayrım yapmadan bizi öldürmüştü.
Ankara’ya gidenler homojen bir topluluk değildi. Her
renkten, her görüşten, her kültürden ve örgütlenmiş cahilliğe karşı tepkili olanların
toplandığı bir etkinlikti. Çağrıcıların kim olduğu pek önemi yoktu, önemli olan
o tepkinin seslendirilmesiydi. Ankara seslendirilme merkezi olması yaşadığımız
çağın ruhuna uygun yerdi. Merkezi hükümetin yaratmış olduğu kaosa ve baskıcı
tutumuna karşı biz de varız ve bizim de haklarımız var denilecekti. Henüz
Ankara ayazının etkisi ortadan kalkmadan, sabahın ilk saatlerinde Ankara Garı
önünde kortejler oluşurken havayı ısıtacak olan bir patlama saat 10:04’de
zamanı durduracaktı. Bazı canlarımız için zaman gerçekten donacak, diğerleri
için ise akmaya devam edecekti. Akan zaman kandı.
Ankara Garı önü kırmızı ve barutun yaratmış olduğu bir
atmosfer ile kaplıyken polis patlamanın olduğu yere gazlar ile müdahale edecek
ve kime neden saldırdığını bilmeden gazlar ile oluşmuş olan barut bulutunun
daha da ağırlaşmasına sebep olacaktı. Canlı bomba kan gölüne döndürdüğü yerde
nefes alacak havayı da atılan bu gazlar yok edecek ve ölümün daha da artmasına
sebep olacaktı.
Ölen bizdik, katili hepimiz biliyoruz, saklamaya gerek yok!
Gözümüzün önünde, duygularımızın şelale olarak gözlerimizden
döküldüğü yerde yaşandı her şey.
Canlı bomba o gün karar vererek gelmiş ve tesadüfen patlayan
bir nesne değildi, planlı, sistemli ve devamlılığı olan bir uygulamanın
noktasıydı. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara ile devam eden ve edecek gibi
olacağı varsayılan bir çizginin noktasıydı.
Katil ve tetiği çeken kim olduğunun artık pek önemi yok,
ölen canlarımızın kanına karışıp toprağa düşmüştü, önemli olan onun oraya
gelmesini sağlayan ve o ortamı yaratanların açığa çıkmasıdır. Kimler canlı
bombayı hazırladığı ve bombayı verdiğinin de pek önemi yok, önemli olan o
koşulların oluşmasını sağlayan emperyalist ve faşist düşüncenin kök salmasına
olanak verenlerin açığa çıkmasıdır ki bu vahşet bir daha yaşanmasın!
Ortadoğu’nun kaderi olmaktan çıksın. Çıkar çatışmalarının ortasında bizler
öldük, öldürüldük.
Homojen bir şekilde öldük, heterojen yapımızın durumuna
bakmadan. O meydanda hepimiz vardık, hepimiz örgütlenmiş cahilliğe karşı
sesimizi çıkarıyorduk. Ölen biziz!
Ankara katliamında biz öldük, ama örgütsel çıkarları önüne
alanlar heterojen yapımızın yapısal sorunu belki de ölülerimizi kategorize etmeye
başladı ve ölenlerde ve "bizden" diyerek ayrı bir şekilde anma yapmakta
ve cenaze törenlerinde sanki diğer canlar yokmuş gibi bizim canımız daha çok
acıyor gibi davranışlar sergilemekteler. Her parçalanma ve ayrışma aslında
örgütlenmiş cahilliğe verilen üstü örtülü bir destektir.
Bunu yapanlar bilmelidir ki, savaştığın sınıfın
propagandasına dolaylı olarak destek olmaktadır, savaşmıyor savaşıyor gibi yapanların
gölge oyunundan başka bir şey değildir. Ölümden propaganda aracı yapmak ne
yazık ki geçmişin bize bıraktığı kötü bir mirastır. Mağdur olana gösterilen hoş
görünün kötüye kullanımından başka bir şey olarak görmemekteyim.
‘En iyi biz öldük’ der gibi parti ve kurum ismi ile yapılan
bu ayrımcılık ölenlerin anısına bana göre saygısızlıktır...
Ölülerine saygı duymayanlar, kendilerine saygı duymaları ve
etik denen kavramdan uzak olması tesadüfi değildir. Her koşul ve ortamda kendi
çıkarı için her şeyi propaganda aracı görenlerin ne yazık ki devrim gibi
hedefleri olduğunu düşünmüyorum. Küçük çıkarları her şeyin üstünde tutanlar bu
ülkede yaşayan halkların arkasından bıçak sapladıklarını düşünüyorum...
Ankara’da, Suruç’ta, Reyhanlı’da, Diyarbakır’da ölen biziz!
Ölüm ayrım gözetmeden bize karşı gelmiş ve katillerimiz
bütün katliamlarda ortaktır...
Aynı silah ile ölürken nasıl olur da sen ben ayrımı ya da
öteki ayrımı yapabiliriz?
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.