Profesyonel!
2009 yılında
devlet tiyatroları sahnesinde seyircisini selamlayarak başlayan Duşan
Kovaçevic’in yazdığı oyun bugün dahi salonu doldurarak seyircisini selamlamaya
devam ediyor.
Peki, bu oyun
neden uzun zamandır sahnelerde ve oyuncular her oyunda aynı performansı
gösteriyor? Ben 6. sezonda gidip oyunu izleme şansına sahip oldum, oyuna
girerken bu kadar ilgi gören bir oyunun neden ilgi gördüğü konusunda kafamda
sorular ve kendimce bulduğum cevaplar içinde girdim. Çünkü oyun hakkında daha
önce okuduğum (ki ben hiçbir oyuna önceden hazırlanarak gitmem, bağımsız bir
göz ile oyunu izler, sahne düzeni içinde oyuncular ile seyircinin tepkisini
gözlemler ve sonra eğitimin bana vermiş olduğu ön yargılar içinde oyunu
irdelerim. ) bir çok makalede ‘harika’, ‘mükemmel’, ‘mutlaka izlenmeli’
cümleleri okumuştum. Bu kadar övgü alan ve oyuncuları ödül almış bir oyunu
yıllar sonra ‘artık artık yeter, başka oyun oynamak istiyorum!’ ruh hali
oturmuşken izleyeyim dedim! Ama beklentimin dışında sanki ilk oyun oynar gibi
heyecanlı, hareketli, eğlenceli, zaman zaman hüzünlendiren, kahkahanın eksik
olmadığı bir oyun ile karşılaştım. Ön yargılar ile gidilen her yol mutlaka sizi
şaşırtan, ön yargıları kıran bir şeyler ile karşılaşırsınız, ki ben oyunun ilk
ışığı açılırken duygusal olarak o beklentileri ortadan kaldırdım ve hiçbir şey
okumamış, duymamış gibi kendimi oyunun havasına bıraktım. Bu benim bir
tercihim, çünkü hangi oyuna gidersem gideyim oyunun bana vermek istediği hava
içinde eğlenmek, hüzünlenmek ve anı yaşamak istiyorum, dışarıda başka hayat
akarken birkaç saatimizi belki dakikalarımızı kendimiz için kullanma
hürriyetini kullanalım! Bir küçük ya da büyük salonda orada yaşayanların ve
sahnede olanların oluşturmuş olduğu dünyada dakikalar içinde yaşamak bile insanı
yaşadığı coğrafyadan, siyasi gerginliklerden ve birikmiş öfkeden uzaklaştırıp
başka bir duruş noktasına çekip, bir de buradan bak diyen bir mesajı bilin
altına, üstüne atıyoruz / alıyoruz.
Oyunun
konusuna gelmeden sahne, ses, ışık ve benzeri teknik konulara kısaca değineyim,
çünkü oyunu bütün yapan bu teknik alt yapıdır. Alt yapı kötü olursa oyuncunun
sahnede yeteneğini ortaya koyması sanıldığı kadar kolay değildir. Elbette bazı
oyuncular en kötü dekor önünde de devleşip, sahnedeki bütün olumsuzlukların
üstünü örtebilir ama bu genelde tek kişilik oyunlar için geçerlidir diye
düşünüyorum. Sahne; iki masa, bir üç kişilik deri koltuk bir kitaplık, ki oyun
içinde sadece görüntü olarak yerini almıştır, işlevi görselliktir. Bir mini
bar. Karşı oteli gören bir pencere. Daktilo, kağıtlar, kitaplar… Seyirciye göre
sola açılan bir kapı. Büro olarak tasarlanmış. Oyun ile hiçbir bilgisi olmayan
için sahne ilk sözünü söyler. Burası bir dergi ya da yayınevi editör odasıdır.
Işık oyunun girişinde daktilo sesi ile birlikte açılır, Teodor Teya Kray
olduğunu öğreneceğimiz bir kişi daktilo ile bir şeyler yazmaktadır. Yan odada
eski halk türküleri çalmaktadır. Daha doğrusu Sırp yerel türküleri ve
kulağımızın aşina olduğu Roman türküleri… Köylülerin türküleri olduğunu oyun içinde
Teodor (Teya) seslendirecek. Çünkü geldiğin yeri unutma, burada sen buraya ait
değilsin, döneceksin mesajı verilmek istendiği vurgusu özellikle oyunda
belirtilecektir. Teya yayınevine editör olarak atanmış ve yüzellisekiz kişiden
sorumludur. Batmakta olan bir yayınevin de önemli bir görevdedir, oranın düze
çıkması için canla başla çalışmaktadır… Müzik seyirciyi rahatsız etmeden arka
fonda izleyiciye mesajını vermeye devam eder. Zaman zaman oyunun akışına göre
kulağımıza gelen ses, oyun içinde akışa uygun olarak hepten ortadan
kalkmaktadır.
