Eğer bu bir film
olsaydı
Bosna Hersek devleti henüz kurulmadan önce eski Yugoslavya
savaş bulutlarının altındadır. Henüz komşu komşuyu, tırnak etten ayrılmadığı
zaman diliminde bir tren istasyonu şefinin evine bakmaktayız. Tren şefi İbrahim
artık trenler işlemediği için artık evindedir. Fotoğraf çekme hobisine ağırlık
vermiştir. Film banyosu için karanlık odayı salonda oluşturmuş, kırmızı ışık
altında çektiği fotoğrafları tab ederken sahnenin üzerinde bir hareketlilik
başlar. Anne Esma odanın bir köşesindedir, dikiş dikmektedir.
Dikenli tel; savaşı, ayrılığı ve parçalanmayı sembolize
etmektedir. Sahnenin arka zeminden siyah örtünün önündedir. Evin büyük oğlu
Alaaddin bölümler arasında kronolojik olarak dünyada olan olayları verirken
küçük bir ışık süzmesi ile aydınlanmakta ve mikrofon ile salona dijital bir ses
efekti şeklinde seslenmektedir. Bir radyoda okunan metin gibidir. Dünya savaşa
rağmen kendi gündemi içinde yaşamakta ve Saraybosna’da olanlara sanki duyarsız
gibidir algısı verilmektedir. Acıyı yaşayan acının farkındadır ve yaşar,
diğerleri gözlemcidir.
Sırplar ve Boşnaklar aynı binada komşudurlar, iç içedirler
hatta bir birlerine o kadar içli dışıdırlar ki evlerini terk derken bile evin
anahtarını ve babasından kalan incili verecek kadar güven duymaktadır.
Komşuları Sırp Duşan veda için gelmiştir ama bu ayrılığı hemen söyleyemez. Her
zaman yaptıkları gibi önce kısa sohbet ve satranç oyunu, evde yapılış rakiki.
İbrahim ve Duşan satranç oyunu uzun zamandır oynamaktalar ve oyuna kaldıkları
yerden devam ederler. Duşan sıkıntılıdır ve sıkıntısını dillendirir. Son bir
kere gelmektedir, artık ülkenin Sırp bölgesine akrabalarının yanına
gideceklerdir. Bütün birikimlerini geride bırakıp gideceklerdir. Ülke artık
parçalanmakta, derinden gelen sesler ne olacağını artık bağırmaktadır. Savaş,
et ile tırnağı bir birinden ayıracaktır. Kendilerinin dışında gelişen olaylar
onları ayıracak, anıların üzerine bombalardan çıkacak küller kaplayacaktır.
Yıllardır birlikte yaşayan ve aynı ideallere inanalar farklı
inançtan da olsalar mutluyken, birden trajedinin ve dramın ortasında
bulmuşlardır kendilerini. Gelmekte olan ayrılıktır. Karanlığın zifiri karanlığa
döndürdüğü dönemlerde düşman kim, müttefik kim belli değildir. Çıkarlar ve
savaşı yürütenlerin belirlediği düşmanlar akrabanızdan da yakın olan komşunuz
birden düşmanınız ve bir birini boğazlayan iki taraftan biri oluverirsiniz.
Savaş herkes arasındadır.
“Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da
uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız” Gandhi’nin bu
sözünü söyler teyze İndira, sözüm başına ise uyuyan meleği uyandırırsınız,
uyanır ama diyerek cümleye girer. Tarih bu sözü Saraybosna’da doğrular.
Gelmekte olana karşı kimse bir şey yapmamış, sadece izlemek ile yetinmiş,
evlerinin penceresinden gelişmekte olanı anlamaya çalışmışlardır.
Savaş, Saraybosna’dadır. Sokaklar artık tekin değildir.
Milisler, askerler, kurşun ve bomba sesleri şehri kuşatmıştır. Şehir yıkılmakta
Ziriç ailesi bunu kendi odalarından kaygı ile izlemek ile yetinmek ister ama artık
savaş evin küçük oğlunu da askerlik nedeni ile elinden alacaktır. İrfan askere
yazılır. Bunun anlamını hepsi bilmektedir. Ölüm! Anne Esma bu duruma isyan
eder, fakat isyanı bu gerçekliği ortadan kaldırmaz.
Evlerinde geçici olarak kaldığı vurgusu yapılan teyze ise
Hindistan’a gitmek istemektedir ama havalimanı kapalıdır. Havalimanını arar,
havalimanından dışarı ile bağlantı kuramayan Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç
bunu fırsata döndürmek ister ve gözaltında olduğunu cumhurbaşkanlığına
bildirmesini ister. Ama teyze bu konuda bir şey yapamaz, çünkü bilgi vermesi
gereken yerin bilgileri kendisinde yoktur.
Şehir, Müslüman tarafı Boşnak milisler tarafından kontrol
edilmeye başlamıştır. Yeni kurulan askeri birlikler evlerde Sırp avındadır. Tek
tek daireleri kontrol etmektedir. Ziriç ailesinin evini de genç bir milis
kontrol etmeye gelir. Masanın üstünde yer alan büyük oğullarının askerlik
yaptığı yerden hatıra olarak aldıkları bir ikona gözü takılır. Onu sorgular.
