Mağdurlar
gerçekten mağdur mu?
Günümüzde
algılar ile oynayan araçlar o kadar gelişmiş ki, neyin doğru neyin algı
operasyonu olduğunu bile algılayacak konumda değiliz. Bilincimiz ile
oynuyorlar, hayata bakışımızı biçimlendiriyorlar, sürekli elimize teknoloji
ürünü verip bizleri bağımlı yapıyorlar. Bağımlı insanın kendisine ait düşüncesi
olmaz, çünkü bağımlı olduğunu elde etmek onun tek hedefidir ve o hedefe giden
yolda her türlü yalan ve düzenbazlık mubah sayılır…
Mağdur
olanların toplumda bir karşılığı her zaman vardır ve mağdur olana karşı duyulan
hisler ve tepkiler bir anlamda kendi zavallılığımıza duyduğumuz korkunun dışa
vurumu gibidir. Birçok insan bazı mağdurları onuru olarak kabul edip onun
kavgasında onun safında yer almayı iktidara karşı mücadele olarak
algılamaktadır ama mağdur ya iktidardaysa… yakın tarihimiz iktidarın mağdur
olduğunu yaşadı ve bir çok kendisince akıllı olan zeki insanların mağdurun
yanında yer almak adı altında açık faşizme giden yolda iktidarın yedek değneği
oldular. İktidar her zaman güçtür ve o gücü iyi kullananlar kendi halkına karşı
her zaman “iyilik” düşünürler. O iyilik her zaman halkın daha fazla acı çekmesi
ve üzerinde toplanan kara bulutun yoğunlaşması anlamındadır. İlerici olanların
tek yapmaması gereken şey, iktidara yaslanmak ve iktidarın peşinden koşmaktır.
İktidar algılar ile oynar ve sizi demokrasi ve özgürlük özlemlerinizin altını
boşaltır ve bir bakmışsınız baskı yapma özgürlüğünü savunur, çoğunluk hakları
için mücadele eder bulursunuz. Demokrasilerde öncelik azınlıkların haklarını
korumaktır, onlara gelebilecek baskıların önlemini almaktır. Çoğunluk haklarını
savunan düzenlerde her zaman katliam ve soykırım ile karşılaşma olasılığınız
yüksektir. Çoğunluk hakları görecelidir ve iktidarda olan her daim çoğunluktur!
Mağdurum
diyenlerin önemli bir bölümü onurum olamaz, lütfen birini onurumuz diyorsak
onun geçmişine bir bakın ve hangi olayda nerede durduğuna bakın derim...
Cezaevine girmiş diye birine onurumuz deme lüksüm yok… Sadece mağdur olmuştur
ve cezaevinde diye ona yüklenmem, aynı koşullar içinde olduğumuzda ise duruşuna
göre tavrımı ortaya koyarım... O yüzden birine onur payesi takmak kolay ama o
kişi onurunu koruyabilecek mi? Senin yüzünü de kızartabilir, geçmişine bakarak
o kızarma olayını tahmin edebilirsiniz. Sermaye yanında saf tutmuş birinin hiç
bir şekilde onurunuz yapmayın, çünkü sizi para karşılığında satma potansiyeli
yüksektir... Çünkü profesyonel düşünüp profesyonel davranma alışkanlığı
vardır... Gerçek anlamda mağdur olmuş biri ile geçici ama onurum diye
tanımlamadan dayanışma içinde olabilirim... Ne yazık ki birçok siyasi çıkarlar
mağdur olanların önemli bir bölümünü onur payesi verir ama yapılan iş aslında
dayanışmadır ve dayanışma ile onur meselesini karıştırmamak gereklidir…
Ülkemizin
geleceğini ve politikasını belirleyenler yaşanan toplumsal olayların içten ve
dışarında bize yansıması ile şekillenmektedir. Sınırımızın yanında yaşanan iç
savaşta ülke olarak taraf olmamıza rağmen, halklar olarak bu savaşın mağduru
konumundayız. Savaş koşullarının yaratmış olduğu basın, haber alma özgürlüğünün
yok edilmesi süreci aslında savaşı bahane eden kendi iktidarını güçlendirmek ve
başkanlık sistemini oturtmak isteyen anlayışın toplumu zor ile biçimlendirmesi
sürecidir. Bu süreç içinde ister istemez taraflar vardır ve taraflar kendi
çıkarlarına uygun olarak pozisyon almaktadır. Kürtler açılım adı altında
yapılan süreç yok olamasın, müzakere masası devrilmesin diyerek her türlü
gelmekte olan baskı yasalarını görmezden gelmiş, iktidarın yan değneği konumunda
liberaller ile birlikte saf tutmuştur. Her ne kadar Kürtler kendi çıkarları
açısından haklı gibi gözükse de çoğunluk haklarını savunan ve bu hakları
geliştirmek için kullanan iktidarın karanlık yüzünü halklardan saklanmasına
olanak sunan diğer muhalefet hareketlerinden pek farkı yoktur. Ülkemizde
iktidar vardır bir de ona destek veren yan partiler vardır. İktidar hedefi olan
bu yan değnek işlevi gören partiler zamana uygun ve seçmenin gönlünü aldığı
noktalarda iktidara destek vererek iktidarın yolunu açma görevinden başka
sorumluluk almamışlardır. Sorumsuz bir iktidarı sorumlu olduğunu hatırlatacak
her hangi bir toplumsal gelişme ne yazık ki Gezi Direnişi dışında hayatta
karşılığını bulamamıştır. Bunda elbette siyasi partilerin tercihleri önemli rol
oynamıştır. İktidar olmaktan korkan ve iktidara destek veren mecliste bulunan
siyasi partiler ile bugün yaşadığımız kaos ve kriz ortamı el birliği ile
yaratılmıştır.