Teya 40. yaş
gününü kutlayacaktır. Sekreteri olan Marta ile çıkıp o günü birlikte kutlayacak
ve eğleneceklerdir. Ama olaylar öyle bir şekilde akar ki beklenti ve istemlerin
hepsi oyunun havası içinde buharlaşacak ve birer beklenti olarak kalmasına
sebep olacaktır. Oyunun konusu anlatırken bu noktaya değineceğim. Marta aynı
zamanda onun eli kolu gibidir, zor anlarında sığınacağı bir liman işlevi görür,
rahatsız olduklarını kendisinden uzakta tutan küçük sırlarını paylaştığı bir
roldedir. Marta kocası ölmüştür. Çocuğu vardır. Teya eşi ile ilişkisi bilinmez
ama ayrılmıştır ve emniyette çalışan biri ile evlidir. Eski eşinden bir çocuğu
vardır.
Luka Laban, 30
yıl devlete polis ve ajan olarak görev yapmış, iki sene önce emekli olmuş ve
şimdi taksi şoförü olarak hayatını kazanmaya çalışan eski rejimin sadık adamı.
Olayları tecrübesine ve devlet bilgisine göre yorumlayan ve somut çıkarımları
olan biri konumundadır. Bir oğlu vardır ve rejim karşıtı olduğu için yurt
dışında yayıncılık yapmaktadır.
Didaskalik
(Fransızcada “talimat” anlamında didascalıe sözcüğü için eleştirmenler birçok
terimde olduğu gibi farklı karşılıkları tercih etmektedirler: didascalie,
didaskalik metinler, sahne açıklamaları, sahne bilgileri, sahne yönlendirmeleri
veya ayraç içleri, yan metin gibi.) oyun içinde kullanılarak seyirciyi oyuna
yabancılaştırarak bir anlamda oyunda verilmek istenen mesaja dışarıdan bakmak
için olanak sunan nefes alma konumunda kullanılmış. Oyunun temposu içinde
aslında yazar bakın bunun altını çiziyorum, buraya bakın der ama her alt
çizgisi ya da parantez içinde ki kelimeler mesaj vermez, seyirciyi hazırlar, o
hazırlık içinde seyirci gelmekte olan mesaja doğru algısını açmakta kullanılır.
Rejim eleştirisi aynı zamanda yaşanan çağın eleştirisidir. Değişim, değişim
sonrası yaşadığımız anın kara mizah yöntem ile eleştirisini yaparken eğlenceli
boyutunu öne çıkararak bir anlamda yaşadığımız trajediye parmak basmaktadır.
Oyunun konusu
aslında yaşadığımız çağın bir sahneye uyarlanmış komik ama trajediyi içine iyi
harmanlanmış halidir. Emekli bir polis, yayınevinin yöneticisi ile randevusuz
görüşmeye gelmiştir. Annesinin hitabesini kullanarak Teya ile görüşmeyi
başarır. Elinde iki çanta vardır, biri çok büyük, diğeri ise kitaplar içine
sığacak şekilde olan bir çantadır. Önceleri kim olduğunu araştırır Teya, her
davranışı önceden yan metin olarak okur. Sonuçta ne asker arkadaşıdır ne de
çocukluk arkadaşı ama hayatının en ayrıntılı şeylerini bilmektedir. Luka, kendisini polis olduğunu ve
onsekiz yıl boyunca izlediğini belirtir. Devlet adına devlet düşmanını izler. O
dönemlerde yazarlar lokaline takılan şair ve öykü yazarı bir genci takip
etmektedir. İdealist, özgürlük isteyen ve var olan rejim ile barışmayan
biridir. Her sözünü kayıt altına alır polis. O artık özel ilgi alanındadır.
Polis teşkilatı bireyleri tek tek o dönemin olanakları içinde izlemekte ve
izlediği kişinin karşısına değişik mesleklerde çıkmaktadır. Çevresini iyi
gözlemlemeyen biri bu kimlik değiştiren kişiyi fark etmez. Yakın takiptedir ve
konuşulanları kayıt altına alabilecek kadar da yan yanadır… Rejim kendisini
korumak adına bireyleri izlemekte ve raporlaştırmaktadır yani fişlemek.