Henüz teknoloji ile araları yoktur, öte yandan faks makinesini kullanabilen
birini aramaktadır. Güçlü olan erkekleri ise siper kazmaları için de
aramaktadır. Asker, nefret yüklüdür, savaşın yaratmış olduğu ortamdan
etkilenmiştir. Ölüm ve kan onu düzgün düşünmesini ve normal davranmasını
engellemektedir. O görevini acele ile yapmakta ve ortamın gerginliğini sürekli
gerekerek çevresine de yansıtmaktadır. Savaş karşındaki ne diyor diye dinlemeyi
ortadan kaldırır, duymak istediğini duymak ister…
İrfan askeri kıyafet içinde sahnededir. Elinde yakacak
birkaç odun parçası ile gelir. Çünkü şehir artık enerji sorunu yaşamakta ve
depolarda birikmiş olan yakacak da bitmiştir. Savaş var olanı çabuk tüketir.
İrfan, babasının yanında oturmaktadır. Bu sırada babası
maket tren oyuncağını salonda halının üzerinde kurmaktadır, kısaca
oyalanmaktadır. Hareketleri yavaşlamıştır. İrfan babasına “Hak ettiğimizi
yaşayacağız, hak ettiğimizi yaşıyoruz.” derken, babası hak ettiğimiz bu mu
diyerek acı acı bakmaktadır. Kendilerinin dışında yaşanan bir savaşın içinde
artık hepsi kurbandır. Savaşta her daim kötünün kötüsü de vardır ve zaman o
kötünün kötüsünü ortaya çıkarmaktadır. Uçaklar şehri bombalar, sığınaklar
kurtuluş yerleridir. Savaş, kış mevsiminde daha ağır ve can alıcıdır.
“Hayatta tek bir kural vardır: Doğarsan ölürsün!”
Doğum ve ölüm tarihleri arasında yer alan çizgi yaşamdır. Bu
çizgi bazıları için trajedi, dramı içinde barındırırken, başkaları için ise bir
spor karşılaşmasında madalyondur. Bir yerde savaş, öte yandan lüks yaşamın
medyaya yansıması… “hayatta kalan altın kaşıkla yemeğini yiyecek.” Eğer
kalabilirse ve uygun bir yerde bulunabilirse, çoğu savaş sonrası sadece
kaybettiklerinin anısı ve acısı içinde yaşayacaktır.
İrfan savaşın etkisi ile daha fazla İslam geleneğine doğru
yönelmekte ve daha fazla radikalleşirken, geçmiş ile yaşadığı anın çelişkisini
yaşamaktadır.
“Allah’a inanıyor, ama insanlara değil…”
Metallica müzik çalan İrfan, bu saflaşma ile kafası daha da
karışmıştır. “Metallica ile Mekke arasında kafası gidip geliyordu.” Bugün dahi
birçok ülkede İslam adına cihad için savaşanlar bu savaşın sonunda başka
ülkelere savaşmaya gidecektir. Savaş, ölüm kendi kafalarında barış için ölmeyi
ve öldürmeyi meşru kılıyordu. Barış kelimesi duruşa göre değişmektedir, her
barış aynı şeyi anlatmamaktadır. Kendi hükümdarlığını ilan eden barış geldiğini
iddia edebilmektedir.
Sonunda evlerinde olmuşlardır. Sokaklarda birkaç kırpıntı
ile karınlarını doyurmaktadır. Soğuk içlerine işlerken savaş sonunda ülke
parçalanmış, var olan tüm birikimleri yok olmuştur. Saklayacakları be
geçmişleri kalmıştır ne de gelecekleri..
Hayat kendi dediğini söylemiştir. Bu eğer bir kurgu olsaydı
sizler nasıl bir öykü yazardınız?
Oyunun teknik bölümüne gelince uzatmadan kısaca yazayım,
ışık çok başarılı gördüm. Işık ve müzik öykünün ruhuna can vermiş, konun
ağırlığı karşısında oyuna ilgiyi ayakta tutuyor. Oyuncular kendilerine verilen
görevi en iyi şekilde yerine getirirken, askeri canlandıran Berk Sezenler’in
biraz daha pişmesi gerektiğini düşündüm. Dekor, oyunun içeriğine uygun,
akıllıca kullanılmış tel. Alaaddin dünyada gelişmeleri anlattığı ve bölümler
arasında olayı daha özümsememizi sağlayan karanlığın içinden konuşması ve son
sahnede tekerlekli sandalye ile gelip sandalyeyi sahnede bırakması güzel
düşünülmüş. Sahne dekorları oyunun akışına uygun şekilde boşaltılması akıllıca
bir yöntem olmuş. Dekorda video kullanılması ayrıca oyuna canlılık kazandırmış.
Oyunda emeği geçen her bir emekçi alanında başarılı olduğunu
Bilge Emin yönetiminde uyumlu çalıştığını oyun sonunda alkışlar ile kendisini
zaten göstermiştir. Ben de bu yazımda tekrar alkışlıyorum. Savaşsız bir gelecek
arzuluyorum ama ne yazık ki bir zamanlar eski Yugoslavya üzerine binen kara
bulutlar bizim bu tarafa da geldi. Umarım bizim yazarlarımız buna benzer
oyunlar yazmaz ileride…
İsmail Cem Özkan
Eğer Bu Bir Film Olsaydı
Yazar: Almir İmsireviç
Çevirmen: Bilge Emin
Yönetmen: Bilge Emin
Dekor Tasarımı: Nurettin Özkönü
Giysi Tasarımı: Nalan Alaylı
Işık Tasarımı: Serhat Akın
Müzik: Çağrı Beklen
Yönetmen Yardımcısı: Eylem Yıldız
Yönetmen Asistanı: Serap Yılmaz
Oyuncular: Burak Şentürk, Mine Tüfekçioğlu, Burak Altay,
Gönen Aykaç, Barış Bağcı, Berk Sezenler, Emre Yeşilöz
Sahne Amiri: Mahsuni Yılmaz
Kondüvit: Merve Akgül
Işık Kumanda: Rüştü Karabayram
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.