Galata Gazete


22 Kasım 2017 Çarşamba

Bizim aile

Bizim aile
Yazıldığı dönemin ruhunu ince ince satır arlarına yediren bir kara mizah başyapıtı olarak gördüğüm “Bizim Aile” yeniden sahnelerde canlanıyor. Beyaz perde de yansıyan ışığın yerini üç duvar arasına ışığın yansıması almıştır. Beyaz perdeye ulaşmadan kullanılan teknik üç duvar arasında kullanılan teknikten çok farklıdır. Üç duvar arasında yaşanan sıcaklık, duygu, seyirci ile iletişim birebirdir. Beyaz perdeden yansıyan duygu ise daha donuktur ama seyirciyi öyle bir kucaklar ki sımsıkı sarar, onu kendi dünyasından çıkarıp kendi dünyasına alır ve o dünyada kulağına bir şeyler fısıldar insan sıcağı ile. Oyuncuları beyaz perdede devleştiren bu sıcaklığın direkt seyirciye geçişini yapan yönetmen ve yazarı bir ülkenin kültürünü, anını, tarihini ve inceden inceye işlenen eleştirisini verir. Sadık Şendil kimin yanında durduğu açıktır ama duruş noktasını öyle bir şekilde sunar ki cepheleşme yerine bir arada yaşamı savunur. Bir arada olunca her türlü zorluğa karşı direnilir. Üstelik öyle keskin laflara filan gerek duymadan, sade, insan sıcaklığı içinde ve tolumun en küçük bireyi olan ailenin kültürü içinde…
Sahnenin perdesi kapalıdır, henüz perde arkasında ne olduğu belli değildir, perdenin önünde bir alan. O alan içinde “Bizim Aile” oyunu için Devlet Tiyatrosu çalışanları ellerinde enstrümanları ile oyunun öncesi hazırlık yapmaktalar. Notlar salonun içine doğru düzensiz olarak yayılmaktadır. Her çalgının salonun bir köşesine dokunan notaları biraz sonra başlayacak oyun için ön hazırlık ya da çalgı aletinin ısınmasını anlatmaktadır. Doğru sesin seyirciye ulaşması için notlar ve sesin ahengini kontrol eden bir çalışan her dokunuş titiz bir şekilde kontrol etmektedir. Tiyatro ortak üretilen ve ortak amaç uğruna yapılan çalışmaların bütündür. Büyük bir organizasyon. Her çalışan görevinin bilincindedir. Verilen rolü en iyi şekilde yerine getirmek için oradadır ve her biri salona gelen seyirciye verdiği değeri emeği ile taçlandırmaktadır.
Kırmızı kalın perde açılacağını salona verilen anons ile anlıyoruz. Işıklar ağır ağır kapanırken, sahnenin ışığı perdeden açık bulunan alandan seyirciye doğru gelmektedir. Işık olmazsa tiyatro olmaz, çünkü ışıktır tiyatroya derinlik veren, ses ışığın verdiği güç ile sahnede ki yerini alacaktır ama bu demek değildir karanlıkta ve üstelik zifiri karanlıkta tiyatro olmayacağını. Biliyorum daha önce zifiri karanlıkta izlediğim oyunlardan dolayı. Üç duvarın olduğu yerde ışık sesin buluşmasıdır. İkisinin ahengi oyuncuların oyunculuğunu ortaya çıkaran ve onları seyircinin yüreğine doğru nefes olmalarına sebep olacaktır.
Notlar düzgün olarak seyirciye ulaşmaya başlamıştır. Oyun perde demektedir.
Perde!
Açılır perde, sahne birbirine benzeyen ama kapı sayısı ve renk farklılığı taşıyan iki evin (dönemine uygun gecekondu) olduğu ile karşılaşıyoruz. İki ev ayrıdır. Her birinde yaşayan iki ayrı aile. İki bölüme ayrılmış sahnede, ayrıların birlik olmasını bir aileye dönüşmesini anlatan oyun başlamıştır. Dans, ritim, ses, ışık, canlı müzik ve nostalji. Elbette klasik Türk filmi ile büyüyen, zaman zaman ekranlara gelen filmin duygusunu hala içinde hissedenler için nostalji.
