Bir İsyancının Savunması
Perdeler kapalı, oyunun başlamasını bekliyoruz. Son yıllarda
çoğu oyun perde açmadan perde demektedir, gözümüz biraz ona alışmış, perde
olunca arkasında ki sahne düzeni bize ilk anda ne diyeceğini merak içinde
bekliyoruz, çünkü dekor bir oyunun dinamik oynanıp oynanmayacağını fısıldar,
elbette bu fısıltı size ilk önyargı oluşmasına sebep olur… Her olaya bakışımız
bir anlamda önyargıların bir bütünü ve önyargılarımızın parçalanması değil
midir? Tiyatro bize önyargılarımız ile yüzleşmemizi en hızlı şekilde gösteren
bir sanat dalıdır. Oyun başlar ve biter ve sonuçta elimizde; eğer almışsak
dersimizi, yıkılmış bir önyargı ve yılların birikimi olan kalıplarımızın
çöküntüsü kalır. Tiyatro bize sahneyi ayna olarak tutar, üç duvarın derinliği
içinde canlı yaşanan, dinamik, seyircisi yani biz ile iletişim kuran bir sahne
sanatıdır. İletişim karşılıklıdır, seyircinin oyuna ilgisi sahnede yaşanan ve
önceden replikleri belli olan oyunun dinamik, heyecanlı, seyirciye doğrudan
verilen mesajlar ve uyarıcıların da gücünü belirler. Aynı replikleri cansız
seyircinin önünde okumak ile aynı replikleri oyunu ilgi ile izleyen ve oyun ile
bağ kurmuş seyirci önünde söylemleri, mimikleri farklıdır. Tiyatro her oyunda
yaşayan iletişimdir…
Ankara Birlik Tiyatrosu zamanın ruhuna uygun ve yaşadığımız
döneme uygun mesajı içinde barındıran bir oyun seçmiş. Emmanuel Robles’in
yazdığı ve ülkemiz sahnelerine Gül Göker yönetiminde Kaya Öztaş çevirisi ile
hayat verilmiş. Oyunun konusu herhangi bir ülke topraklarında da geçebilirdi,
fakat olay nerede geçtiği, zamanı ve olayın kimler etrafında döndüğü açık ve
çıplak olarak seyirciye verilmektedir.
İkinci dünya savaşı sonrası, Hollanda Endonezya’yı işgal
ettiği günler. Hollanda işgal ettiği ülkede kendi ulusal sermayesi için
acımazsızca sömürü düzen kurmuştur. Yerli halka hiçbir hak vermezken, onların
direnişini acımasızca bastırmayı kendisinde hak olarak görmektedir. Mahkemeler
emperyalist Hollanda çıkarları için Hollanda yasasını Hollandalılar için ayrı,
yerli halk için ayrı olarak uygulamaktadır.
Petrol ve kauçuk için işgal ettikleri topraklarda çiftlik
sahipleri ve sermaye sahiplerin çıkarları ve onların siyasi iradelerine uygun
olarak mahkemeler karar verirken karar vericiler üzerinde siyasi bir baskı söz
konusudur.
Hollanda işgalcileri devletin işleyişini sömürge kültürüne
uygun olarak sadece kendi pencerelerinden bakmakta ve çıkarlarına uygun
olmayanları radikal ve en baskıcı şekilde yok etmektedir. Savunma hakkı
sözdedir, polisin sorgusu esas gibi gösterilirken aslında esas olan
çıkarlardır. Siyasi davalar aslında gözdağı için verilen kararlar ile halka
sunulmaktadır. Medya sermayenin yanında ve olaylara onların gözü ile
bakmaktadır. Medya aracılığı ile oluşturulan hava aslında mahkeme öncesi
verilmiş karardır, geriye sadece uygulama kalmaktadır.
