Çıkarlar, demokrasi mücadelesinin altını boşaltıp
doldurabilir!
Demokrasi mücadelesi olarak gösterilen birçok etkinlik
aslında demokrasi değil, iktidar mücadelesidir. İktidar için girişilen kavgada
özgürlük, demokrasi, hoşgörü kelimeleri sık sık kullanılır ama hayatta
karşılığı olmayan altı boş olan cümlelerin birer parçası olurlar.
Türkiye'nin ilk anayasası "Özgürlük, Adalet, Kardeşlik,
Millete Eşitlik" sloganları eşliğinde 23 Aralık 1876 ilan edilmiştir.
Bugüne kadar o sloganda yer alan kelimeler hala gündemde ve gündemin sıcak ve
yumuşak karnı oluşturmaktadır. Azınlıklardan her hangi biri ne zaman özgürlük
dese, çoğunluğun baskı kırma özgürlüğü ile karşılaşır. Kardeşlik kelimesi zaten
baştan aşağıya yanlış algılar üzerine oturmaktadır, çoğunluk ve güçlü olanın
zayıf ve güçsüz olanı dövmesi, hırpalaması ve kendisi gibi düşünmeye zorlaması
kısaca asimile olmasını ve değişmesi üzerine kuruludur. Küçük ve zayıf kardeş
abisi ne derse onu yapmak ile yükümlü kılınır ve ona benzemesi için sürekli
karşılaştırma yapılır. Bakın bizim dilimiz ne mükemmel her şeyi
açıklayabiliyoruz der, ama onun dilinin güdük kalmasının tek sebebi olduğunu
görmezden gelir. İmkanı olsa belki çoğunluğun konuştuğu dilden daha fazla
kelime üretebilecek! Millette eşitlik tekil olarak algılanır, tek ulus, tek
bayrak, tek dil, tek mezhep, tek din, tek… kısaca eğitimde tek, güvenlikte tek
anlayış eşitlik kavramını zaten ortadan kaldırmaktadır. Millette eşitlik
diyerek imza verenler, ilk anayasanın yazımına katkı sunan azınlık üyeleri ilk
baskı görenler olmuştur.
Ülkemizin tarihi genelde dışa bağımı şekilde gelişmiştir,
içeriden birileri istedi değil, dışarıdan birileri istedi diye yapılmıştır.
Kendi aklı ile düşünmek yerine ısmarlama fikirler kolaj usulü yapıştırılmış ve
topluma giydirilmeye çalışılmıştır. Alışkanlıklar ve kültür biat etme üzerine
kurulu toplumda özgürlük de tepeden aşağıya sözde verilmiş ve ilk özgürlük
istemi ve hareketi karşısında hemen ortanda kaldırılmış, isteyenler de askıya
alınmış, işkencelerden geçirilmiş… Onların tabanı olduğunu gördüğü kesim
üzerinden de baskı gerek toplumsal linç için zemin hazırlanmış gerek devlet
kendi imkanları ile saldırmış, kararnameler ile yaptığı usulsüz işleri yasal
kılıfa büründürmüş. Kendi aklı ile içselleştiremeyenler, başkalarından gelen
baskılara boyun eğmiş ve dışarıya karşı hoşgörü, içe karşı otoriter bir toplum
çıkar çatışmalarının ortasında kurulmuş…
Türkiye kurumları ile Osmanlının devamı olarak kurulmuş ve
parçalanarak bugün ki halinde daha kontrol edilebilen sınırlar içinde kurulmuştur.
Osmanlı’dan aldığı mirası bir çok kurumları ile bugün de yaşatmaktadır. Osmanlı
zamanında cephe gerisi boşaltma adı altında tehcir, Abdülhamit'e 'kızıl'
lakabını takan katliamların başka boyutta kısa tarihimiz içinde küçük ya da
büyük boyutta yaşadık… Türkiye sürgünler ülkesi gibidir, her olumsuz gördüğünü
bir yere rahatlıkla sürebilmekte ve cezalandırılabilmektedir. Osmanlı zamanında
sürgüne göndermek ve başka ülkeler tarafından sürgüne gönderilmişleri almak
doğal bir şeydir. Muhacir, mübadil, mülteci… yabancısı olmadığımız
kelimelerdir...