Fişlenen dosyanın kabarık olduğunu oyun içinde cilt cilt çıkan kitap şeklinde
hazırlanmış dosyalar ile öğreniyoruz.
Luka, polis
teşkilatının kendisine verdiği görevi devletin çıkarı yönünden yerine
getirirken, bir süre sonra kurbanından etkilenmeye ve bu etkinin sonucunda
oğlunun teşviki ile fişleri birer edebi dile döndürmeye başlamış. Yıllar içinde
biriktirdiği fişler (raporlar) birer öyküye dönüşmüştür. Konulara göre ayıran
Luka yıllar sonra ameliyat öncesi kendi gerçekliği ile yüzleşmek adına kurbanı
ile yüzleşme ve onun da olurunu alarak son yolculuğuna çıkmak istemektedir.
Oyun bir polis
ve kurbanın yüzleşmesi olarak kurgulanmış ama kim kurban, kim avcı olduğu
konusu iç içe geçmiştir. Devlet mekanizmasının rejimin adı ne olursa olsun aynı
işlediği ve yeni geleninde aynı şekilde devam ettiği bilgisi vardır. Hangi
rejim ismi ne olursa olsun devlet denen mekanizmasının olduğu yerde kurban,
avcı ve de bu işi düzenleyen bir teşkilatın olduğu ve olacağı vurgusu oyunun
tüm sahnelerine işlenmiştir. Olay her ne kadar Belgrad’ta geçiyor olsa da, Tito
rejiminden bugüne doğru yönelmiş olsa da aslında adlarını değiştirin her ülkeye
ve her rejime uyarlayabilirsiniz.
Bugün
ülkemizde kendisini halktın tek temsilcisi gören birini koruyan yasal
düzenlemelerin olduğu ve onu eleştirmenin aslında terör örgütü saldırı olarak
algılandığı ve cezai yaptırımlar olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalırız. En
ufak bir eleştiri bile ceza almayı ve sorgulanmayı ve savcı ve hakimlerin
inisiyatifi dışında düzenlenen maddeler ile zorunlu ceza veren kuruma dönüştüğü
gerçeği ile karşılaşırız.
Teya, şairdir.
Eski düzenden yeni düzene geçişte kendisine bir yayınevinde şef redaktör olma
görevi verilmiş, yayınevinden çıkacak kitapların yayınlanıp yayınlanması
konusunda tek karar vericidir. O oraya tırnakları ve mücadeleleri ile geldiğini
düşünmektedir ama Luka bu gerçek olmadığını seçilerek ve rejimin ihtiyacına
cevap verdiği için o göreve getirildiği gerçeğini haykırır. Ve oğlu sürgündedir
ve oğluna gönderdiği mesaj adresini devletten sakla, sağlığına bak demektir. O
da eski rejimin savunucudur ve yeni rejim ile çatışmalı özgürlük istemektedir.
Tıpkı yıllar önce Teya istediği gibi. Rejim değişmiş, muhalefette özneler
değişmiş ama tema (konu) aynıdır.
Profesyonel
iki insan, yani maaş ile çalışan emeğini para karşılığında değerlendiren iki
profesyonel insanın anına, geçmişine ve geleceğe bıraktığı mesaj dolu ve her
konuşmanın kayıt edildiği ve o kayıttan iyi bir tiyatro eseri çıkacağı
gerçeğini oyunun sonunda daktilonun başına oturup kayıt makinesinden gelen
sesleri çözümlerken ile karşılaşırız. İzlediğimiz oyun (eser) aslında
yaşanırken yazılandır, izlenirken tekrar yazılandır…
Oyunculuklara
gelirsek, Bülent Emin Yarar, oyunun karakteri olan polis Luka Laban içine girmiş gibidir. Onun
küfürleri ağzın içinde mırıldanması, mimikleri, özgüveni, düştüğü hayal
kırıklığı ve kayıt altına alırken duyduğu heyecanı ve öfkesini muhteşem şekilde
canlandırmış, bir anlamda seyirciye bakın ben bunu oynuyorum ama yaşatıyorum
derken oyun sahnesine seyircisi davet etmektedir. O küçük büro bir salon
olmuştur, kullandığı mimiklere seyirci katkı sunmakla kalmıyor destek dahi
veriyor.