Direniş baskının olduğu yerde haktır, oluşmaması zaten
imkansız gibidir. Her rejim kendi sonunu hazırlar. Ne kadar çok özgürlükleri
kendileri için baskı kurma özgürlüğü gördükleri sürece, ona direnişte aynı
derecede büyür. Her iktidar kendisine karşı girişilecek olan herhangi bir olayı
bastırma adına baskıyı genişletir ve büyütür, aynı şekilde yer altında
örgütlenmeye de olanak sunar. Çünkü radikal yapılar özgürlüklerin en az olduğu
ortamlarda kendilerine yaşam alanı bulur ve büyür.
Hollandalı bir fabrika işçisi olan “Keller” Hollanda’dan
gelmiş bir göçmendir. Hollanda’da doğmuş, orada işçi olmuş ve dürüst bir
vatandaştır. Saftır ve saf olduğu için Hollanda’da çalıştığı elektrik ile
ilgili bir fabrikada yaşanan bir hırsızlıktan dolayı suçlanmış ve göz altında
ona zor ile kabul etmeleri telkin edilmiştir. O suçsuzdur ama olayın kapanması
için polis bir suçlu bulmak zorundadır, o suçlu da işkence altında vereceği
ifade ile bulunacaktır. İşkence Hollanda devleti içinde kendi vatandaşına layık
gördüğü bir yargılama ve ifade alma yönteminden biridir. Suçlanan kişinin
arkasında güçlü bir yoksa suç mutlaka onun üzerine kalır. Sorguda her şeyi
kabul eden Keller, gerçek suçlunun bulunması ve olayın açığa kavuşması
sonucunda aslında suçsuz olduğu gerçeği ile karşılaşır ve özür dilenmesi yerine
unutması istenir. Eğer şikayetçi olursa resmi makamlara yanlış bilgi vermekten
yani işkencede kabul ettiği gerçeği yüzüne vurulur ve devleti yanıltmaktan dava
açılacağı gözdağı verilerek serbest kalır. Hem işkence ile kabul etmiş kabul
ettiği içinde şimdi dava açamaz… devletin bu yüzünü gördüğü için ülkesinden
binlerce kilometre ötesinde ki ülkeye gelmiş ve orada da bir fabrikada işçi
olarak girmiş, aynı şirketin lojistik işlerini yapan bir kolunda gemide çalışan
Kitty ile tanışır ve evlenir. Kitty artık ev kadındır.
Hayat artık Keller ailesi için tek düzen almıştır. İşe gidip
gelme ve hayattan uzakta ama hayatın içinde değişimler onların evinin
duvarlarını da tırmalamaktadır. Yerli halkın haklı direnişi ve Hindistan’da
Gandi’nin pasif direnişi Kelleri yerli halkın direnişini haklı görmeye kadar
iteklemiştir. Eşinden habersiz olarak sokakta yaşanan direniş ve ona uygulanan
vahşilik karşısında tarafını seçmektedir. Ölümün karşısındadır. Halkın zarar
görmesi onun vicdanını kanatmaktadır ve yapanları eleştirmektedir. İçten içe
Hollanda işgaline karşı emekçi dayanışması içindedir. Aynı fabrikada çalıştığı
ve direnişin önderlerinden olan Kajin ile arkadaş olmuştur.
Evdeki tek düzen ve kendisini tekrarlayan günler Kitty’i
çalışma yaşamına davet eder, o artık sıkılmıştır, o da üretime katılmak ister.
Eşinin kendisine olan ilgisizliği gün geçtikçe artmaktadır. Evlilik öncesi
çalıştığı şirkete iş başvuru yapmış ve kabul edilmiştir. Ayrılık kaçınılmazdır.
Kaçınılmaz olan değişim kapılarını çalmaktadır. Ve Keller
direniş hareketinin bir eylemine katılma kararı alır ve ilk eylemi çalıştığı
fabrikaya bomba koymak ve o sırada yapılmakta olan bir davanın sonucuna etki
yapması muhtemel bir siyasi eylemin parçası olur. Parçalanmakta olan ailesi ve
geleneksel ve yaşam tercihinin dışında ölümü yücelten bir eylemin gönüllüsü
olması…
Oyun bundan sonrası seyircinin algısı ve düşünce yapısına
seslenir.
