Dönüşü olmayan!
İnsan yaşamında dönüşü olmayan bir çok olay yaşar, bir çoğu
kötü bazıları ise iyidir. Kötü olanlar ömür boyu bir travma etkisi ile bizimle
birlikte yaşar. Çocukluğumuz bizim fark etmediğimiz geleceğimizdir. Her ne
kadar güvenli bir ortamda yaşadığımızı sanmış olsak da aslında saldırılara en
açık olduğumuz dönemlerdir. Ailelerimiz, çevremiz bizim için yarattıkları
duvarlar aynı zamanda bizim geleceğimiz etkileyen travma nedenlerimizdir.
Özgürlüğümüz sadece ciğere giden ilk hava ile çıkardığımız sestir, diğerleri
esaretimizin başlangıcı belki de ilk adımlardır.
İnsan eğitildikçe ehlileştirilir, çevresine uyum sağlar.
Ehlileşirime süreci okul öncesi küçük bir çevrede başlar ve toplum içinde devam
eder. İş yaşamımızda keskin sınırları belli olan kalıpların içinde yaşamaya
çalışırız. Özgürlük ancak tatillerde paranız olduğu sürece satın alabileceğiniz
bir şeydir ama o özgürleşme de sınırlıdır, geçmişte aldığınız eğitim ile
sınırları çizilmiştir.
Sınırları çizilmiş yaşantımızın içinde bizim hareket etme
alanımızın daha da daraldığı alanlar vardır ki, bu hareket etme olanağımızın
tamamı ile elimizden alındığı ve biat ettiğimiz süreçtir. Cinsel taciz işte bu
biat etme ve kaderine boyun eğme sürecidir. Bu süreç her ne kadar insanlık suçu
olsa da birçok toplum içinde hoş görülebilir ve hasır edilen bir sorun olarak
durur. Dinler bu toplumsal olayı bastırmak için kullanılan bir araçtır, o aracı
da dini bildiğini söyleyen ulema tarafından usturuplu bir şekilde kullanılır.
Pedofili hastalığı ile karıştırılan bu ince çizgi içinde insanlar hastalığı
bile doğal ve olması gerektiren yaşamın bir parçası olarak görür. Çağdaş
dünyada en azından bu konuda çalışmalar yapılmış ve ayrım yasalar içinde
konulmaya çalışılmıştır. Henüz bu konuda insanlık ne yazık ki sorunu çözmüş
değildir, çünkü binlerce yıldır gelen bir kültürün kırpıntılarını yok etmek o
kadar kolay değildir, üstelik bu ahlak ve din tarafından üstü örtülmüş ise…
Yaşadığımız zaman içinde üstü örtülen bir çok sorun artık
örtülemeyecek konuma gelmiştir, bunda en önemli etken teknoloji ve iletişim
araçlarının yaygınlaşmasıdır. Devlet insanları gözaltında tutan araçları
geliştirirken dikizleme ve gözlem aracını da insanlar bir birilerine karşı
kullanmakta ve suçlar artık daha rahat suç olarak tanımlanabilmekte ve yeni
toplumsal normların oluşmasına neden olabilmektedir. Toplumlar ve kültürler iç
içe geçerken, karşılaştırmalı incelemeler ve mukayeseler yaşam kalitesi konusu
sorgulanmakta ve yeni insan hakları evrensel kuralları yaşam içinde uygulanır
hale gelmektedir. Her ne kadar yaşama hakkı hala birçok ülkede yok sayılsa da,
çıkarlar gereği görmezden gelinse de zaman içinde çıkarların ortadan kalkması
ile suç geçmişe yönelik sorgulanmakta ve cezalandırılmaktadır. Savaş suçları
Lahey’de ki Uluslararası Adalet Divanı yetersiz de olsa soruşturmakta ve ceza
verebilmektedir. Yetersiz ama önemli bir adımdır…
Tecavüz bir insanlık suçudur ve iç hukuk bu suçu suç olarak
kabul etmediği ülkelerde, uluslararası bir divanın konusu olabilmelidir.
Ulusların kendi kültürlerinden gelen suç ve ceza kavramı artık insanlığın
gelişimine cevap vermez konuma gelmiş, doğal görülen şey başka ülkelerde
insanlık suçu olarak tanımlanabilmektedir. Ticari ilişkiler bu etik kuralları
çerçevesinde olduğunda ister istemez birçok gelenek tarihin boşluğuna
bırakılmak zorundadır. Tarih insanlığın ilerlemesini kayıt eder, geleceğin daha
güzel olması için dersleri içinde not olarak tutar.
Tecavüzü ve tacizi saklayan, tecavüzcüyü koruyan bir din var
mı? Peki, yoksa neden dinciler arasında yaygın gözüküyor ve meşrulaştıran
açıklamalarda bulunuluyor? İnananlar neden bu duruma karşı sessiz kalırlar?