Yetkin
Dikinciler canlandırdığı rol Teodor Teya Kray. Bir şair, öykü yazarı. İki
kitabı çıkmış ve öğrenci gençlik içinde yıllar önce aktif olmuş, daha sonra
aydınlar arasında yerini korumuş bir lider konumunda kişidir. Ailesinden uzakta
ülkenin metropolu dediğimiz Belgrad’ta yaşamaktadır. Eski rejim altında sürekli
ev değiştirmek zorunda kalmış, o rejim içinde devletten uzakta ve genelde maddi
sorunlar içinde yaşamıştır. Yeni rejim içinde bir yayınevinde editördür.
Ailesinden uzakta ve baba sevgisine kavuşamamış, annesine bağlı ve onun
hastalığı sırasında yanında olamamanın getirmiş olduğu bir kırgınlık içindedir,
şimdi de oğlundan uzaktadır ve özlem ile resmine sarılmıştır. Duygusaldır. Oyun
içinde didaskalik metni seslendirmiş ve oyunun içine seyirciyi davet ederken
aslında seyircisiniz demektedir. Seyirci ile zaman zaman kurulan iletişim ve
sponten gelişen sohbetlerde muhteşem bir performans sergilemektedir. Şair,
yazar ve de editör olan Teya rolünü olması gerektiği gibi yerine getirirken
sanırım bir de Yarar gibi ödül sahibi de olmuş.
Usta
oyuncuların oyunculuklarına bir şey denilemez, sadece övülür. İki büyük ustayı
sahnede yan yana görmek ayrıcalıktır, her iki oyuncuyu büyüten aslında
karşılıklı dayanışma ve oyunun gerçek rolünü iyi benimsemiş olmalarıdır. Fakat
arkada iki ayrı rol daha vardır ki, işte bu iki rol aslında sahnede olan iki
karaktere daha fazla anlam ve ayrıntılarını çıkmasına olanak vermektedir. Marta
her ne kadar çok pasif gibi duruyor olsa da özellikle Teya rolüne dışarından
sunduğu destek ve yardım etmesi hem oyuncuyu rahatlatmakta hem de akıcı ve
hızla devam eden sahneler arasında seyirciye konular arasında geçişte nefes
almasına olanak sunmaktadır. Bu karakteri Gülen Çehreli hayat vermiş ve hak
ettiği alkışı final sahnesinden sonra selamlama anında almıştır.
Oyunun içinde
tek bir sahnede sahneye gelen ve en pasif rol olan kaçık olarak adlandırılmış
ama kitap bastırmak için tüm enerjisini veren ve hatta kavga etmekten
kaçınmayan bir yazar adayı daha vardır. Süre kısıtlıdır ama bu kısıtlı zaman
içinde dışarından gelen sesin sahnede hayat bulmasıdır aslında. Cenap Oğuz
canlandırmış ama benim izlediğim oyun içinde (diğer zamanlarda ki performansını
bilemiyorum) o kaçık rolüne belki de sürenin çok az olmasından kaynaklanan tam
kendisini vermediğini düşündüm. Sanki oraya kolajlanmış gibidir. Biraz aykırı
durmakta, sahnede olup olmaması gerektiği konusu bile düşünülecek kadar zamanı
kısadır..
Bütün bunların
bilgisi dahilinde oyunu, sahne düzenlenmesini ve sahneyi kullanma açısından
başarılı buldum. Işık ve ses konusunda belki Küçük Sahne’nin (Beyoğlu) getirmiş
olduğu düşük tavandan kaynaklanan birkaç rahatsız etmeyen sorun olmayan şeyler
gördüm ama ellerine ve de yüreklerine sağlık. Tüm emekçiler, kostümünden, sahne
düzenlenmesine yer alanlara kadar hepsinin ortak emeği olarak hayat bulmuş.
Oyunun yönetmeni oyuna hayat vermiş ve başka projeler peşinde, onun getirmiş
olduğu bu birliktelik uzun süre sahnelerde kalmasını dilerim..
Oyunun
çevirisi işin püf noktası, tiyatrodan anlayan, Türkçeyi iyi kullananlar
tarafından dilimize aktarılan bu oyun artık bizdendir, sadece oyucuların
isimleri yabancıdır bize!
İyi ki gidip
izledim, iyi ki yazdım. Fırsatı olanlar izlesin derim… hayattan bir çok şeyi
kaçırdık ama en azından sahnelerde yaşananın bir bölümünü kaçırmayın..
İsmail Cem
Özkan
15.10.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.