Fabrikaya gidip bombayı koymuştur. Bomba yemek sepetinin
içinde fabrikaya rahat sokulmuştur, çünkü beyaz işçiler yerli işçiler gibi
üstlerini aratmak istemez. Çünkü onlar kendi çıkarları ve ülkelerine hiçbir
şekilde karşı eylem yapacakları düşünülmez. Zaten beyaz işçiler yerli
işçilerden daha iyi maaş almakta ve daha diğerlerine göre daha hafif işlerde
çalışmaktadır. Bu durumda beyaz bir işçinin fabrikaya ve işadamlarına karşı
suikast yapması düşünülecek şey değildir! Beyaz işçi olan keller bu avantajını
kullanarak üstü aranmadan bombayı fabrikaya sokmuş ve istenilen yere
bırakmıştır. Fakat çalışırken bombayı bıraktığı alana iki yerli temizlik
işçisinin gittiği görünce koyduğu bombayı yerinden alır ve bomba düzeneğini
bozar. Bu arada fabrikada ki ustası tarafından yakalanır.
Bu olay kısa zamanda duyulur ve hakkında karar mekanizması
hızla çalıştırılır ve anında linç ile yüz yüze gelir arkadaşları onu linç
etmiştir ama yaralı olarak polis o kargaşadan alır ve polis merkezine
götürür…
Polis merkezi; Hollanda kraliçesi ve Hollanda bayrağı olan
hakim ve polis müdürünün masaları yan yana olan bir odadır. Sorgu orada eldeki
veriler ile yapılmaktadır. Hakim Hazzelhoff görmüş geçirmiş tecrübelidir. Sakin
ve olaylara dışarıdan bakacak kadar mesleğine hakimdir. Polis şefi Shultz ise
karşındaki güze göre sesini yükselten ya da azaltan mesleğine bağlı ve
korumakla olduğu çıkarlara uygun davranabilecek biridir.
Sorgu işkencede alınan bilgilerin seyirci önünde
sağlamasıdır. Keller olayı kabul etmiştir. Ve kendi penceresinden olaya
bakmaktadır…
Yönetmen Gül Göker olayın örgüsünü seyircinin önünde örerken
seyircinin kulağına sorular fısıldamaktadır. Kim haklıdır? Amaca hizmet eden her eylem haklı mıdır? Kim
nereden bakıyorsa haklılık kavramı ortaya çıkmaktadır. Devlet kimin suçlu
olduğunu temsil ettiği çıkarlara göre karar vermiştir, peki halk suç kavramını
nasıl tanımlamaktadır? Halk adına hareket edenler? Bombayı koymuş ama
patlamadan yerinden almış bir beyaz işçi… Halkın üzerine bomba atmış ama
patlamayan bombalar yüzünden idam edilen bir yerli direnişçi… Ölen yerli ve
emekçi insanlar…
Olayın öyküsünü yazarken oyuncuların sahnede ki
performansını da gözlemledim. Hazzelhoff rolünde Ender Yiğit, sakin ve sahneye
hakim ses tonu ve mimikleri ile usta oyunculuğunu bir kere da seyirciye
göstermektedir. Shultz rolü Özgürefe Özyeşilpınar ses tonlaması ile
hareketlerinin zamanında ve ustaya yakışır şekilde kontrollü şekilde
vurgulaması ile Ender Yiğit’in ustalığının gölgesinde kalmadan kendisini
göstermektedir. Kitty rolü ile Bilge Can Göker kendisine verilen rolü benimsemiş
ve ustalığını sahnenin her yerini kullanırken en doğal şeyi yapıyor gibidir.