Elbette tarihi iyi analiz edersek, reform hareketini yaşayan
Hıristiyanlığın tarihi içinde bu sorunun yanıtını rahatlıkla bulabiliriz. Evet,
bir zamanlar açıktan da olsa korumayan ama dolambaçlı yollarda kendi yandaşını
koruyan, para verenleri hoş gören bir anlayış vardı. Bu laiklik vurgusu ile
tartışmaya açılmış ve reform hareketi binlerce yıla yayılan bir süreç ile bugün
ki normlara gelmiştir. Laiklik her ne kadar birden çıkmış bir şey değildir,
uzun süren bir çatışmanın sonucunda insanlığa armağan edilmiş bir anlayıştır.
Dinin elinden devlet erkini alınca din eskisi gibi bazı şeyleri saklayamaz ve
koruyamaz olur. Sevgi üzerine oturduğu iddia edilen din laiklik ile gerçekten
sevgi üzerine oturmuştur. Korku ve öteki dünya cezaları ile fakir halk
uysallaştırılması ve dillerinin ellerinden alınması süreci dinin tekelinden
çıkmıştır. Korku yine topluma pompalanmaktadır ama öteki dünya yerine bu
dünyada yaşanan ve yaşanması muhtemel korkular ile biçim değiştirerek devam
etmektedir.
Din, insanların elinden dillerini, sesini alır, eğer tam
otoriter bir toplum içinde yaşanıyorsa. Dinin hakim olduğu ülkelerde demokrasi,
özgürlük kavramaları bizim anladığımız kavramlardan çok farklı bir şekilde
anlamlandırılmakta ve altı doldurulmaktadır. Orada özgürlük erki elinde
bulunduranın azınlık ve zayıf olarak gördüğüne her türlü eziyeti yapma ve emir
verme olarak görülür. Çoğunluğun hakkı diye sunulan kavram dinin hakim olduğu
yerlerde çoğunluğun göreceli şekilde kullanıldığını görürsünüz. Gücü elinde
bulunduran her daim çoğunluktur!
Cinsel açlık ve doyurulamayan istemler ancak kapalı
toplumların içinde bir sorun olarak görülmez ve o açlıkların üzerinden ekonomik
kazanç sağlayan egemenler, yeter ki siteme karşı bir hareket olmadığı sürece
hoş görü ile karşılanan ve bir kader kurbanı olarak algılanan süreçtir. Cinsel
tacize uğrayan çocuk ve kadın / erkek kaderinin kurbanıdır, alın yazısında
olduğu için olmaktadır. Taciz yapan eğer yakalanmışsa adi suçludur ve kader
mahkumdur. Cinsellik ile kapalı toplumlar mücadele etmez, çünkü cinsellik kilitli
kapıların arkasında olan şeydir. Mahremdir, kimse karışamaz.. fakat bu
mahremiyet teknoloji ile ortadan kalmış ve orta yerde yapılır hale gelince
isyan ve karşı çıkışlarda artışın olması doğaldır. Bugün taciz ve tecavüz bir
bireysel sorun değil, sistemin sorunu olmasının temelinde bu gelişme yatar…
Öteki dünyada sunulduğu kabul edilen cariyelerin söylemleri
toplum içinde farklı algıların oluşmasına sebep olmuştur. Benim okuduğum hiçbir
tek tanrılı dini kitapta (yorum değil, kaynak kitapta) cariyelerin nasıl olduğu
ve ne yapacağı konusunda ayrıntılı bilgi yok. Hatta doğal olmayan ölümleri
(intihar) yasaklar. Fakat bunların yazılı kaynaklarda belli olmasına karşın cihad
için canlı bomba olan erkekler tek bir organını güven altına alıp, öyle
kendisini patlatıyormuş... Bir ipucu vereyim organı hakkında: cennete giderse
eğer, tek kullanacağı organ olarak düşünülen şey... Cinsel konular o kadar
etkili ki din adına ölüme giden cinsel organını korumaya almakta…
Dincilere ait kurumlarda ki çocuk istismarı medyanın
gündemine sürekli düşüyor. Peki, çocukların ebeveynleri ne yapıyor? “Kol
kırılır yen içinde kalır” sözüne uygun olarak biraz para karşılığında “çocuğuma
bir şey olmadı, olmuş olsa da kuran öğrendi” diyebiliyorlar… Bütün bu söylemler
tesadüfen mi? Elbette değil, çünkü binlerce yıldır uygulanan ama
dillendirilmeyen gerçeğin sessiz ifadesidir.