Muhalefet
partilerin yapamadığını medya aracılığı ile yaşanan bu sorumsuz, kontrolsüz
süreç haberleştirilmekte ve toplum içinde saklanan gerçekler gün yüzüne ve
konuşulur hale getirilmektedir. Elbette medyanın elinden uzun süre iktidarda
olanlar tarafından istihbarat ve haber ağı alınmıştır. Cemaat ağırlıklı haber
ajansları ülkenin her noktasında örgütlenirken sol bu gelişmelere sadece
izleyici ve onlardan gelen haberleri sayfalarına alarak izlemiştir. Solsuz bir
ülke 12 Eylül rejiminin istediği ve yarattığı bir süreçtir ve bunda da başarılı
olmuştur. İstihbaratı olmayanların olaylara sadece izleyici ve ellerine verilen
bilgiler ile kendilerince gerçekleri ortaya serebilirler. Yani gerçek anlamda
habere ulaşamaz, ulaştığı bilgi izin verilen bilgidir. Medyayı elinde
bulunduran aslında haber ajanslarıdır ve o ajansları yönlendirenlerin siyasi
tercihleridir. Ülke bu konuma süreklenirken sosyal medyanın teknoloji ile
yaygınlaşması ve ulaşılır olmasıyla göreceli olarak özgür alanlar yaratılmış
olsa da sosyal medyanın denetimi iktidar tarafından gözle görünmeyen ama yasalarla
desteklenmiş teknoloji araçlar ile sınırlandırılmıştır.
Son aylarda ve
halen devam eden bir davanın konusu ‘MİT tır’ları’ ve taşıdıkları araçlar. Bu
haber çok önemlidir, çünkü yan ülkede devam eden savaş ve yaşanan sürecin
içinde rol alanların haksız bir şekilde güç haine getirilmesi ve katliamlar ile
bire bir ilişkilidir. Bu davanın nasıl sonuçlanacağı elbette iktidar
denetiminde olan mahkemeler verecektir.
Bu haber bir
iktidar mücadelesinin bir aracı konumundadır. Ve haberi yapanlar basın özgürlüğü
ve demokrasi mücadelesi verir görünümünde mağdurlardır. Çünkü basın özgürlüğü
ve demokrasi mücadelesi veriliyorsa geçmişte mağdur olanlar ile ne kadar ve
hangi koşullarda dayanışma içinde olduklarına bakmak gereklidir. Görünür olan
çoğu zaman gerçekleri yansıtmaz, bu dava da olan odur! Kısaca Can Dündar davası
demokrasi ve basın özgürlüğü davası değildir, sadece o bilgileri ona
ulaştıranların iktidara ayar verme ve iktidarı biçimlendirme oyunun görünen
yüzü olan davadır...
Profesyonel
insanlar parasını aldıkları sürece üzerilerine düşen görevi yapar... Onların
yanında yer alanlar ancak birilerin amacı yolunda yedek değnek ve kamuoyu
oluşturmaları için kullanılan olur... Yakın tarihimizde yaşadığımız Taraf
Gazetesi olayı buna örnektir. Taraf Gazetesi içinde yer alanlar birçok suça
direkt ortak olmamış olsa dahi orada olmaları nedeni ile kamuoyu oluşumuna
katkı sunmuş ve dolaylı olarak tüm oluşan suçlara ortak olmuşlardır...
Her anını
paraya döndürme telaşında olan Can Dündar, henüz bitmemiş davasının kitabını
çıkararak vakit nakittir sözüne yeni anlamlar yüklemiş... Can Dündar gibi
profesyonel insan ile dayanışma içinde olanların anılarını ve yaşamlarını Can
Dündar ne zaman piyasa sürecek diye merak ediyorum...
Magazin
olmayan şeyin pazarda payı olmaz!
Can Dündar ve
Erdem Gül davasına gizlilik kararı alınmış... Orada oynanan oyun Amerika ile
Erdoğan arasında ki küçük ayar oyunudur. Amerika, “hadi dedi delikten aşağıya”
demekte, bu söylem karşısında Erdoğan direniyor ve diyor ki “bak hala güçlüyüm,
dediğimi yaptırırım bu ülkede!”...
Bakalım kim
kimi delikten aşağıya atacak!
Cevabı belli
ama biri direnerek gideceğini ilan etti...
Davadan nasıl
bir sonuç çıkacağını gerçekten merak eden birileri var mı?
Sözümü
bitirirken aklımda ki soruyu yazayım; mağdurlar gerçekten mağdur mu?
İsmail Cem
Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.