Aile bireyleri her birinin ilgi alanı farklıdır. Her birinin hayata bakışı ve duruşu ayrıdır ama bir ailenin içinde bir arada yaşamaktadır. Bir arada farklılıkları ile güzeldir. Eşlerini kaybetmiş bir ev kadını ve bir fabrikada ustabaşı. İki ayrı ailenin birleşmesi. Görücü usulü ile olur, eğer bugün yaşasalardı facebook aracılığı ile buluşurlardı! İki ailenin birleşmesi hızlı olur, çünkü söz ağızdan bir kere çıkar ve aracı olan ailenin niyeti ve saygınlığı bu zamanın daha da kısalmasına sebep olur.
Senaryosuna sadık kalınmıştır, zamanın ruhu ve olayların örgülenmesi o dönemin duyguları ile sahnededir. Bugün yaşayan gençler için yabancı olan duygular, bizim için büyük bir keyif. Yaşanmışlıklar ve anıların kafamızın içinde canlanmasına sebep olurken sahnede ki oyunu da takip ederiz. Kahkahanın salonu doldurduğu anlar kafada yaşananın salonda yanşan ile kesişme anıdır. Bugün yaşasaydı acaba nasıl yazardı diye düşündüm oyunun bana fırsat verdiği anlar. Bugün çok şey değişti, insanlar aynı evi paylaşıyor ama yalnızlar, aslında paylaşılan mekansal zorunluluk ve ekonomik gerekçedir. Aynı evde birbirinden bağımsız ve birbiri ile sosyal medya aracılığı ile konuşan, izleyen aile…
İki ayrı aile bir nikah ile birleşir. İşçi sınıfının hakim olduğu yerde emeğinden başka geçim kaynağı olmayan ailenin bireylerinin sınıf atlama heyecanı, mücadelesi ve yaşadığı andan zevk alan ve onun gereklerini yapanlar… Zengin kız, fakir oğlan. Fakir oğlan üniversitede öğrenci, sınıf atlamak için diploma almaya aday. O dönemde zengin kız fakir oğlan aynı okula gidiyordu, bugün ki gibi özel üniversiteler yaygın değildi. Zenginler çocuklarını okutmak için öyle arayışa filan girmezdi, çünkü iyi okulda okumuş çocuğu istediği bölümü kazanacak kadar eğitimli olduğunu bilirdi. Öteki ise bireysel çabası ile ancak ona adım atabilirdi.
Yazıldığı dönemde gençlerin duvar yazısı yazması ve sokakta yanşan bir kavgada taraf olması da işlenir. Afişler asılır gece yarısı, sokak duvarları gazeteye dönüşürdü. Öğrencilerin ve gençlerin sisteme karşı duruşunun ifadesiydi. Henüz sokak çatışması yoktur. Daha naif ve heyecan kokan sokak hareketlerinin başlangıcı. Gelmekte olanın ve sistemin ülkeye biçtiği sol henüz net değildir ama ağır ağır gelecek günlerin ağırlığı hissedilmektedir. Dolmuş, o dönemin en alttakiler için önemli bir gelir kaynağıdır ve bugünde dolmuşlar aynı işlevi sürdürür ama bugün ile karşılaştırılamayacak kadar olanaklardan kıttır. Taksitle alınan dolmuşun her gün arızası ile uğraşır. Futbol kurtuluş için ideal alan değildir ama profesyonel anlamda para kazanılacak ve çamurlu sahalardan kurtuluşu da sembolize etmektedir.
İki aile bir aradadır ve onları aile yapan ise dışarıdan gelen saldırlar karşısında bir arada durmalarıdır.
Zengin baba fakir oğlanı kendi kızına göre olmadığını düşünür ve kızının iyiliği” için oğlanı uzaklaştıracaktır. Aşk fakir ve zengin ayrımı yapmaz. Kız tüm zorluklara rağmen fakir oğlanı seçer. Onun yaşadı fakirhaneye gider.
Zengin baba kızı için aileyi toptan ezmek ister ve evlerini elerlinden alacak kadar ileri gider. Aile birbirine kenetlenmiştir. Usta artık hepsinin babasıdır. Anne hepsinin anası. Aile bir aradadır ve bir arada en kötü günde neden bir arada olacaklarını bilince çıkararak bir arada yaşamaya gönüllü olarak katılırlar.
Evlerinden uzaklaştırılan aile parkta yaşamaya iteklenir. İşten atılan baba ailesini kanatlarının altına almıştır. Tüm çocuklar işsiz babasına yardımcı olurlar ve her biri ilkokula giden hariç eve para getirir.