Türkiye devletinin doğuşu dönemin uluslar arası ilişkilerde
ki çıkar çatışması ve güç göstergesi sonucunda dış güçler arasında karar
verilmiş ve o karar sonucunda ihtiyaca uygun şekilde şekillenmesine olanak
verilmiştir. Elbette bu sadece bizim gibi ülke ile sınırlı değildir, cetvel ile
çizilen devletler ve çıkarlara uygun küçük devletlerin kurulması ve sonra
onları çıkarlar gereği başka ülke tarafından işgal edilmesi o dönemin karmaşık
olayları içinde yer alır. Burada gözden kaçırılan gerçek, bir ara ya da tampon
olarak kurulan ülkenin içişleri bir biri ile çatışan devletlerin karşılıklı
görüşleri ve uzlaşması ile biçimlendirilmiştir. Örnek biz demir perde ve önünde
yer alan devletler tarafından arada sınır boyunda kurulmuş bir devlet
olduğumuza göre, bizim içişlerimizi daha iyi anlayabilmek için iki grup
ülkelerin bize bakışına bakmamız da fayda var. Her karar ve darbe gibi olaylar
icazet almadan olmayacak şekildedir. En baskın gibi gözüken, sanki ülke içinde
çıkarı yok edilmiş gibi gözüken bir tarafın darbe sonrasında fazla refleks göstermediğini
gözden kaçırırız. Onlar adına ülke içinde adım atanlar, toplumsal dinamikte yer
alanların tepkileri ve onlara yönelik operasyonlarda gösterilen tepkiler, kuzey
ülkemizin çıkarı ile paraleldir… en çıplak olarak 12 Eylül sürecinde yaşadık,
Sovyetler topraklarına giren devrimciler, aynı hızda geri askeri rejime iade
edilmişlerdir. Çünkü o dönemde ki Sovyetler Türkiye’de yaşanan darbeyi darbe
olarak görmemiş, bir müdahale olarak algılamıştır. Onların ülkemizde ki sözcüsü
gibi hareket eden TKP 12 Eylül'ü ‘ılımlı bir askeri cunta’ olarak
değerlendirmiştir. 1983 yılında ancak ‘faşist diktatörlük’ olarak
değerlendirmiştir. Bu kararın temelinde belirtilen gerekçe "Sovyetler
Birliği'yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdüreceğiz" sözünü söyleyen generallerin
mesajında saklıdır... Sovyet çıkarı, ABD çıkarı ile çatıştığı noktalar ve
çatışmadığı noktalarda ülkenin kader çizgisinde değişimler olmuştur. 24 Ocak
kararları liberalizmin tüm dünyayı kuşattığı yılların başlangıcıdır, devlet
zırhı ile korunan gümrüklerin açılma sürecinde Gorbaçov’un iktidara yürüyüşü de
başlamıştır.
Suriye savaşı son dönemde belirleyici olan bir iç savaş
görünümündedir. Her ne kadar modern değim ile hibrit savaşları olarak geçse de
orada çatışan güçlerin çıkar ilişkilerine göre savaşın boyutu ve yıkıcılığı
değişmektedir. Birden korku karanlık bir şekilde ilerlemesine izin verilirken,
birden izin veren ülkelerin ekonomik dar boğazında iyileşmelere sebep olan
silah satışında patlama yaşanıyor. Petrol fiyatları savaşa rağmen dibe vuruyor,
Almanya'nın ABD bilgisi dahilinde Rusya içişlerine müdahalesi ve ona karşın
Rusya'nın tepkisi gecikmemiştir. Almanya onu Avrupa olarak okuyun, mülteci
akını ile test edilmiştir. Fakat Suriye savaşında iki hasım gibi gözüken güç
ortak hareket etmekte ve birbirlerine bilgi vererek kendi sınırını
korumaktadır… Bu arada gözden kaçmasın ABD tarihinde en iyi ekonomik
performansını yakalamak üzere…
Sonuç olarak ülkemizden olaya baktığımıza göre,
"Özgürlük, Adalet, Kardeşlik, Millete Eşitlik" ilk anayasamızda
kullanılan kelimelerdi, günümüzde demokrasiyi ekledik... Çıkarlar, demokrasi,
özgürlük, adalet, kardeşlik, eşitlik mücadelesinin altını boşaltıp doldurabilir!
Ne yazık ki ülke içinde ki çıkarlar, uluslararası ve uluslar üstü firmaların
çıkarları karşısında etkisiz kalır… Cumhuriyetin ilk yıllarında belki hükumet
indirmek ve bakanlar kurulu oluşumunda ülke içinde çıkarların önemi varmış gibi
gözükürdü ama makamlara kim gelirse gelsin birilerin çıkarına hizmet ile
yükümlü olduğu için uzaktan bize bakanlar için kişilerin önemi yoktu, hala da
yok… Ülke içinde karma ekonominin şartları içinde demokrasi varmış gibi saha
içinde oynayanlara özgürlük alanı bırakılırdı. Sadece liderlere önem verilir ve
o liderlere gerek görüldüğünde ayar verilebilirdi. Bir dönemin lideri İnönü,
“Yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini bulur.”
diyerek konumumuzu özetlemiştir. Bu uygulama hala varlığını
koruduğunu yaşayarak bir kere daha görmekteyiz.
İsmail Cem Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.