Galata Gazete


18 Ekim 2015 Pazar

Biz öldük!

Biz öldük!

Ankara katliamında biz öldük, öldürüldük. Vahşi bir cinayete kurban gittik. İslam tarihinin en kanı katliamı olarak geçen Kerbala olayının başlangıcına denk gelen günlerde vurulduk. Susuz kalmadık, çölde değildik ama Ortadoğu olan ülkemizin tam göbeğinde havaya uçurulduk, üstelik içimize kadar giren canlı bombalar sayesinde.

Her şeyin bilindiği ve gözler önünde olan olay sonucunda yüzden fazla canımız toprak ile buluştu, bir o kadar canımız hastanelerde şifa bekler konumunda. Bu göz göre göre bir katliamdı, canlı bombaların aramıza katılıp patlamasına olanak sunan ise hepimizin bildiği ve Suriye savaşının başlangıcından sonra ilk katliamda (Suruç) rol oynayanlar olduğunu hepimiz ismimiz gibi biliyoruz.

Cümleleri yuvarlamadan, köşeli vurgular yapmadan somut bir durum var, öldürüldük! Hepimiz kurbanız ölüm karşısında. İçimizde patlayan bombaya karşı savunmasız, tedbirsiz ve o kadar bilgisizdik. Kafamızdan aşağıya doğru giydirilen çuvalın içinde olayların akışına göre tepkiler verir konuma dönüştürüldük. Anlık tepkiler, anlık duygusal yorumlar, anlık bakışlar ve anlık taraf konumun da olmamız bizim tercihimiz değil, bizi yönetenlerin, biçimlendirenlerin oluşturmuş olduğu gündem değişiklikleri arasında algılarımız ile oynayanların başarısı olarak bizler canlı bombanın olduğu yerde duruyorduk. Patlayan bombanın gelişim sürecinde değildik, sonuçtuk!

Bomba ayrım yapmadan bizi öldürmüştü.

Ankara’ya gidenler homojen bir topluluk değildi. Her renkten, her görüşten, her kültürden ve örgütlenmiş cahilliğe karşı tepkili olanların toplandığı bir etkinlikti. Çağrıcıların kim olduğu pek önemi yoktu, önemli olan o tepkinin seslendirilmesiydi. Ankara seslendirilme merkezi olması yaşadığımız çağın ruhuna uygun yerdi. Merkezi hükümetin yaratmış olduğu kaosa ve baskıcı tutumuna karşı biz de varız ve bizim de haklarımız var denilecekti. Henüz Ankara ayazının etkisi ortadan kalkmadan, sabahın ilk saatlerinde Ankara Garı önünde kortejler oluşurken havayı ısıtacak olan bir patlama saat 10:04’de zamanı durduracaktı. Bazı canlarımız için zaman gerçekten donacak, diğerleri için ise akmaya devam edecekti. Akan zaman kandı.

Ankara Garı önü kırmızı ve barutun yaratmış olduğu bir atmosfer ile kaplıyken polis patlamanın olduğu yere gazlar ile müdahale edecek ve kime neden saldırdığını bilmeden gazlar ile oluşmuş olan barut bulutunun daha da ağırlaşmasına sebep olacaktı. Canlı bomba kan gölüne döndürdüğü yerde nefes alacak havayı da atılan bu gazlar yok edecek ve ölümün daha da artmasına sebep olacaktı.

Ölen bizdik, katili hepimiz biliyoruz, saklamaya gerek yok!

Gözümüzün önünde, duygularımızın şelale olarak gözlerimizden döküldüğü yerde yaşandı her şey.

Canlı bomba o gün karar vererek gelmiş ve tesadüfen patlayan bir nesne değildi, planlı, sistemli ve devamlılığı olan bir uygulamanın noktasıydı. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara ile devam eden ve edecek gibi olacağı varsayılan bir çizginin noktasıydı.

Katil ve tetiği çeken kim olduğunun artık pek önemi yok, ölen canlarımızın kanına karışıp toprağa düşmüştü, önemli olan onun oraya gelmesini sağlayan ve o ortamı yaratanların açığa çıkmasıdır. Kimler canlı bombayı hazırladığı ve bombayı verdiğinin de pek önemi yok, önemli olan o koşulların oluşmasını sağlayan emperyalist ve faşist düşüncenin kök salmasına olanak verenlerin açığa çıkmasıdır ki bu vahşet bir daha yaşanmasın! Ortadoğu’nun kaderi olmaktan çıksın. Çıkar çatışmalarının ortasında bizler öldük, öldürüldük.

Homojen bir şekilde öldük, heterojen yapımızın durumuna bakmadan. O meydanda hepimiz vardık, hepimiz örgütlenmiş cahilliğe karşı sesimizi çıkarıyorduk. Ölen biziz!

Ankara katliamında biz öldük, ama örgütsel çıkarları önüne alanlar heterojen yapımızın yapısal sorunu belki de ölülerimizi kategorize etmeye başladı ve ölenlerde ve "bizden" diyerek ayrı bir şekilde anma yapmakta ve cenaze törenlerinde sanki diğer canlar yokmuş gibi bizim canımız daha çok acıyor gibi davranışlar sergilemekteler. Her parçalanma ve ayrışma aslında örgütlenmiş cahilliğe verilen üstü örtülü bir destektir.

Bunu yapanlar bilmelidir ki, savaştığın sınıfın propagandasına dolaylı olarak destek olmaktadır, savaşmıyor savaşıyor gibi yapanların gölge oyunundan başka bir şey değildir. Ölümden propaganda aracı yapmak ne yazık ki geçmişin bize bıraktığı kötü bir mirastır. Mağdur olana gösterilen hoş görünün kötüye kullanımından başka bir şey olarak görmemekteyim.

‘En iyi biz öldük’ der gibi parti ve kurum ismi ile yapılan bu ayrımcılık ölenlerin anısına bana göre saygısızlıktır...

Ölülerine saygı duymayanlar, kendilerine saygı duymaları ve etik denen kavramdan uzak olması tesadüfi değildir. Her koşul ve ortamda kendi çıkarı için her şeyi propaganda aracı görenlerin ne yazık ki devrim gibi hedefleri olduğunu düşünmüyorum. Küçük çıkarları her şeyin üstünde tutanlar bu ülkede yaşayan halkların arkasından bıçak sapladıklarını düşünüyorum...

Ankara’da, Suruç’ta, Reyhanlı’da, Diyarbakır’da ölen biziz!

Ölüm ayrım gözetmeden bize karşı gelmiş ve katillerimiz bütün katliamlarda ortaktır...

Aynı silah ile ölürken nasıl olur da sen ben ayrımı ya da öteki ayrımı yapabiliriz?


İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.