Ses tonlaması ve hareketleri ile usta oyuncuların oyununa büyük destek
vermektedir. Onun sesinde ki tonlama Keller rolünde ki Serkan Çetinkaya’nın
oyunculuğunu öne çıkarmaktadır. Van Rook rolü Alinur Uğurpakkan ve bekçi rolü
Hakkı Şahin oyunun bir kara mizah olduğu vurgusunun altını çizmektedir. Her
ikisi de başarılıdır. Oyun da Sederia rolü ile Dilek Denizdelen direnişçi,
inançlı ve halkının acısını kendi sesinde ve yüzünde biçimlendiren bir
direnişçi ile Kajin rolü ile Murat Değirmenci’nin vurgusunu yani lider
kavramını ve kafalarda soruların oluşmasına neden olan sözlere hayat verir. Her
iki direnişçi acımasızdır ve atılan bombalar ile öldürülen halkının acısı ve
öfkesinin sesidir. Bizi oyunun temel sorusuna yönlendirdiler, her eylem meşru
mudur? İşçiler ölmesin diyerek kendisini yakalatma riskini göze alıp bombayı
etkisiz kılan Keller, yerli isyancıların gözünde haindir. Keller aynı zamanda
Hollandalılar gözünde de haindir. Keller’i Hollandalılar gözünde hain gösteren
ise politikacı Van Oster rolünde Rıdvan Uludaşdemir’in başarılı oyunudur. Kısa
bir sahnededir ve oyuna aynı soruya öteki pencereden bakmamıza sebep olan
soruyu yöneltir. Keller cezalandırılmalıdır, başka Hollandalı onun gibi
direnişçilere sempati duymasın, bırakın üye olmayı… Kajin’in aynada ki
yansımasıdır…
Oyun metini çelişkiler iç içe geçmiş ve seyircinin kafasında
değerleri ile yüzleşmesine olanak sunar… Oyun bitmiştir, yaşadığımız çağın
olaylar ve olaylara yaklaşımız olaya nereden baktığımıza bağlı olarak
değişmektedir. Tek dorunun ve tek cevabın olmadığı zamanlarda bizlerin tutumu
nerede durmaktadır?
Oyunu rahatlatan ise dekordur. Zamanın ruhunu taşırken
oyuncuların sahne içinde rahat davranmalarına olanak sunmaktadır. Her sahne
değişimi ışığın kararması ve o karanlık zamanda gelmekte olan sahnenin metnine
uygun düzenlenmesi iyi düşünülmüş, zamanın sesi saatin yelkovanını hareket
ettiren mekanik sesin olması ve zamanında çalan telefon sesi, ses kumandasında
ki emekçinin dikkati oyunu daha akıcı kılmış, oyuncuların ustalıklarını öne
çıkarmıştır. Teknik alt yapının özenli olması oyunu bir şölene ulaştırmıştır.
Fırsatı olanların bu oyunu izlerlerken sahne arkasında oyuna
hayat verenleri de görmelerini umarım, oyunu oyun yapan sahnede ki ışıktır,
ışığa hareket veren sestir. Sese ritim veren ise müziktir. Benim izlediğim oyun
Kadıköy’deki Barış Manço Kültür Merkezi salonundaki oyundu ve gördüğüm,
hissettiği ve yaşadığım kadarı ile başarılı ve ince ince işlenmiş bir oyundu…
Her biri kendisine verilen rolü oyunun ruhuna uygun şekilde yerine getirmiş ve
başarılı bir sahne uyarlaması ile karşılaştım…
Emeği geçenlere teşekkür ederim…
İsmail Cem Özkan
Ankara Birlik Tiyatrosu
Bir İsyancının Savunması
Yazan : Emmanuel Robles
Çeviren : Kaya Öztaş
Yöneten : Gül Göker
Dekor Tasarım : Özhan Özdil
Işık Tasarım : Yüksel Aymaz
Müzik : Cafer Ozan Türkyılmaz
Teknik : Nisan Gül Göker
Oyuncular:
Ender Yiğit, Özgürefe Özyeşilpınar, Bilge Can Göker, Alinur
Uğurpakkan, Serkan Çetinkaya, Hakkı Şahin, Murat Değirmenci, Dilek Denizdelen,
Rıdvan Uludaşdemir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.