Ve bir gün zengin kızın babası ile usta yüzleşir.
Yaşar Usta; “Bak beyim, sana iki çift lafım var.
Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde.
Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu, karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak?
Ama nasıl yakışmasın! Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saadeti çok gören!
Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor...
Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama, sevgiyi anlatmaya çalışıyorum.
Seeen, büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey!..
Sen mi büyüksün?..
Hayır, ben büyüğüm!
Beeen, Yaşar usta!
Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok!
Ama şunu iyi bil: Ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın.
Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi.
Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz.
Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz.
Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?
Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime!
Eğer onların kılına zarar gelirse, ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni!
Anlıyor musun, vururum ve dönüp arkama bakmam bile!..”
Bu tiradı dinlerken gözlerimizin önünden Münir Özkul geçti. Bugün hala aynı sıcaklığı ve aynı sesi duymak…
Bir arada kalan aile her zorluğu yenecek ve mutlu sona gelinecektir. Klasik Yeşilçam filmi bize mutlu sonu her daim vermiştir, içimizde her daim bir umut yaşatmıştır. Umudun en güzelini her daim hayal ettik, her daim yaşamın çirkefliğine karşı mutlu sona varacağımıza inandık. Karanlığın ağır bastığı bu günlerde eskiye ait ne varsa çok ilgi görüyorsa işte bize verilen bu umuttur.
En altta olan ve toplumun en küçük parçası aile bir arada yaşadığı ve birlikte mücadele ettiği sürece kazanacaktır.
Yazımızın buraya kadar bölümü konusu üzerine yoğunlaşmıştır, fakat oyunculuk konusuna gelirse sizi fazla yormadan hemen belirteceğim, her oyuncu kendilerine verilen rolü çok başarılı bir şekilde yerine getirmiştir. Oyun için özel olarak bestelen bölümler oyuna güç katmış, her oyuncu kendisi için verilen müzik parçasını hiç aksatmadan seyirciye aktarmıştır. Işık ve ses bu konuda oyuncuya verilen teknik destektir. Işık ve ses kumandasında olanların işi gerçekten zordu, çünkü çok fazla mikrofonu ve ışığı oyun içinde kontrol etmek ve gerektiğinde sesi, ışığı indir yükseltmek büyük dikkat isteyen şeylerdir ve başarılı bir şekilde yerine getirilmiştir.
Oyunu izlerken iyi ki şehir ve devlet tiyatroları var diye düşündüm, çünkü onlar olmasaydı bu oyunu ne sahnede görebilirdik ne de bunlara uygun sahne olurdu. İyi ki devletin ve kamunun desteği tiyatrolara devam ediyor… özel tiyatroların bu kadar masraflı oyunu bu kadar geniş bir çevreye ulaştırması gerçekten zordur…
Oyunca emeği geçenlerin her birine teşekkür ederken, fırsatı olanların gitmesini ve eğlenmesini isterim. Salonları her daim dolu olacak bir oyun uzun yıllar sahnelerden eksik olmasın…
İsmail Cem Özkan
Bizim Aile
Yazan: Sadık Şendil
Yönetmen: Aziz Sarvan
Dramaturg: Hatice Yurtduru
Oyunlaştıran-Şarkı Sözleri: Sinem Bayraktar
Müzik: Mertol Şalt
Sahne Tasarımı: Ayhan Doğan
Kostüm Tasarımı: Ayşen Aktengiz
Koreografi: Özge Midilli
Efekt Tasarımı: Gökhan Suna
Işık Tasarımı: Murat İşçi
Yardımcı Yönetmen: Selçuk Yüksel
Yönetmen Yardımcıları: Ada Alize Ertem, Berk Samur
Oyuncular: Funda Postacı Kıpçak, Nevzat Çankara, Tevfik Şahin, Müge Çiçek Türkoğlu, Ercan Demirhan, Yalçın Avşar, Mehmet Soner Dinç, Onur Demircan, Yiğit Ali Uslu, Tarık Köksal, Pınar Demiral, Zeki Yıldırım, Tankut Yıldız, Züleyha Karyağdı, Esra Ülger, Serkan Bacak, Gülsün Odabaş, Alp Tuğhan Taş, Cihat Faruk Sevindik, Aziz Sarvan, Emrah Derviş Soylu, Ertan Kılıç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.