İnananların çocukları tecavüze uğruyor, dinci olumlu
bakıyor, ona ses çıkaran başkası... Kendi sorununa sahip çıkmayana sahip
çıkmayı doğru bulmuyorum. Elbette, çocuk tecavüzü insanlık suçu, onu işleyen ve
savunan ve koruyan uluslararası mahkemede yargılansın... Bizim görevimiz
tecavüz için yaratılan oramı yok etmektir, diğer konular sadece vicdan
sorunudur... Boşu boşuna tecavüz eden razı, tecavüze uğrayan razının arasına
girmek değildir... Onların kültüründe ve ahlakında doğal görünen şeyi onlara bu
doğal değil desek de olmaz... Doğal olmadığını yaşayarak öğrensinler... Bir
vakıf sorunu değil bu iş, genel bir sorun... Bir vakfı hedef almak sorunun
üstünü örtmek anlamına gelir... Genel sorun da ülke sorunudur ve bu sorunu
besleyen de erk sahipleridir... (Dinciler ile inanları ayırmak gereklidir,
dinci; inanan gibi gözüküp, dini kullanarak kendi çıkarı ve işine geldiği gibi
davranan demektir.)
Şu anda tecavüz konusunda sosyal medyada paylaşılan
tepkilere bakıyorum... Hepsi duygusal... Duygusal tepkiler akıl ile
yürütülmediği sürece tecavüz eden ve tecavüze uğrayan ilişkisi daha da
kilitlenmesine sebep olur... Sıkı dayanışma içinde kol kırılır meselesine
döner...
Yaşanan tecavüzleri protesto/ eleştirenleri polis yaka paça
gözaltına almış... Elbette polis tek başına karar verme yetkisi yok, ona birisi
emretmediği sürece adım dahi atamaz... Siyasi irade tecavüze sahip çıkmayı,
karşı çıkanların üzerine kaba güç uygulamayı seçmiş. İfade özgürlüğü yine polis
dayağı altında kaldı... Bu süreçte boşu boşuna çocuklarımız polis dayağı
yemesinler...
Bu sorunu erk sahipleri iktidar mücadelesinin bir parçası
olarak görmektedir, o yüzden en ufak eleştiriyi bile kendi kurumlarına yapılan
saldırı ve iktidar koktuğunu kaybedecekleri paranoyası içinde savunma/
saldırıya geçmekteler… Bu içgüdü ile hareket edenler iktidardan giderse gerçek
din belki kendisini ifade etme fırsatı olacak...
Bu sorun sadece çağdaş dünyanın sorunu değil, dinin
sorunudur. Din ile ilgilenenler bu sorunu tespit edip kendisi ile
yüzleşmelidir... Dışarından bizlerin günah dememiz ile günah olarak görülmez...
Sübyancılık ile mücadele hangi kesim içinde görülüyorsa o
kesimin ana sorunudur... Sorunu yaşayanlar sorunu ortaya sürmedikleri sürece
dışarında yapılan her tepki anlamsızlaşır...
Türkiye yeni bir siyasi sürece girdi... Ortalığa bir bakın
liberaller geçmişte yan yana yürüdükleri iktidara sataşıyor, altını oymaya
çalışıyor, demokratik kitle örgütleri değişik konularda protestoda, canlı
bombalar sokaklarda ve uygun gördükleri yerlerde patlıyorlar... Ortada bir
siyasi partiler yok! Neredeler diye sormuyorum, kongre yorgunu veya kongre
heyecanı içindeler... Siyasi parti liderlerini göreniniz var mı? Meclis toplantısı
olmazsa sanırım öyle bir parti olduğu bile anımsanmayacak!
Her güç, kendi sonunu kendi içinde çıkar çatışması ile
hazırlar. Uzun zamandır iktidarda olanların sonu her daim hasıraltı yaptıkları,
üstünü örtükleri sorunlar ile yüzleşerek olacaktır. Cinsel taciz bu sorunlardan
sadece biridir ve bu artık iktidar sorunu haline getirilmiştir. Gelmekte olanı
ve gideni biliyoruz. Giden ölüm, gelen sıtma... Ama en azından yaşama hakkı
için gelmekte olana şimdilik sessiz kalacağım...
Kan göllerini kan deryasına dönüştüren öncelikle gitsin,
daha fazla kan dökülmesin... Taraf olmuyorum bu iktidar kavgasında, çünkü
her ikisi de sonuçta bana, geleceğe, insanlığa düşman...
Gelmekte olanların tarafları bugünlerde karşılıklı kavgada,
o kavgalara bakarken taraf olmaması gerekenler gelmekte olanın yan değneği
konumuna düşmüş...
Belki kendilerince haklılar...
Dönüşü olmayan bir yoldayız, tarih dönüşleri not etmez,
geleceğe açılan kapılardan ve fırsatları tarihten ders çıkaran örgütlü
bireylerin ve toplumların yararlandığını belirtir…
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.